Derler ki herkesin bir yaşam süresi vardır. Bunu belirlemek kimsenin elinde değildir!
Rahatsızlandığımızda hayatımız daha bir kıymete biniyor. Acaba "yolcu muyuz" diye bir korku kaplar içimizi; doktor muayenesi ile birlikte bir takım tetkiklerden geçeriz, bir sürü ilaçlarla baş başa kalırız. Nasıl karamsar olmazsın? Acaba ölürsem, ailem ne yapar, ne eder diye bir sıkıntı kaplar içimizi?
Yıllar öncesi, sisli bir Kurban Bayramı sabahı, takla atan arabamın içinde ölümle burun buruna gelmiştim. "Tamam buraya kadarmış!" diye düşünürken, acaba beni öbür tarafta nasıl karşılayacaklar diye merakla bir bekleyiş içerisine girdim. Dönme faslı bittikten sonra derin bir sessizlik oldu. Gözlerim kapalı vaziyette beklemedeyim.
Kasvetli bir hava göz gözü görmüyor. Tabi gözlerimi açtığımda bunu idrak edebildim. Araba dört teker üstünde durmuş vaziyette ben sağ taraftayım, kurbanlık et bohçası sol tarafta direksiyonda yani yer değiştirmişiz. Allahıma binlerce kez şükrettim. Yoldan geçmekte olan az sayıdaki arabaların sadece sesleri duyulmakta. Et bohçasını elime aldım. Arabayı orada bırakıp zar zor bir otobüse binip eve geri geldim.
Ha, bir de 99 depreminde gece 03.10 de ölümle burun buruna geldik! Oturduğum daire giriş katında. Normalde apartmanı ilk önce bizim terk etmemiz gerekir. Yatağın üzerine oturdum, eşimin elinden tuttum "kelimei şahadet" getirmeye başladık. Binanın duvarları "takur-tukur" sesler çıkarmakta. Yine beklemedeyiz.
Bizden başka evde daha üç çocuk var, nereye gidersin? Çocuğun birini yerde bulduk. Apartmandan en son biz çıktık.
Özgecan kızımızın hunharca katledilişi beni çok derinden yaraladı. O korkulu anları adeta bire bir yaşadım. Kahroldum. Hem namusunu korumaya çalışacaksın, hem de hayata tutunma mücadelesi vereceksin. Zayıf ve biçare! Canını bir seferde değil, upuzun bir mücadele sonunda ve eziyet çekerek vermek. Belki günaha gireceğim ama böyle durumlarda Allah neden devreye girip yardım etmez bu mazlumlara?
İnsanın insanı öldürmesi çok ama çok anormal bir şey. Sevmek varken neden öldürürler birbirlerini insanlar. Sanayinin bile gelişmesi savaş sanayisi sayesinde olurmuş. Yani temelinde insan katliamı var. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında resmi kayıtlara göre 150-160 milyon insan öldürüldü.
Günümüzde de hala insanlar hunharca öldürülmekte. Demek ki beşeriyet tasavvur edilen uygarlık düzeyine henüz erişememiş. Geri kalmış toplumlar, her çeşit yokluğun nedeniyle birbirini boğazlamakta; henüz insan olduklarının bilincine bile nail olamamışlardır. Sözüm ona uygar toplumlarda bu ülkeler üzerinde menfaatleri icabı her türlü oyunu oynamaktalar. Tarih tekerrürden ibaret derler ya bunun gerçek payı olduğu kanısındayım. Dün ne ise bugün de aynısı....
Hayatın tadını çıkarmaya çalışan genç insanların şu veya bu şekilde hunharca öldürülmesi bir insanlık ayıbıdır. Hepimizde bundan sorumluyuz. Ve en önemlisi yaşanan o zalim acıyı içimizde hissedebilmektir. Hayatın bitişi kimsenin tekelinde olmamalıdır.