KIRGIZİSTAN’DA MİSYONER FAALİYETLERİ

 

Batılılar buraya geldiğinde onların ellerinde İncil, bizim ellerimizde topraklarımız vardı .

Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler.

Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklar vardı.

 

Kenu Kenyattu

Kenya Kurucu Devlet Başkanı

 

Misyonerler kapitalist sömürü düzeninin öncü kuvvetleridir. Onların yeryüzünde ulaşmadığı yer yoktur. Son 20 yıldır, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Türk cumhuriyetlerinde faaliyet gösteriyorlar.

 

Dine, inanca karşı savaş açan Marksist düşüncenin yetmiş dört yıllık icraatı neticesinde Sovyet coğrafyasının tamamında büyük bir inanç boşluğu meydana gelmişti. O boşluğu, Hıristiyan misyonerler dolduruyor.  

 

1991 yılında Sovyetler Birliği dağılınca her cemaatin kendi inançlarının propagandasını yapabileceği bir ortam doğdu. Tabir caiz ise malını pazarlamak isteyen herkes bohçasını kapmış gelmiş, bu pazarda yerini almış. Babtisler, Yahova şahitleri, Krişnalar, Bahayiler hatta Budistler ve daha niceleri…

 

Bir Müslüman köyüne bir misyoner geliyor. Milleti başına topluyor, başlıyor vaaz etmeğe: ‘Müslümanlıkla, Hıristiyanlık arasında bir fark yoktur ikisi de ayni şeyleri söylüyor. Kötü olan şey dinsiz olmaktır. Bundan kurtulmak gerek. Her iki din de ayni şeyi söylediğine göre, arada bir fark olmadığına göre, en yakın ibadethane de kilise olduğuna göre; buyurun kiliseye gidelim…’ Diyerek milleti götürüyor.

 

İnançlar rejimlere benzemez. Rejimler gelip geçicidir, ama inançlar gelip geçici değildir. Bir ülkede demokrasi varken bir darbe olur diktatörlük gelir. Üç beş sene sonra tekrar demokrasi gelir. Nitekim dünyanın en zâlim idâre tarzlarından biri olan Komünizm bile çekip gitti, hem öyle bir gitti ki adres bile bırakmadı. Sadece arkasında enkaz bıraktı.

 

İnançlar rejimler gibi değildir, girdiği ülkede yüz yıl da geçse orada yaşar. Zaten Kırgızistan’da % 10’un üzerinde bir Hıristiyan nüfus var. Bu nüfusa ilave edecekleri yeni nüfus alanları ile ülkede hâkimiyet kurmağa çalışacaklardır. Eksiklerini iç ve dış medya desteği ile tamamlayarak iktidar

olanlar emperyalizmin sömürü düzenine yol açacaktır.

 

Papanın birinci bin yılda; Avrupa’da, ikinci bin yılda Amerika kıtasında Hıristiyanlığı hâkim hâle getirdiklerini, üçüncü bin yılda ise hedef olarak Asya'da Hıristiyanlığı hâkim hâle getireceklerini söylediği rivâyet ediliyor.

 

Yolda, sokakta, dağda, bayırda, rastladığınız misyonerlerin bıkmadan, usanmadan, Papanın gösterdiği hedefe ulaşmak için nasıl bir gayretli çalışma içinde hareket ettiklerini bizzat görüyorum.

 

Misyonerler malî imkânlar açısından da fevkalade güçlüler. Ceza evleri, okullar, pazar yerleri, ev ziyaretleri v.s. her yer, her zemin çalışma alanları….

 

Din görevlimizin gittiği köyde ona sahip çıkacak az çok bir cemaat var. Çocukların elinden tutup Kur'an kursuna getiren veliler var. Misyonerin böyle bir zemini de yok. Ama esefle kabul etmeliyiz ki misyonerler bizim din görevlilerimizden daha fedakâr.

 

Elbette istisnalar her zaman her yerde olduğu gibi burada da var. Çok fedakâr, çok çalışkan görevlilerimiz de var.

 

Zeynel Hoca  Kırgızistan’aki din görevlilerimizden birisi. Bişkek'te Manas Üniversitesine çok yakın bir camide görevli. Cemaatinden birisi geliyor, ‘Hocam şu aşağıdaki okulda çocuklara nasihat etmek için belli gün ve saatlerde bir papaz geliyormuş, biraz konuştuktan sonra İncil okuyormuş. Bu okulun talebelerinin yarıdan fazlası Müslüman ailelerin çocukları, sen de gel çocuklara Müslümanlığı anlat…’ Diye talepte bulunuyor.

 

Hoca efendi ertesi gün sabah okula gidiyor. Okul müdürüne talebelerin kahir ekseriyetinin Müslüman olduğunu, müsaade edilirse kendisinin de hiçbir ücret talep etmeden çocuklara Müslümanlığı anlatmak istediğini söylüyor. Biraz uğraştıktan sonra gerekli müsaadeyi alıp derslere başlıyor..

 

Zeynel Hoca anlatıyor:

 

Papazla sınıflarımız karşılıklı.  Arada sadece bir koridor var. Papaz çantasında elma getiriyor, dersin ortasında elmayı ortadan kesiyor. Yarım elmayı bir Rus çocuğa, yâni bir Hıristiyan’a, diğer yarım elmayı da bir Kırgız çocuğa, yâni bir Müslüman çocuğa veriyor.

 

Bu manzarayı bir Türk iş adamına anlattım. O kişi de Hocam hangi gün dersin varsa o gün gel ben bir koli çikolata vereyim, sen de çocuklara çikolata dağıt… Dedi.’

 

Böyle güzel hareketler yok değil.

 

Fakat misyoner faaliyetleri ülke çapında ve devamlı oluyor. Fevkâlâde büyük imkânları var. Bâzı yerlerde içine yüz dolar koyarak İncil dağıtılıyor. Bazı mühim kişilerin Hıristiyan olmasına vesile olanlara veya beş - on kişinin Hıristiyan olmasına vesile olanlara ev veriliyor. Bizim din görevlilerimizin böyle bir imkânı yok.

 

Binlerce sahabe mezarının bulunduğu, İmam Buharinin, İmam Maturidinin, İmam Serahsinin, Farabinin, İbni Sina’nın ve daha binlerce ulemanın yaşadığı bu mukaddes topraklarda maalesef Müslümanlardan binlerce Hıristiyan olan insanlar var.

 

Meraklı bir arkadaşımız bakanlığa müracaatla devletten izin alınarak açılan kilise sayısını öğrenmek istedi. Bu müracaat 2001 yılında yapılmıştı. Alınan cevapta; 2.000 yeni kilise açıldığı belirtildi.

 

Meselenin mühim tarafı, bu yeni açılan kiliseler yeni Hıristiyan olanlar içindi. Çünkü  2.000 kilise

Ortodoksların kiliselerinin dışında olanlardı. Ruslar Ortodoks olduğu için onun hesabı ayrı tutuluyordu.

 

Peki bu Hıristiyan olanlar kim? Bunlar bizim insanlarımız.

 

Ayni evde yaşayan iki kardeşten biri Müslüman diğeri Hıristiyan…  Böyle bir tablonun o ülkenin geleceği açısından ne büyük tehlike olduğu zamanla daha çok anlaşılacak ama o zaman iş işten geçmiş olacak.  

 

Misyoner teşkilatı Türkiye Türkçe’si bilenleri Türkiye’den gelenlere gönderiyor. Bunlardan iki kişi evime geldi. Gelen genç Kırgız kızları,  Türkiye’de eğitim gördüklerinden çok güzel Türkiye Türkçesi konuşuyorlardı. ‘Türk müsünüz?’ diye sordular. ‘Evet  cevabını alınca çok sevindiler.

 

Birbirlerinin yüzüne bakarak; ‘Doğru gelmişiz.’ dediler. Sonra bize dönerek; ‘Sizinle konuşmak

istiyoruz…’ Dedikleri için buyur ettim.

 

İçeri girer girmez; ‘Biz Yahova şahitlerindeniz.’ diyerek önceden hazırladıkları işaretli sayfalardan İncil okumaya başladılar.

 

Sözlerini kesip şunları söyledim: ‘Güzel kızlarım, siz daha gençsiniz, akıllı olun ve iyi düşünün. Sizi bu yola sokanları tahmin ediyorum. Kimi Amerikalı , kimi Alman veya İngiliz. Onlar sizi Hıristiyanlığa yönlendirip cenneti vaat ediyorlar. Bu adamların kendi memleketlerinde hiç mi ateist genç yok?

 

Kızların ikisi birden; ‘Çok vardır…’ Diye cevap verdiler.

 

Peki bu adamlar niçin kendi çocuklarını kurtarmayı düşünmüyorlar da sizi cehennem azabından kurtarmaya çalışıyorlar? Hiç düşündünüz mü?’ Dedim ve devam ettim:

 

Ben bir Türk olarak, bir Müslüman olarak, önce sizi düşünürüm. Çünkü sen benim kanımdan, benim soyumdansın. Sizi yönlendirenler, sizi kendi çocuklarından daha fazla seviyor olabilirler mi? Bir düşünün. Neden kendi çocuklarını dinsizlikten kurtarmıyorlar da, size Hıristiyanlığı kabul ettiriyorlar ve kardeşlerinizin de Hıristiyan olması için sizi kullanıyorlar?

 

ÖZER RAVANOĞLU

 

 

AĞUSTOS AYINDA VEFAT EDEN MUHTEŞEM İKİ TÜRK

 

ALİ ŞÎR NEVÂÎ

 

Doğu Türkeli’nin büyük şâiri, âlim ve üstün devlet adamı  Ali Şîr Nevâî, 23 Ağustos 1501 tarihinde 60 yaşında iken Herat şehrinde vefat etti. 1441’de Herat şehrinde doğmuştu. .


Timuroğullarından Ebü’l-Kasım Babür’ün himayesinde Meşhed ve Semerkand gibi dönemin ilim merkezlerinde çok iyi bir eğitim görerek yetişti. Hayatı Horasan Hükümdârı Hüseyin Baykara’nın yanında ve emrinde geçti. Vezir ve emir unvanı ile devlet görevlerinde bulundu. Türk Dili’ne hizmetleri sebebiyle Türkçülüğün önderlerinden sayılır.  ‘Fâni’ Mahlâsı ile yazdığı Farsça Divan, Türkçe yazdığı 4 adet Divan, 5 adet Mesnevî gibi eşsiz kıymette eserler yazdı.  Günümüz Türkçesi ile  ‘İki Dilin Ölçüştürülmesi’  olarak isimlendirebileceğimiz Muhâkematü’l – Lugateyn  isimli eserinde, Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırarak, Türkçe’nin üstünlüğünü ortaya koydu.


Timurlu Devleti zamanında, Türkistan’da gelişen Türk Çağatay edebiyatının en büyük ismidir. Moğollardan önce, özellikle Karahanlılar döneminde Doğu Türkistan’da, Müslüman Türkler arasında edebî faaliyetler çok gelişmiş idi. Gelişmeler, Hüseyin Baykara döneminde doruğa çıktı. Bu yükselişin en önemli âmili Ali Şîr Nevâî’dir.


O Timurlu Devleti âlimlerinden, hayatı hakkında teferruatlı bilgilerin ve hakkında yazılan kitapların günümüze intikal ettiği tek şahsiyettir. Temiz ahlâklı, samîmi, tedbirli ve heybetli bir devlet adamı idi. Başlıca özelliği, ömrünü ve mesâisini, ancak büyük ve güzel işlere hasretmek, bayağılıktan ve küçük işlerden sakınmaktı.  Aileden zengindi. Resmî memuriyette bulunduğu dönemlerde devletten maaş almazdı. Buna rağmen çevresindeki fakirlere, kendi kesesinden yardımlarda bulunurdu.


Şair ve edip sıfatıyla Ali Şîr Nevâî, o zamanki Türk aydınlarının hayran oldukları İran edebiyatını benimseyip Türk zevkini adapte ederek Türkçeyi yüksek bir sanat dili hâline getirdi.  Böylece Türk ismini yükseltti. Döneminin en önemli devlet adamlarından biri ve erişilmez zirvede bir edipti. Eserlerinde İslâmiyet’i, halkın anlayacağı sâde bir dille anlattı. Tasavvuf ehli, inançlı bir Müslüman’dı

Şu özlü söz O’na aittir. ‘İş yapmak isteyen imkân bulur. Çalışmak istemeyen de bahâne arar.’



EBULFEZ ELÇİBEY

 

Türk Dünyası’nın önemli liderlerinden Azerbaycan Eski Cumhurbaşkanı  Ebulfez Elçibey 22 Ağustos 2000 tarihinde, 62 yaşında iken, tedâvi görmekte olduğu Ankara’daki Gülhâne Askerî Tıp Akademisi’nde  vefât etti.  Doğumu: Nahcıvan Muhtar Cumhuriyeti’nde Ordubad vilâyetinin Keleki köyü, 1938.

 

Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nin Şarkiyat Fakültesi’nin Arap Filolojisi bölümünü 1962 yılında bitirdi.  Moskova güdümlü yönetimin hoşuna gitmeyecek tarzdaki siyâsî konularla ilgilendiği anlaşılınca, Mısır’daki Assuan Barajı’nda görevlendirilmek suretiyle sürgün edildi. Sekiz ay kaldığı Mısır dönüşünün altıncı ayında, 2 yıl için bu defa Sibirya’ya sürüldü. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)‘de açıklık ve  yeniden yapılanma politikalarının uygulamaya konulmasından  yararlanarak 16 Temmuz 1989’da, Türkçü – Milliyetçi düşüncedeki Azerbaycan  siyâsî partilerini, Halk Cephesi Partisi adı altında bir araya getirdi. Partinin genel başkanlığına seçildi.  6 Haziran 1992 tarihinde yapılan seçimlerde oyların % 63’ünü alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Katıksız bir Türkçü idi. Turan  Ülküsü’nü savunması;  Rusya, İran ve Ermenistan’ı rahatsız etti. Üçlü kışkırtmanın ve o dönemde meclis başkanı olan Haydar Aliyev’in de gizli desteği ile düzenlenen darbe sonunda, milletinin kanının dökülmemesi için cumhurbaşkanlığından ayrılarak doğduğu köye çekildi. Görev süresinin resmen sona erdiği 1997 yılında Bakü’ye döndü. Azerbaycan’da demokratik ortam henüz oluşmamıştı. Seçimleri boykot etti, kendisini ilmî çalışmalara verdi. 2000 yılı başlarında amansız hastalığa yakalanınca Türkiye’ye geldi. Önce Hacettepe, sonra Gülhâne Askeri  Tıp Akademisi hastahânelerinde tedâvi gördü. Fakat kurtarılamadı.  Hayatı boyunca O’nu en  çok rahatsız eden olay, Azerbaycan halkının  Türk olmasına rağmen, Âzerî olarak isimlendirilmesi idi. En büyük ülküsü de 1846 yılında Kuzey ve Güney olarak Rusya ve İran  yönetimine verilmek üzere iki parçaya bölünen Azerbaycan’ı birleştirmek ve Türkiye dâhil bütün Türk Cumhuriyetleri’ni federasyon veya konfederasyon... İkisi de olmaz ise, uygun görülecek bir tarzda bir araya gelmesini sağlamaktı. O’nun ülküsünü canlı tutmak, O aziz insanı seven, O büyük lidere saygı duyan herkesin borcudur.

 


30 AĞUSTOS 1922 BAŞKOMUTANLIK SAVAŞI

VE ANADOLU TÜRKLÜĞÜNÜN BÜYÜK ZAFERİ

 

Türk Millî Kurtuluş Mücâdelesi, 1912’de Balkan Savaşı ile başladı. 30 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutanlık Sakarya Meydan Savaşı’na kadar devam etti.

Türk askeri Sakarya’da 22 gün 22 gece savaştı. ‘Büyük Taarruz olarak da anılan savaş, 1071’de Malazgirt’te kazanılan Anadolu’ya, yeniden Türk damgasının vurulmasıdır. Zafer; Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın: Hatt-ı müdâfaa yoktur, sath-ı müdâfaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile sulanmadıkça, düşmana terk olunamaz!’ komutu ile kazanıldı.

Türk Ordusu’nun Sakarya savaşındaki emsalsiz kahramanlığı, halkın muazzam desteği ile taçlanınca zafer,  Türk Milleti’nin olmuştu. Yalnızca bölge halkı değil, bütün Anadolu ve Trakya... 22 gün 22 gece devam eden cehennem ateşini elinden gelen bütün imkânlarıyla zafere dönüştürmek için çalışmıştı. Oluşturulan yardım komisyonları, gaziler ve şehit düşenlerin aileleri için büyük miktarda nakdî ve aynî yardım topladılar. Çankırı’da halkın desteği ile 1000 yataklı, Kastamonu’da 700 yataklı birer hastahâne oluşturuldu.  Herhangi bir şekilde yardım edemeyenler de Türkiye’nin her tarafındaki câmilerde umumî duâlarla zafere katkıda bulundular. Matbuat Cemiyeti, Ayasofya Camii’nde Saray müezzinlerinin iştirakiyle mevlit okuttu. Zafer niyazında bulunuldu. Gaziler için Cenab-ı Allah’a sağlık duaları edildi.

Büyük Taarruz’daki insan kaybımız; 2.542 şehit, 9.977 yaralı, 101 esir olarak belirlenmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın bütün kaybı; 9.167 şehit, 31.175 yaralı, 1.112 esirdir. Yaralanan subaylar 2.081, şehit olanlar ise 715’tir. Harp malûllerimiz de 159subay, 1.285 erdir. Kurtuluş Savaşı’nda 51.859 insan çeşitli hastalıklara tutulmuş, bunlardan 3.694 kişi vefât etmiştir ki, savaşta şehit olanlarla hastalıktan ölenler 12.681 kişiye bâliğ olmaktadır.  Büyük Taarruz’da şehit olanlar, genel toplamın % 1,2’sini oluşturur. Sarıkamış ve Çanakkale’de şehit olanların yirmi de biri oranındadır.

 

Yunanistan’ın savaş kaybı hakkında toplu ve sağlıklı bilgi yoktur. 120.000 – 130.000 kişi olduğu şeklinde tahminler yapılmıştır.

 

Zaferden sonra Mustafa Kemal Paşa, kendi el yazısı ile yurdun her tarafında hizmet gören ordu mensuplarına şu mektubu gönderdi:

 

Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir asker yoktur. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi iradenle düşmanı alt ettin. Gayretin için minnet ve şükranlarımı söylemeyi nefsime en aziz borç bilirim. Sizin gibi kumandanları, zâbitleri, neferleri olan bir millet aslâ köle olmaz.

Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bana lâyık gördüğü mareşallik rütbesi ile gazilik unvanı doğrudan doğruya sizlere aittir. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz sonsuz fedakârlıkla kazanılan büyük zaferin millet tarafından takdiri mânâsında olan rütbeyi ve unvânı, sizin adınıza ve hayatımın en büyük iftihar sermâyesi olarak taşıyacağım. Cenab-ı Hak, giriştiğimiz kurtuluş mücâdelesinde şerefli silâh arkadaşlarıma kat’i kurtuluşu nasib etsin.

 20 Eylül 1922 – Mustafa Kemal.