DERSAADET KÜLTÜR PLATFORMU’NUN KIRIM GEZİSİ İZLENİMLERİNİ Dernek Başkanı MEHMET KÂMİL BERSE Anlatıyor.
Prof. Ayşe Ana yumruklarını sıkarak Lenin Meydanı’nda Haykırdı:
 ‘EY MOSKOVA! DİLİMİ VE DİNİMİ KAYBETMEDİĞİM SÜRECE SENDEN KORKMUYORUM!’

 (İKİNCİ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: İkinci günün sabah programından sonra neler vardı?
Mehmet Kâmil Berse: Üniversite’de ‘Kırımdaki Tarihî Eserlerin Fotoğraflardan Seçkiler Sergisi’nin açılışına gittik.
Üniversitedeki serginin açılışı dolayısıyla gerçekleşen; bu çalışmayı anlatan seminerde Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hakan Kırımlı’nın bilgi dolu anlatımını nefeslerimizi tutarak dinledik. Ardından Kırım’daki Üniversite’de hocalık yapan Nariman Abdülvahaboğlu’nun heyecanlı ve coşkulu anlatımından ise büyük keyif aldık. 2 aylık bir çalışma ile 5.000’e yakın fotoğrafın çekildiğini, Altınordu ve Hanlık dönemi ile, Osmanlı’dan kalan tarihî eserlerin tespiti için yapılan çalışmayı ayakta alkışlamak gerekiyordu. Türkiye’den beraber geldiğimiz ekibin Kırımdaki kısmında Nariman Hoca vardı. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Yurt Dışı Türkler Akraba Toplulukları Başkanlığı ile ortaklaşa yapılan bir çalışmayı takdirle ve şükranla karşıladık.
Sergi ile ilgili seminerin bitiminde zamanla yarışan ekibimizle hemen yola çıktık, Cuma namazını Bahçesaray Hansaray Camiinde kılmayı planlamıştık. Planımız bir eksikle gerçekleşti, Cuma Hutbemizi Celal Hocamız irad edeceklerdi, zaman minbere çıkmasına yetmedi Celal Hoca’nın. Namazdan sonra, güzel bir tesbihat ve Kuran ziyafeti veren ekibimiz, önce nefis bir mekanda öğlen yemeğinin ardından, Çufut Kale dibindeki Zincirli Medreseyi, Lariseş Kırım Milli Müzesini, Gaspıralı’nın makamını, Hacı Giray Hanın Türbesini Nariman Abdülvahaboğlu Hocanın zengin, renkli, heyecanlı, coşkulu anlatımıyla gezdik…Yüreğine sağlık Nariman Hocam!.. Rabbim sana ve senin gibilere hayırlı, uzun ömürler versin…
Çetinoğlu: Hansaray’ı gezmeyen, Kırım’a gitmiş sayılmaz… Derler.
Berse: Kapanmadan oraya da yetiştik, Hansarayla ilgili sayfalar dolusu yazsak yine de o mekânı anlatmaya yetişemeyiz… Topkapı sarayı örnek alınarak onun minyatürü yapılmış adeta, Ruslar tarafından 200 yıldır tahrib edilen, sanat değeri olan parçaları sökülüp Petersburg’a taşınan bu yapıda, kalanlar bile bize oranın ruhaniyetini yansıtıyor. Selamlık kısmı, kabul salonu, divan salonu, elçi kabul salonu, Hanlar için mescid’i, Altın varaklı çeşmesi, Gözyaşı çeşmesi ve Puşkin’in o esere hayranlığı, harem bahçesi, harem kısmı, harem odaları, kalem ve ağaç işleri, hasbahçesi, şahin kulesi, gülizar’ı, ve niceleri… Hasbahçe’de yorulup oturan ekibimiz sanki Gazi Giray Han’ın Mahur Peşrevi’ni dinliyordu.
Hansaray’da bizim gördüklerimiz aslının sadece kırıntılarıydı. O bile bize aslının manevî havasını hatırlatmaya yetiyordu… Gözlerimiz göreceğini görüyordu… Hansaray Camii  ibâdet’e açık ama mahzun, diğer eserler gibi yalvarıyor sanki;  
-Bana da el uzatın!
Hansaray’ın kapısında bal şerbetli Tatar Tatlıları’nı kapışan ekibimize, yaşlı Tatar kadınının otobüse binip dualar etmesi bizim için doyumsuz anlardan biriydi elbette…
Çetinoğlu: Programınızda Rusların ‘Sivastopol’ olarak andıkları Akyar şehri var mıydı?
Berse: Biz Zaman Tünelinin hızında sürdürüyorduk programımızı. Akşam oluyordu ama Sivastopol’a gitmemiz, görmemiz gerekiyordu.
Bir buçuk saate yakın bir yolculuk süresince zaman içinde zaman yaşamaya başladık.  Ekibimizin her birinde bulunan cevherler ortaya çıkmaya başladı, Sivastopol marşıyla başlıyan Mehter Marşları’nın ardından, Sanat müziğimiz ve Halk müziğimizin seçkin eserlerini başta solistimiz İsmail Yılmaz beyin icrası ve koro halinde söylenen eserler, Eyüp Ensari Ergin ve ardından Recep Çelik’in Halk Türkülerine dayanamayıp otobüs içinde Halay başı olan Ali Mazak… Sosyolojik olarak incelendiğinde insan fıtratında var olan değerlerin, bilgilerin, davranışların ortaya çıkması için uygun zeminler gerekirmiş…Zemin ve zaman çok müsaitti. Biz aslında Vatan Kırım’da kendimizi bulmuştuk….
Sivastopol girişinde Kırım savaşında şehit düşen Osmanlı ordusuna mensup askerlerin şehitliğini gün batmadan ziyaret ederek Kuran okuduk ve dualar ettik. Ekibimizin Baş Duacısı sevgili Celal Hoca’mız her mekana uygun dua ve niyazlarıyla hislerimize tercüman oluyor, Âminlerimize yol gösteriyordu…
Sivastopol adı aslında bizim kullandığımız adı değil bu beldenin, her ne kadar mehter marşında Sivastopol önünde yatan gemilerden söz edilse de, o yıllarda (1855) Rusların hâkimiyetinde ve onlar Sivastopol ismini koymuşlar, zaten şehir girişindeki Tak’ın üstünde şehrin kuruluş tarihini 1785 olarak yazmışlar. Yani o tarihten öncesini yok sayıyorlar, Bizim kullandığımız ise bizim olan Akyar.
Akyar’ın sâhil boyundaki meydanında güneşin batışını yudumladık adeta, içimiz burkulsa da Karadeniz’in kuzeyinden, Karadeniz’in güney sahillerine el salladık belki görürler diye…  
-Görün bizi Trabzon, görün bizi Samsun, Giresun, Sinop, görün bizi İstanbul, Dersaadet… Tarih boyunca buradaki insanlar da hep Anadolu’ya, İstanbul’a bakmışlar, Aktopraklar’a ümitle, umutla, heyecanla… İşte biz şimdi buradayız, bedenimizle ruhumuzla, insanlarımızla, işadamlarımızla, vakıflarımızla, heyecanımız hâlâ taze, ümitliyiz ve umutluyuz gelecekten…
Güneşi Karadenizin kuzey sahillerinde uğurladık yarına… Akşam vakti, namaz vakti Akyar Camii’nde bulduk kendimizi. 2012 yılında yapılışının yüzüncü yılında yenilenerek tekrar açılışı yapılan camide idik…
Çetinoğlu: Akyar’daki caminin hazin bir hikâyesi vardır…
Berse: O hazin hikâyeyi, oradaki kardeşlerimizden dinledik… Sürgün sonrası Stalin’in adamları camiyi depo olarak kullanmışlar yıllarca…1990 da sürgünden geri dönenler camilerinin depo olarak kullanıldığını görünce bu mekânı tekrar sahiplenmişler ve gece gündüz burada kalmaya başlamışlar,
‘Burası bizim camimizdir, burayı boşaltın.’ Diye uzun süreli direniş göstermişler. Nihayetinde idare burayı boşaltmış ve cami olarak kullanılmasına müsaade edilmiş. Restorasyonu tamamlanıp geçtiğimiz yıl yapılışının yüzüncü yılında tekrar ibadete açılan çok güzel bir cami Akyar Camii…Gecenin bir vakti Akmescit’e geri dönüş…Kırım’daki ikinci günü de gece yarısı Moskova otelde tamamlıyoruz….
Çetinoğlu: Üçüncü güne bedenen yorgun, zihnen ve ruhen dinç olarak başlamışsınızdır…
Berse: Üçüncü günü sabahına Cumartesi gününde Sürgün Mitingi’ne katılmakla başladık. Salgır ırmağı boyunca eşsiz bir doğanın içinden tarihe yolculuk yapıyoruz, Salgır üzerindeki tarihi köprülerden; kâh nehrin sağ yanına Kâh sol yanına geçerek nehirle sarmaş-dolaş oluyoruz. Bazen kendimizden geçip yürüyüş kolunda marşlar söylemek istesek de kendimizi zor tutuyoruz. Sabahleyin otelde bizi ziyarete gelen kıymetli kardeşimiz İsmail Bey Gaspıralı’nın torunu Gülnara Hanım bu yürüyüşümüzde bizlere bir noktaya kadar eşlik etti, Salgır’ın sağ tarafında şehrin bir iç meydanında İsmail Gaspıralı’nın büstünü ve kitâbesini bize göstermek istemişti. Orada da kendisine dualar ettik saygımızı muhabbetimizi tazeledik, kadraja aldığımız fotoğraflarda herkesin geleceğe baktığını gördük….
Çetinoğlu: Sürgün Mitingi nasıl geçti?
Berse: Miting Lenin meydanında idi. Meydana yakın bir kafe de oturup saati beklemeye başladık. Nihayet kalabalıklar alanı doldurmaya başladı. Biz de alanda yerimizi aldık… Alana hâkim balkonda sunuculuk yapan Rıfat Çubarov’du… ateşli sunumlar yapıyordu…
Birkaç şarkıcının sahne almasından sonra, miting çifte ezanla başladı, kırk bin kişinin doldurduğu alanda çıt çıkmıyordu… Lenin meydanında idik, meydanın ortasında büyük bir Lenin heykeli duruyordu… Ezanın ardından Kırım Müftüsünün duasından sonra miting konuşmaları başladı… Misafir konuşmacılardan  sonra kürsüye Ayşe anamız çıktı, iki gün önce Üniversitede dinlediğimizden farklı bir Ayşe ana vardı kürsüde…
Yüreği dağ gibiydi, sözleri volkan gibiydi, yumruk yaptığı iki eli balyoz gibiydi adeta… 
‘Dilimi, dinimi kaybetmedikten sonra senden korkmuyorum Rusya!’ diye haykırıyordu. Kalabalıkları sinesinde yaşatıyordu… Türkçe yaptığı konuşmasının aynısını Rusça olarak ta tekrarladı,.. Hepimiz gençliğimize gittik bu alanda, rüyada gibiydik, hüzün içinde bir mutluluk yaşıyorduk… Ardından Mustafa Aga kürsüye çıktığında gökyüzü dayanamadı, rahmetini boşaltmaya başladı kalabalıkların üzerine…. Sürgün Mitingi coşkuyla, umutlarla son buldu….
Öğlen yemeğinde gene güzel bir restoranda bu sefer balık yedik… Camii Kebir de namazları eda ettikten sonra Mustafa Aga ile olan Randevumuza yetiştik.
Mustafa Aga, Kırım Millî Meclisi ve Başkanlığı olarak kullanılan küçük ve mütevazı binanın küçük bir salonunda kabul etti bizi… Hayatı boyunca vatanı ve milleti için mücadele eden ilkeli ve dik duruşlu bir lider Mustafa Aga… Dersaadet’in hediyesini kendisine takdim ederken anlamlı sahneler yaşadık. Kendisiyle uzunca bir süre sohbet ettik, Millî Meclis binasının kapısına kadar bizi uğurlarken kapıda hatıra fotoğraflar çektirdik…
Çetinoğlu: Rusların ‘Yepvatorj’ olarak andıkları bizim Gözleve şehrinde bizim Mimar Sinan’ın yaptığı Gözleve Camii ziyaretinizden mahrum kalmamıştır inşallah…
Berse: Kalmadı. Miting sonrasında gün akşam olmak üzere idi ama bizim için bitmemişti… Gözlev’e doğru yola çıktık. Yol boyunca tabiat harikası yerlerden geçtik yeşil olmayan hiçbir yer yoktu yarımadada, Gelincik tarlalarında poz veren arkadaşlarımız oldu…
…Karadeniz kıyısındaki Gözlev’e vardığımızda akşam olmuştu… Kırımda Mimar Sinan’ın tek eseri olan Han Camii’nde görevimizi yaptık… İki minareli tipik bir Sinan eseri olan cami Karadeniz’in bu kıyısına mühür vurmuş. Yanlış da olsa restorasyonu bir ölçüde yapılmış…. Çevresinde Karaim kilisesi, Ortodoks kilisesi var…Osmanlı topraklarında yaşanan hoşgörünün bariz bir örneği adeta…
Akşam hava kararmıştı, Gözlev’de görmemiz gereken harabe halindeki Mevlevihane’yi, Odun kapısını göremedik… Akmescid’e döndüğümüzde gece geç saatler olmuştu…
Çetinoğlu: Ve dördüncü gün… rüyadan tatlı hayallerden uyanış günü. Dördüncü gün…
Berse: Zaman Tünelimizde dördüncü gün olan Pazar sabahına uyandığımızda, bu gün yapmamız gereken çok şey vardı… Kahvaltıda Aziz Mahmud Hüdai vakfına bağlı Merhamet Vakfı’nın başkanı Fatih Hoca’nın misafiri idik. Faaliyetleri hakkında bizi bilgilendirdiler, yaptıkları faaliyetler bizleri çok mutlu etti…
Kahvaltı sonrası çay içmek için Akmescid’teki Türk Okulu’nda randevumuz vardı, SİS okullarının genel müdürü Sait Hoca’nın kurumun faaliyetleri hakkında bizlere bilgi vermesi, yapılan hizmetlerin büyüklüğü ve önemi bizi ziyadesiyle memnun etti…
Çetinoğlu: Kırım demek biraz da Yalta demektir… Karadeniz’in kuzeyinde bir Akdeniz şehri…
Berse: Vakit öğlene geliyordu, Yaltaya doğru yola çıktık. İlk durağımız Cengiz Dağcının defnedildiği ve çocukluğunun geçtiği Yalta Kızıltaş köyü idi…
Önce, şu anda bir Rus ailenin oturduğu evinin bahçesini gezdik. Balkonundan Karadeniz’e Ayu Dağı’na bakarken O’nun görmeden anlattıklarını hatırlamaya hissetmeye çalıştık. Ardından defnedildiği Kızıltaş Köyü’nün tepesindeki mezarlığa çıktık… Her taraf çiçeklerle bezenmişti, çiçekler ve böcekler Cengiz Dağcının en sevdiği canlılardı, eserlerinde onlardan sıkça bahsederken; ‘Benim vatanımın çiçekleri böcekleri…’ Der. Bizler o çiçekler ve böceklerle tanış olduk… Başında tahta mezar başlığıyla mahzun mezarında, Ruhuna Fatihalar okuduktan, dualar ettikten sonra, huzurundan ayrıldık… Cengiz Dağcı 69 yıllık Vatan hasretinden sonra, Kızıltaş Köyü’nün Karadeniz’e bakan bağları ve dağları arasında ayaklarını Ayu Dağı’na uzatmış huzur içinde yatıyor, Rabbim mekânını cennet eylesin…
Yalta’ya geldiğimizde Kırlangıç Kale manzaralı bir restoranda nefis bir balık yedik, ortak kanaatimiz; dondurması harikaydı… Öğle yemeğinin ardından Livadiye Sarayını gezdik, İkinci Dünya savaşı sonrasında Dünyanın paylaşıldığı saray olarak kabul edilen Livadiye Sarayı’nın bütün mekânlarını inceleme fırsatını bulduk. İçler acısı olan, bir zamanlar bizim hanlarımızın sultanlarımızın hakim olduğu bir beldede, bir Rus sarayında; Churcil’in, Rosvelt’in,Stalin’in oturup dünyayı pay ettiklerini müşahede ediyoruz…Livadiye Sarayı’nın hemen bitişiğinde kilisesi var kendisine ait. Çar, Kilise kapısının hemen karşısına balkanlardan getirdiği bir Osmanlı Mezar Taşını! süs olarak dikmiş…
Yalta sahiline inerken Yalta Camii’ni de ziyaret ettik tabiî ki, imamı Kayserili… Kayserili dostlarımız hemen kaynaştılar hocayla. Cami olarak kullanılan bina aslında İsmail Bey Gaspıralı’nın açtığı Millî Mekteb’lerden birine ait bina imiş. Zaman daralıyor,  Yalta’dan ayrılıyoruz… Havaalanı’na yetişmemiz gerek…
Çetinoğlu: … Ve rüya bitti…
Berse: Sorularınızı cevaplandırırken rüyayı yeniden yaşadım…
Çetinoğlu: Okuyanların da yaşamasına vesile oldunuz. Gezinin genel bir değerlendirmesiyle söyleşimizi bitirebilir miyiz?
Berse: Havaalanında Kırım’da bıraktığımız bütün dostlar bizleri uğurladılar. Onlara çalışmalarında başarılar ve tekrar buluşmak temennileriyle, İstanbul’a gitmek üzere Kırım Akmescit’ten havalanıyoruz…
Vatan Kırım’ı aslında geride bırakıp ayrılmadık. Yüreğimizde, düşlerimizde Kırım’ı ve Kırımlı soydaşlarımızı yanımıza alarak dönüyorduk. Kırım’a ilk defa gelen, Kırım ile akarabalık bağları olmayan arkadaşlarımızla dahi, artık Kırım ve Kırımlı kardeşlerimiz için neler yapabilirizin planlarını birlikte paylaşmaya başladık.  
İsmail Bey Gaspıralı’nın ifadesiyle “Milletin için ne yapmak istersen, elinden gelen işle bugün hemen başla!..” düsturu ile hareket etmeliyiz…
Dersaadet’ten yeni ufuklara yeni hedeflere doğru, hizmet ve kültür köprüsü olmaktır dileğimiz…

MEHMET KÂMİL BERSE:

1955 yılında, İstanbul’un Fatih ilçesinde doğdu, Halen doğduğu evde oturuyor. Anne ve babası 1854-1855 de Kırım’dan Türkiye’ye göç etmiştir.  
İstanbul İmam Hatip Okulu, Bursa İktisadî Ticarî İlimler Akademisi İşletme bölümünü bitirdi.
Çocukluğundan itibaren, Kültürün, kitabın, derginin içinde oldu. Okul yıllarında Gazete ve dergi çıkarmaya başladı.
Gençlik yıllarında Millî Türk Talebe Birliği (MTTB), Yeşilay Cemiyeti Kompozisyon ve Şiir yarışmalarında dereceler aldı, Mavi Kırlangıç Dergisi’nde yayınlanan yazısı dolayısıyla edebiyat camiası ile tanıştı.
Genç Kalemler, Adım, Yeniden Doğuş, Vahdet, Beldemiz Gaziosmanpaşa ve Tahtakale dergilerinin  sahibi, genel yayın yönetmeni ve editörlüklerini yaptı. Dil ve Edebiyat Dergisinin Kuruluşunu gerçekleştirdi, 29 sayı editörlüğünü yaptı.
Birçok dergide makale, biyografi, mizah ve gezi yazıları yayınlanmaktadır. Türkiye’nin ve dünyanın bir çok şehrini gezme fırsatı bulup seyahat ettiği her ülke ve  şehir hakkında yazılar kaleme aldı.
Şiir yazdığını, ama şairliği kabul edemediğini ifade eder.
‘İstanbul Şehrengizi’ başlığı ile iki yıldır İstanbul kültür merkezlerinde aylık konferanslar gerçekleştirmektedir. Konferanslarına; Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde devam etmekte,  panellerde konuşmacı olarak yer almaktadır.
Birçok sivil toplum kuruluşunun kurucusu ve yöneticisi oldu.
‘Martı Ajans’ ve ‘Reklam Ajansı’  ile ‘Kalem Kitabevi’nin sâhibidir
Yurt içinde ve yurt dışında kültürel programlar gerçekleştiren Dersaadet Kültür, Edebiyat, Dil, Sanat ve Tanıtım Platformu Derneği Genel Başkanlığını yürütmektedir.
 ‘Şehir ve Kültür’ dergisinin sâhibidir, genel yayın yönetmenliğini üstlenmiştir.
Yayınlanan eserleri;
*Meraklısı için İstanbul Seyahatnamesi ,(Tükendi) *İstanbul Şehrengizi, *İsmail Bey Gaspıralı.                                                       
Yayınlanacak eserleri;
*Sürgünden Soylu Kırım’a, *Üç Okyanus Dört Kıta, *Kitap, Kütüphane ve Türkçemin Hikâyesi, *Toplumumuzu Aydınlatan Münevverler.

(BİTTİ)