Bugün onuncu evlilik yıldönümüm. Tam nasıl geçti habersiz modundayım. Hep bir hareket, bir koşturmaca. Yeni kitabımı hazırlarken evlilik üstüne birkaç cümle yazmıştım. Sizinle paylaşmak istiyorum.

“Hayatın ritmine uyum sağlamak, özellikle evlilik gibi derin ve karmaşık bir ilişkideyken, bir tango dansına benzer. Tango, tutku, anlayış ve iki partner arasındaki uyumu gerektiren bir dans türüdür. Evlilik de benzer şekilde, eşler arasında sürekli bir uyum ve iletişim gerektirir. Bu dans, bazen hızlanırken bazen yavaşlar; önemli olan, müziğin değişen ritmine uyum sağlayabilmektir.

Tango, bir adımı yanlış attığınızda bile, dansın akışını bozmak yerine, hatayı kabullenip uyum içinde devam etmenizi gerektirir. Evlilikte de hatalar ve anlaşmazlıklar kaçınılmazdır. Ancak bu durumlar, iletişim ve anlayışla çözülebilir. Partnerinizin adımlarını hissetmek, onun hareketlerine uyum sağlamak, tıpkı tango dansındaki gibi, evlilikte de büyük önem taşır.

Örneğin, bir çiftin finansal zorluklarla karşılaştığını düşünelim. Bu durum, dansın ritmini bozabilir, ancak çift, sorunları birlikte aşmayı öğrenirse, dans daha da güçlenir. İletişim, bu sürecin temelidir. Finansal planlama yapmak, hedefleri belirlemek ve birbirinin görüşlerine saygı duymak, evlilikteki uyumu korumanın yolları arasındadır.

Bir diğer örnek, çocuk yetiştirme konusunda farklı görüşlere sahip olmaktır. Burada da, tango dansındaki gibi, liderliği paylaşmak ve birbirinin adımlarını takip etmek önemlidir. Ebeveynlik, iki kişinin birlikte uyum içinde hareket etmesini, bazen birinin diğerine rehberlik etmesini, bazen de birlikte yeni adımlar öğrenmesini gerektirir.Sonuç olarak, evlilik, iki insanın birbirlerine duyduğu aşk, saygı ve anlayışla sürdürdüğü bir yaşam dansıdır. Bu dansın güzelliği, her iki tarafın da adımlarına uyum sağlayabilmesi, birlikte büyüyebilmesi ve müziğin ritmine göre dans edebilmesindedir. Evlilikteki her zorluk, dansın bir parçasıdır ve uyum içinde hareket edildiğinde, evlilik daha da güçlenir. Unutmayın, evlilik bir tangodur ve tango, iki kişiyle dans edilir.” Bir de bütün bunlara iki farklı kültür ve gelenekler eklenince zor ve sallanarak olabiliyor. Ama tüm bunları sabır ve sakinlikle karşılarsan bir ömür boyu olabiliyor. Evlenmeye karar verdiğimde çevremde hiç kimse inanamamıştı. Haber verdiğim herkes şok olmuştu.Benim gibi çılgın bir işkoliğin evlenmesi Ferhat ile Şirin’in birleşmesi gibi bir şeydi.Bu arada ben evleneceğim diye haber verdiğimin ertesi sabahı babam beni aramış ve şöyle demişti. “Almula, ben bir rüyamı gördüm, kabus mu bilmiyorum ama sen evleniyormuşsun”. Aslında kariyer ve evlilik beraber yürüyormuş, eğer doğru insanı bulabilirsen.

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ VE KADIN HİKAYELERİ

Bu hafta çok önemli bir hafta. Biz de Yüksek Ökçeler Ses oyuncuları olarak önce Frankfurt’ta arkasından Berlin’de “Kadın Hikayeleri” oyunumuzu oynayacağız, birbirimizi sarmalayacağız.Oyunumuzu gurbetteki vatandaşlarımıza oynama fikrini ilk olarak Türkiye Cumhuriyeti Frankfurt Başkonsolosumuz Erdem Tunçer’e açtığım andan itibaren bize destek verdi. Kadın hikayeleri Internationale Theater Frankfurt’ta 8 Mart’ta sahneleniyor. Türkiye’nin Frankfurt Başkonsolosluğuna bağlı Kadınlar Kolu’nun gerçekleştireceğietkinliklere aynı zamanda“bilim, sanat ve eğitim dünyasında kendini gerçekleştirmiş kadınlar katılacak. Almanya’da yapay kalp nakli yapan ilk kadın cerrah olarak tarihe geçen, Almanya’da ‘yılın doktoru’ seçilen Dr. Dilek Gürsoy ile dünyanın en iyi 50 öğretmeni arasına giren ve Avrupa Parlamentosu’nun ‘Lider Kadın’ ödülünü alan Dilek Livaneli’de kadınlar günü programındalar ve Kadınlar Günü’nü birlikte kutlayacağız. Bu organizasyonun üstlendiği etkinlikte pek çok sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek göçmen kadın dayanışmasını birlikte yaşatmayı ve geleceğin kendini gerçekleştirmiş kadınlarına destek olmayı hedefliyor. Tüm geliri Bridge to Türkiye fonu aracılıyla 6 Şubat depreminden etkilenen öğrencilere eğitim desteği olarak bağışlanacak.

Turnemizin ikinci ayağı 10 Mart’ta Berlin’de ‘JockerEventHall’daTiyatro Yüzyüze’ninorganizasyonun’da gerçekleşiyor. Frankfurt, Berlin ve çevresinde yaşayan seyircilerimizi bekliyoruz.

KADIN NE İSTER?

Bodrum Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun kadınlar gününe özel sahneleyeceği “Kadın ne ister” oyunu, 8 Mart’ta Nurol Kültür Merkezi’nde.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Bodrum Belediyesi Şehir Tiyatrosu, bu kez seyircisiyle interaktif bir oyunla buluşuyor. Bodrum Belediyesi Şehir Tiyatrosu kadrosunda çalışmalarını sürdüren canım arkadaşım ve meslektaşım Mihriban Er, 8 Mart Dünya EmekçiKadınlar Günü’nde kendisinin yazdığı “Kadın Ne İster?” adlı interaktif oyunda bu soruyu sadece kadınlara değil, erkeklere de soruyor. Mutlaka izleyin ve bakın bakalım içimizden, aklımızdan neler geçiyor?

Oyun, Nurol Kültür Merkezi Bodrum Belediyesi Şehir Tiyatrosu Sahnesi’nde saat 20:00’de başlıyor. Müzikli – interaktif oyun ücretsiz ve davetiyeli olup, davetiyeler Nurol Kültür Merkezi gişesinden temin edilebilir. 

DÖRDÜNCÜ AY- DER VİERTE MONAT

Dünya emekçi kadınlar gününe özel bir oyunda okuldaşım ve meslektaşım sevgili Burcu Fırat Uygur’a ait. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro oyunculuk bölümünden mezun olup yüksek lisans için geldiği Almanya’da kalarak pek çok başarılı işlere imza atmaktadır.
Almanya’da ilk kez sahnelenecek olan ‘Dördüncü Ay’ adlı oyun İsveçli yazar BjörnBoström tarafından kaleme alınmıştır. Dördüncü Ay, dünya çapında din, köken ya da dil ayrımı gözetmeksizin, kadınlara yönelik şiddetin en çok karşılaşılanlarından biri olan, gerçek bir namus cinayetini konu almaktadır. Oyun, siyasi nedenlerle ailesiyle birlikte Türkiye’den İsveç’e göç eden ve İsveçli bir erkekle olan ilişkisi nedeniyle babası tarafından vurularak öldürülen Fadime Şahindal’ın gerçek hikayesine dayanıyor. Ancak oyunda cinayet abi tarafından işlenmektedir.

Tek isteği, kararlarının ve bedeninin sahibi olarak hayata devam etmek olan bu genç kadın, 25 yaşına kadar İsveç’te ailesinin öngördüğü töre ve namus kavramları ile savaşmak zorunda kalmıştır.

Kendi ve İsveç toplumunun kültürü arasındaki mesafede sıkışıp kalan Fadime’nin hayatı, bilgisayar kursunda İsveçli bir gence aşık olmasıyla kabusa dönmüştür.

Oyun bize, bir kadının aşık olduğu bir insanla birlikte olma hakkı da dahil olmak üzere, kendini var etmek için gösterdiği cesaret yüzünden nasıl babası ve erkek kardeşi tarafından, psikolojik ve bedensel şiddete sürekli maruz kalıp onlar tarafından cinayete kurban gittiğini anlatır.

İsveç’te işlenen ilk töre cinayetinin sembolü olan Fadime, aşık olduğu Patrick’le hayatına devam edebilmek için ailesini karşısına almış ve bu durumda olan kızların daha fazla aile baskısı görmemesi için kadın hakları savunucusu olarak birçok televizyon kanalına çıkmış, gazetelerde demeçler vermiş ve mecliste çıkıp konuşma yapmıştır.

İsveç Meclisinde yaptığı konuşma sonrasında birçok politikacı, halk ve devlet, kadın haklarının korunması için sesini yükseltmeye başlamıştır.

Fadime meclisteki dokunaklı konuşmasını şu sözlerle sonlandırmıştır:

“Bu kadar yüksek bir bedel ödemiş olmama rağmen özgürlüğümü alıp gitme kararımdan pişman değilim. Ailem, onurunu ve bir kızını kaybetti; ben de tüm sevdiklerimi kaybettim... Başıma gelenler hakkında bir şey yapamazsınız, ancak bundan ders çıkarmanın ve gelecekte bu tür olayların tekrar yaşanmaması için bir şeyler yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Herkes üzerine düşeni yaparsa, bu tür olayların bir daha yaşanmasına gerek kalmaz. Kültürel geçmişiniz ne olursa olsun, her genç kadın için bir aileye ve istediği hayata sahip olmak doğal bir mesele olmalıdır. Ancak ne yazık ki, pek çok genç kız için bu söz konusu değil.

Umarım siyasetçilerimiz, namus temelli baskıya karşı yürütülen çalışmaların sürekli ve uzun vadeli bir perspektife sahip olması gerektiğinin farkına varır.

Umarım onlara sırtınızı dönmezsiniz, onları görmezden gelmezsiniz.”

Fadime bu konuşmadan iki ay sonra, babası tarafından üç kurşunla öldürülür. Oyun7 Mart"ta Theater Mummpitz'de prömiyer yapacak. Oyuncular Nazlı Tozan ve Erdal Ekiz. Mutlaka seyredin isterim.

DÜNYA EMEKÇİLER GÜNÜ TARİHİ 1800'LÜ YILLARA DAYANIYOR

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün tarihi, 1800'lü yıllarda tekstil fabrikasında çıkan bir yangına dayanıyor. 

Bir tekstil fabrikasında başlattıkları grevde çıkan yangında 129 kadın can verdi. Bu feci olayın tarihi 8 Mart 1857'ydi.

40 bin kadın işçi, ABD’nin New York kentinde, bir dokuma fabrikasında greve başladı. Sadece "daha iyi çalışma koşulları" istiyorlardı.Polisin fabrikaya kilitlediği kadın işçilerden 129'u, içeride çıkan yangında can verdi.

8 Mart'ın Kadınlar Günü olarak kutlanması için ilk teklif 53 yıl sonra geldi. 26-27 Ağustos 1910'da Danimarka'da toplanan İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar konferansında.O kadınların anısına 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması ancak 54 yıl sonra olabildi.Alman Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden ClaraZetkin, ölen ABD'li kadın işçilerin anısına 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını önerdi.Öneri oy birliği ile kabul edildi. İlk anma 1911 yılında oldu. 10 yıl sonra, 1921'de Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda günün adı "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak değiştirildi.Bazı ülkeler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Kadınlar Günü kutlamalarına ve anmalarına yasaklar, kısıtlamalar getirdi. Kadınlar 1960’lı yılların sonunda 8 Mart’ı yeniden anmaya başlayabildiler.

Son olarak Birlemiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977'de, 8 Mart tarihinin "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.Ancak orada, BM tarafından yazılan günün tarihçesinde, ölen işçilerin anısına atıf yapılmadı.8 Mart Türkiye'de ilk kez 1921'de kutlandı. 1975 yılından sonra kitlesel kutlamalar başladı. 12 Eylül Darbesi ile ara verilen kutlamalar 1984'ten bu yana devam ediyor.

MUTSUZLUĞUN SAVUNMASI

Mutsuzluk kaçınılmazdır ama hayat her zaman bundan daha fazlasıdır.Günlük mutluluk üzerine şimdiye dek yapılmış en uzun bilimsel çalışma. Mutluluğu ölçmek imkânsızdır...Bu cümle size tanıdık gelebilir ancak Kopenhag’daki Mutluluk Araştırma Enstitüsü’nde yaklaşık 20 yıldır yapılan bilimsel bir çalışma mutluluğa dair inançlarınızı altüst edecek.Veri analisti AlejandroCencerrado, 18 yaşından itibaren kendi mutluluğunu ölçmeye başladı ve 0’dan 10’a kadar puanlayıp kaydederek gelişmiş istatistiksel cihazlarla analiz etti. Cencerrado, bu zaman diliminde finansal krizlere girip çıktı, üç farklı ülkede yaşadı, Nokia’dan akıllı telefona geçti, Corona virüs salgınına şahitlik etti, evlendi ve hamilelik testinde pozitifi gördü... Peki tüm bunlar olurken mutluluğu nasıl bir seyirde ilerledi?Mutsuzluğun Savunması, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi çok yönlü disiplinlerin iç içe geçtiği, bilimsel analizlerle insanlığın en derin özlemine yeni bir bakış açısı kazandıran şaşırtıcı bir kitap. Amaç size bir mutluluk reçetesi sunmak da değil, aksine ele avuca gelmeyen o duygunun aslında nerelerde gizlendiğini göstermek.

AŞK AYRILIKTAN DA ACI

Bu hafta okuduğum keyifli kitaplardan biri de sevgili Özgür Aras’ın yazdığı‘Aşk ayrılıktan da acı’. Şöyle diyor özetinde;bazen olmasını çok isteriz... Bunun için dua eder, gözyaşı döker, hayatımızın tek amacı buymuş gibi yaşarız. Ama kader, kendimiz için en iyisi olduğunu düşündüğümüz ihtimali çok uzağımıza atarken, bambaşka sınavlarla buluşturur bizi. 

Leyla da tüm kalbiyle sevdiği adama kavuşacağı günleri beklerken bir gecede hem aşkını ve hayallerini hem de onu büyüten biriciğini kaybeder. Hangi acısına üzüleceğini şaşırmış, perişan halde düştüğü yollarda, bir daha mutlu olamayacağına inansa da hayatın ona bambaşka sürprizleri vardır.

Aslında en çok istediğimiz şeyin bizim için en hayırlısı olmayabileceğini, eğer hayata ve kader planına güvenirsek hak ettiğimiz mutluluğa kavuşmanın çok daha kolay olacağını keşfeder Leyla. Yeter ki kendimizi akışa güvenle bırakalım ve inanmaktan asla vazgeçmeyelim. Çünkü yaşayan bilir ki tam da umudu kestiğimiz o karanlık günün ardındadır güneşin en aydınlık hali...  

Kendi ruhsal şifasını bulduktan sonra başka kırık kalpleri iyileştirme mücadelesine giren genç bir kadının aşk, dostluk, vefa ve iyilik dolu öyküsünde siz de kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

DEĞERLERİMİZİ KÜSTÜRMEK ZORUNDA MIYIZ?

Bu hafta Amerika’dan acı bir haber geldi. Sevgili Tolga Savacı’yı kaybetmişiz. Tanıdığım en beyefendi, karakteri sağlam, kibar ve aslında gerçekten bu dünyaya göre fazla iyi bir adamdı. Çok yakışıklıydı, iyi bir oyuncuydu. Ama birçok gerçek sanatçının başına gelen gibi küstürülmüş bir oyuncuydu. O sevgili Nermin Bezmen’le dünyasını kurmuş, büyük bir aşkın içindeydi. Kendilerine ait harika bir dünyaları vardı. Çok sevdiler birbirlerini. Bunu sadece fotoğraflara bakarak bile anlayabilirsiniz. Tarifiz bir acı yaşayan Bezmen, sosyal medyada eşiyle kol kola bir fotoğrafına yer verdi ve şu notu düştü:Canım sevdiceğim, hani bir şey anlatmıştın bana; gençliğinde Fenerbahçe burnunda yaşlı bir çift görmüştün el ele ve imrenmiştin. 'O günden beri böyle el ele yaşlanacağım bir kadın aradım, ta ki seni tanıyana kadar' demiştin bana. Hani onlar gibi yaşlanacaktık, el ele... Hani kıyılarda dolaşacaktık yürek yüreğe... Denizlere açılacaktık yelkenlilerle... Şimdi ben yalnız kaldım, sıcaklığın hala tenimde, gözlerinin yeşili benim mavilerimde, kıyılar yalnız, sen limandan ayrılan sessiz gemide. Güle güle dev yürekli sevgilim. Yolculuğun, biliyorum, cennete.En son bir televizyon programında Pir Sultan Abdal’dan bir şiir okurken dinlemiştim.O kadar yumuşak, duygu doluydu ki, gözyaşlarımı tutamamıştım.Değerlerimizi hep küstürmek zorunda mıyız? Niye yaşarken hatırlamayıp hep ölümünde konuşuyoruz? İşte TolgaSavacı’nın harika yorumuyla ‘Erenler’ şiiri.

Bir güzelin aşığıyım erenler
Onun için taşa tutar el beni
Gündüz hayalimde gece düşümde
Kumdan kuma savuruyor yel beni

Al gül olsam al gerdana takılsam
Kemer olsam ince bele sarılsam
Köle olsam pazarlarda satılsam
Yarim deyi al sinene sar beni

Abdal Pir Sultan'ım gamzeler oktur
Hezaran sinemde yaralar çoktur
Benim senden özge sevdiğim yoktur
İnanmazsan git Allah'a sor beni