Oğuz Çetinoğlu: Türk ordusunun, dünyanın en güçlü ordularının ilk sıralarında yer aldığı ifâde ediliyordu. Ergenekon, Balyoz davâları ve kumpas entrikaları ile ordumuz (maddî veya mânevî veya ikisi birden) güç kaybına uğradı mı?   

Atilla Çilingir: Bu sorunun kısa ve öz bir tek cevabı vardır: Türk Silahlı Kuvvetleri hâlâ dünya silahlı kuvvetleri arasında silah, disiplin ve moral gücü ile temayüz etmiş, dünyanın en güçlü orduları arasındadır.  

Çünkü Ordularımız bu gücü; Yüce Türk Milletinin öz varlığından, Mete Han’ın tahta çıkış târihi olan M. Ö. 209 yılından bugüne ardında bıraktığı o muhteşem târihinden alır. Ama ne acıdır ki, böylesine güçlü bir ordu; alçak FETÖ hâinlerinin her bir kuvvetin içine sızmasıyla yıllar öncesinden başlayan bu sancılı süreçte:

‘Ergenekon, Balyoz’ adıyla anılan, sahte belgelerle kurgulanmış bu kumpas dâvâlarında; Türk ordusunun vatanına sadakatle bağlı pek çok yiğit komutanı haksız ve hukuksuz bir şekilde yıllarca ceza evinde tutulmuş, yargılanmış çoğu da ömür boyu hapis cezası almıştı.

Bu konuyla ilgili unutulmaması gereken en önemli husus; 12 Haziran 2007’de başlayan bu akıl tutulmalı süreçte, böylesine kurgulan- mış bir senaryonun uygulanmasına neden müsaade edildiği, bu süreçte kimlerin, hangi makam sâhiplerinin rol aldığıdır… 

Bunun cevabı henüz net bir şekilde verilmiş değildir! Ancak yıllar sonra da olsa târihin unutmaz hafızası bu gerçeği tekrar hatırlatacak; işte o zaman kimin hangi rolü oynadığı, bu dönemde siyaseten bulunanların kimler olduğu, oynadığı rol anlaşılmış olacaktır.

Çünkü bu sürecin siyaset tarafında içte ve dışta nelerin nasıl yaşandığı henüz net olarak bilinmemektedir. Zâten yargılama süreci de devam etmektedir.

Bu kumpas dâvâlarına muhatap olan bütün komutanların suçsuzlukları ispatlanmış, çoğuna maddî, manevî tazminatlar da ödenmiştir.

Yıllar öncesinden planlandığı anlaşılan ‘Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarını’ yöneten, yargılayanların tamamına yakını, alçak FETÖ örgütüne mensup oldukları, yardım ve yataklık ettikleri için şimdi de onlar yargıya hesap vermekte, az da olsa bir kısmı yurt dışında kaçak yaşamaktadır.

Sonuç olarak demem odur ki, ardımızda kalan bu kumpas döneminde; Türk Silahlı Kuvvetleri büyük bir sınav vermiş, içine sızmış hâinlerin büyük bir kısmı temizlenmiş, bu akıl tutulmalı süreçten daha da güçlenerek çıkmıştır. 

Şu gerçeği de sâde vatandaşından ülkemizi yöneten en yüksek makam sâhibine kadar herkes bilmelidir:

Türk Silahlı Kuvvetleri; milletimizin bağrından çıkan, savaş meydanlarının yiğit askeri ‘Mehmetçiği’ yetiştiren, hiçbir zaman değişmeyecek peygamber ocağı vasfıyla; hâlâ Türk Milletinin göz bebeği olup, vatanımızın korunup kollanması yönünde görevinin başında ve dimdik ayaktadır. 

Özellikle sınırlarımızın dibinde savaş çığlıklarının atıldığı bu kritik süreçte ordularımızın moralini güçlendirmek, onlara her konuda destek olmak, her makam sâhibi ve her Türk vatandaşı için millî

Çetinoğlu: 15 Temmuz 2016 tarihindeki menfur darbe teşebbüsü sonrasındaki gelişmelerle alakalı olarak genel bir durum değerlendirmesi yapar mısınız? 

Çilingir: Alçak FETÖ hâinleri; o salya sümüklü meczuptan aldıkları talimat doğrultusunda, 15 Temmuz 2016 târihinde milletimizi sırtından bıçaklamıştır.

Ancak Türk Milleti bu alçaklığa canı ve kanı pahasına geçit vermemiş, o gece ülkemiz genelinde büyük bir kahramanlık destanı yazılmıştır. Bu destanın yazılmasında en büyük pay tabîi ki, Türk Milletine aittir.   

Ama o gece kışlalarında kalıp, bu hâin kalkışmaya katılmayan, tam tersine birliklerine, uçaklarına, donanmanın büyük bir kısmına emir konuta eden, devletine sadakatle bağlı komutanların, subay ve astsubayların, erbaş ve erlerimizin büyük bir katkısı olduğunu da unutmamak gerekir. Bu gerçek; yaşanan bu önemli süreçte, disiplin ve moral gücü açısından önemli bir kaynak oluşturmuştur. 

Paralel devlet yapılanması diye adlandırılan bu teslimiyet döneminden sonra; ülkemizi yönetenlerin son iki yıllık uygulamalarının sonuçlarını görüyoruz, milletçe yaşıyoruz.  

Ben siyâsetçi değilim, konuya siyâseten değil ama vatanına sevdalı bir Muharip Gazi, gündemi yakından takip eden bir yazar olarak baktığımda; milletimize has o özel yapısında gedikler açıldığı, giderek kutuplaşan bir yapıya dönüştüğümüz, inançlar üzerinden birlik ve beraberliğimizin aşındırılmaya çalışıldığını göz ardı etmememiz gerekir. 

Çünkü neredeyse bir asırlık bir süreci geride bırakan devletimizin bu vatan topraklarımızda kıvançta ve tasada bir ve beraber olan bizlerin; sınırlarımızın dibinde yaşanan bu çok önemli süreçte ‘ben’ değil, ‘biz’ olarak yolumuza devam etmemiz gerekliliği bence en önemli konudur.

Son yıllarda ülke genelinde kaybolan sevgi ve saygı ortamının yeniden inşası, bunun başarılabilmesi için siyâset platformunda görev alan siyâsîlerimizin kullanmış oldukları hitap dilinin de sevgi ve saygıyla bezeli olması vatandaşlarımız üzerinde olumlu ve önemli bir etki yapacak; ülke yönetimine iyi bir katkı sağlayacaktır. 

Artık ülkemizin içeride ve dışarıda, nefret dilini değil sevgi ve saygı dilini kullanma zamanı gelmiş de geçmektedir. Özellikle ülkemiz böylesine kritik bir dönem yaşarken, böylesine olumlu bir tercih bize milletçe önemli bir güç, dışarıda da itibar kazandıracaktır. 

Çünkü sevgi ve saygının aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Yeter ki yolumuza çıkan bütün engelleri aşmakta hırsımızı değil, aklımızı kullanalım. Hamâsî söylemler yerine, gerçeklere dayanan, hukukun üstünlüğüne vurgu yapan eylemler içinde olalım.

Paralel yapılanmanın fark edilmesiyle, devletimizi ele geçirmek için hareket eden FETÖ’nün devletimizin bütün katmanlarından ayıklanmasının hâlâ devam ettiği bu süreçte; bence öncelikle yapılması gereken hususlar bunlardır. 

FETÖ hâinlerinin devletimize vermiş olduğu zarar, kaybedilen güç; hayat standartlarımızın yükselmesi, ekonomik gelişimimiz, aydınlık ve çağdaş yarınlara ulaşmamız ancak ve ancak bir birimize hoş görüyle, sevgiyle, saygıyla yaklaşmamızla, bunlara ilaveten bağımsız yargının tarafsız kararlarını görerek, liyâkatin tekrar baş tacı olduğu bir dönemin başlamasıyla yeniden kazanılacaktır. 

Çetinoğlu: Görülemez ise, neler yapılması gerekir?

Çilingir: Paralel Devlet Yapısı diye adlandırılan FETÖ hâinlerinin; devletimize, milletimize, bu vatan topraklarına vermiş olduğu o büyük zarar; hem milletimiz, hem de devletimizi yönetenler tarafından yeteri kadar görülmüş, dersler alınmış, bu zararın ortadan kaldırılabilmesi amacıyla yüce Türk Yargısı görevi başındadır. 

Bu ihânetin siyasî gelişmeleri, bu kalkışmaya yol açan sebepler tabîi ki önemlidir. Ancak yaşadığımız bu önemli sürecin değerlendirmesini, sebep ve sonuçlarını şu anda yaşanan yargı süreci belirleyecektir. O sebeple adâletin tecellisini belirleyecek yegâne güç yargıdır. Yargının kararlarını bekleyip göreceğiz. Çünkü milletimizi sırtından hançerleyen, hançerlemek maksadıyla bu ihânet çetesine üye olan, destek veren her kim ise; bunun hesabını yüce Türk yargısı karşısında verecek, sonucu da adâletin şaşmaz terâzisi belirleyecektir. Şu hususun altını da çizmekte yarar vardır. Târihe mal olmuş olayların bir diğer yargı makamı da o süreci yaşayanların vicdanıdır. İnancım o dur ki; büyük Türk Milletinin vicdanı da bu ihânet yapısını yargılamaya devam etmektedir. Milletimizin vereceği o karar da önemlidir. Bu kararın yansıyacağı yer ise millî irâdenin tecelli ettiği/edeceği yerdir.

Çetinoğlu: En az 4000 yıllık olduğuna inanılan şanlı târihimizde fetihler var, savaş alanlarında kazanılan zaferler var, mazlum ve mağdurların kurtarılması yolunda gerçekleştirilen insanlık vazifeleri var. Günümüzde ‘fetih’ kavramı, târihteki önemini kaybetti. Mertçe yapılan savaşlar da târihin tozlu sayfalarında kaldı. Frenklerin tâbiri ile konsept (bize göre kavram) değişikliği oldu. Yaşadığı- mız dönem için denilebilir ki; savaşlar kültür ve ekonomi sahâsında cereyan ediyor. Devletimi- zin ve ordumuzun, bu tür savaşlar için yeterli ölçüde donanımlı olduğu kanaatinde misiniz?

Çilingir: Mâzisi zaferlerle dolu Şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz; târihin her döneminde vatan topraklarımızın, devletimizin koruması ve kollaması görevini lâyıkıyla yerine getirmiştir. Bugün de aynı kararlılık ve güçle görevinin başında, verilen her görevi canları pahasına yerine getirmeye devam etmektedir.

Hiç kimse şöyle bir kanıya kapılmamalıdır. 15 Temmuz 2016 da yaşanan o alçak kalkışma sonucunda ordularımız güç kaybına uğradı!  

Böyle bir durum asla mevcut değildir, olamaz da. Ordularımızın morali de, isteği de, silah gücü de tamdır, eksiksizdir.

Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilemeye başladığı bu önemli dönemde ülkemizin üstlendiği rolü; kim ne derse desin çok önemsiyorum. Kaldı ki, Suriye iç savaşının genişlemesiyle birlikte sınır boylarımızın dibine kadar genişleyen, giderek büyüyen bu kritik dönemde Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ezici gücünü mahallî olarak hissettirmeye devam etmektedir.

Evet, günümüzün savaşları artık sanayi, ekonomi ve kültür zemininde verilmekte bu tür savaşın etkisini yaşanan coğrafyanın bütün insanları hissetmektedir. 

Ama bütün modern silahları kullanan da insandır, onun zekâsı ve eğitim gücüdür. Türk Silahlı Kuvvetleri bütün personeliyle bu gücün en iyi temsilcisidir.

Savaşı yaşayan, bilen bir Muharip Gazi olarak; bu önemli konuyla ilgili söyleyebileceğim tek bir şey vardır; yüce Yaratan vatan topraklarımız da bir daha bize savaş denen o canavarın verdiği, vereceği felâketi yaşatmasın.

Ancak şunu da belirtmem gerekirse; bir gün olur da bu gazi topraklar savaş denen felâket ile karşı karşıya kalırsa; hiç şüphem yoktur ki; gücünü Yüce Türk milletinden alan ordularımız, bu felâketi defedecek vatan topraklarımızı koruyacak güç ve kudrettedir. Bunun içinde her türlü modern donanımıyla ordularımız görevi başındadır, tetiktedir.

Çetinoğlu: Yavru Vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin; Dışişleri ve Savunma bakımından Türkiye’ye bağlı özerk Cumhuriyet statüsüne kavuşturulması düşüncesi konuşuluyor. Bu düşünceyi değerlendirir misiniz?  

Çilingir: Bu konuyla ilgili olarak öncelikle şu önemli hususu ifâde etmem gerekir:

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, kuruluş anayasasında da belirtildiği gibi; bağımsız ve egemen bir devlettir.  

Ama önce K.K.T.C devletinin Dışişleri Bakanı Sayın Tahsin Ertuğruloğlu’nun; ‘artık milletlerarası tanınma için çalışmaya başlamanın zamanı geldi’ sözlerini değerlendirecek olursak;    

Bu sözler; Kıbrıs Millî Dâvâmızın haklılığına inanmış, KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet niteliğiyle yaşatılması için çalışan bir siyâsetçinin önemli bir görüşüdür. Ayrıca en son müzâkere sürecinin, her dönemde olduğu gibi Rum tarafının baltalamaları sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandığı da unutulmamak gerekir.   

Dolayısıyla Türk milletinin, Kıbrıs Türklerini, siyâsî erk’in bu sese kulak vermesi gerektiği kanaatindeyim. 1968 yılından bugüne devam eden Kıbrıs Müzâkerelerinde Rum-Yunan ikilisi hiçbir zaman adanın Yunanistan’a bağlanmasından (Enosis) vazgeçmemiştir; vazgeçmeyecektir de… 

Önümüzdeki yılbaşında yapılacak GKRY başkanlık seçimi sonrasında Rum yönetiminin başına hangi Rum siyasetçi gelirse gelsin; yeniden başlaması öngörülen müzâkerelerin hedefi onlara göre yine ‘Enosis’ yönünde olacaktır.

Rum - Yunan ittifakının Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapma hedefi değişmemiştir. GKRY,  K.K.T.C ile gerçek bir federasyon çerçevesinde eşit kurucu ortak olarak, siyasî eşitlik temelinde, iki kesimli bir coğrafî zeminde yaşamayı hiçbir dönemde içine sindirememiştir.

Bu önemli gerçeğin yanı sıra;  BM Güvenlik Konseyi’nin tek yanlı tutumu,  AB’nin maksatlı yanlış politikaları sonucunda; Kıbrıs meselesinin adada kalıcı bir çözüme ulaşmasının mümkün olmadığı bütün çıplaklığı ile ortadadır. BM Güvenlik Konseyinin:

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak sâdece Rumlardan oluşan bir kabineyi, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin; Kıbrıs Türklerini de temsil eden ‘hükûmet’ olduğunu varsayan 4 Mart 1964 târihli 186 sayılı  kararı kabul ederek, Kıbrıs Türklerini milletlerarası plânda tecrit etmesini; 2004 yılında yine BM Genel Sekreterinin adada öngörülen çözüm için her iki tarafa da sunmuş olduğu adı ‘Annan’ ama içi Kıbrıs Türklerine kurulmuş tuzaklarla dolu bu plana dahi Türk tarafı ‘evet’, Rum tarafı ‘hayır’ demesine rağmen Rumların AB’ne haksız, hukuksuz bir şekilde üye yapılmasını da dikkate aldığımızda;                               1963 yılından beri milletlerarası tecrit şartları altında yaşamakta olan Kıbrıs Türklerinin (de-facto) millî irâdesiyle kurmuş olduğu K.K.T.C’nin Türkiye’den başka devletler tarafından da diplomatik yoldan tanınması için girişimlerin başlatılmasını talep etmekten başka haklı bir çâre kalmamıştır.

Esasen bu husus, KKTC ve Türkiye arasında istişâre yoluyla belirlenecek, bu sürecin nasıl uygulanması gerektiğine yetkili makamlar karar verecektir.

K.K.T.C’nin özerk bir yapıyla Türkiye bağlanıp, bağlanmaması konusuna tekrar dönecek olursak; böylesi bir karar için Kıbrıs Türklerinin söyleyeceği, vereceği karar önemlidir. 

Ancak KKTC ile Türkiye arasında Monaco veya Cebel-i Târık örnekleri esas alınarak bir özerk yapının hayata geçirilmesi durumunda; böylesi bir gelişmenin, milletlerarası camiada; Türkiye’nin KKTC’yi ilhak için attığı adımlar olarak değerlendirileceği göz ardı edilmemelidir. Zâten böylesi bir durumun hele ki Kıbrıs adasının stratejik önemi, çevresindeki enerji kaynaklarını göz önünde bulundurduğumuzda, bu konunun Türkiye aleyhine istismar edileceği şüphe götürmez bir gerçektir. 

Günümüzde yaşananlara, millî güvenliğimize yönelik iç ve dış tehditlere, tehlikelere bakıldığında; bu kritik dönemde birden fazla cephede mücâdele eder bir ülke konumuna geldiğimiz de unutulmamalıdır. 

Dolayısıyla Kıbrıs millî dâvâmızda bugün gelinen noktayı iyi analiz edilmesine, bundan sonra atılacak adımların bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. 

(DEVAM EDECEK)