Sohbetimizin Dördüncü ve Son Bölümünde Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Dr. CEZMİ BAYRAM, Milliyetçileri Sorguluyor Ve de Türk Milliyetçiliği Düşünce Sistemi için Yeni Hedefler Belirliyor.

Oğuz Çetinoğlu: Biraz da özeleştiri de yapar mısınız?
Dr. Cezmi Bayram: Aslında milliyetçiler hakkındaki bu yanlış kanaatlerin yegâne sebebi, saydığımız ideolojik düşmanlık veya cehalet değildir. Burada en önemli âmil, milliyetçilerin kendisidir. 1980 öncesinin sert mücâdelesi ve büyük ölçüde antikomünist faaliyet içinde bulunulması, buna karşılık Sovyetlerin çökmesiyle yeni şartlara intibak edememe milliyetçileri etkili olmaktan çıkarmıştır. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi akabinde; parti, sendika, dernek halinde teşkilatlanmış bütün milliyetçilerin cezaevlerine gönderilmesi, haklarında ağır ceza talebiyle dâva açılması ve uzun süre mahkemelerle meşgul olma mecburiyetinde kalınması; geçen yüzyılın sonundaki ve bu yüzyılın başındaki değişme ve gelişmeleri takip ve anlamaya imkân ve fırsat bırakmadı. Yeni şart ve ihtiyaçlara göre fikrin geliştirilmesi yerine, kendi dışındakiler tarafından ileri sürülen her teklif ve talebe ‘olmaz’, ‘hayır’, ‘karşıyız’ diyen bir anlayışın yerleşmesine sebep oldu. Yaşanılan siyasî tecrübe de, her dönemde yetişmiş bir grubun partiden uzaklaştırılması şeklinde cereyan ettiği için, birlik ve dayanışma ruhu kayboldu. Haset ve kıskançlık duygusu gelişti. Bu aynı zamanda fikrî dayanışma ve gelişmeyi de engelledi.
Ayrıca milliyetçiler dışındaki her grubun yeni tezler ileri sürmesi için özel gayrete ihtiyaçları yoktur. Bunların çoğu beynelmilelci oldukları için, ülke dışında geliştirilen fikirleri tercüme veya uyarlamak suretiyle Türkiye ve dünya olayları hakkında bir şeyler söyleme şansına sâhiptirler. Esasen küreselleşme, liberallik, AB, bizim dışımızda gelişen düşünce ve hareketlerdir. Dolayısıyla bunların sâhip ve sempatizanlarının uzun zahmet ve gayrete girmelerine gerek yoktur. Hâlbuki milliyetçilerin düşüncelerinin, kendi dışlarında ortaya çıkan fikir ve düşüncelerden istifâde etseler bile, yerli olmak mecburiyeti vardır. Bu ise milliyetçilerin, diğerlerine nazaran daha fazla gayret göstermesini gerektirir. İtiraf etmek gerekir ki, 12 Eylül sonrası yaşanılan şok sebebiyle milliyetçiler düşünce tembeli olmuşlardır.
Öte yandan, milliyetçiliğin bağımsız bir fikir hareketi olması yerine sadece bir parti düşüncesi olarak görülmesi, hem milliyetçilik muhaliflerinin işini kolaylaştırmış, hem de farklı fikirlerin ortaya çıkmasının, dolayısıyla milliyetçilik düşüncesinin zenginleşmesinin önünü kesmiştir. Bu yüzden de, milliyetçiler arasında yeni bir şeyler söylemek isteyenlerin bir kısmı, öncelikle MHP muhalifi olmak yolunu seçmiş; bu da onların bir kısmının akı-hakı karıştırmasına sebep olmuş, dolayısıyla etkili ve faydalı olmalarını engellemiştir. Bunların bazıları söylediklerine tepki gelince ya susmuşlar veya milliyetçilik imanlarını kaybederek tamamen yanlış istikamette yol almaya devam etmişlerdir.
Gökalp’in Türkçülüğün Esasları isimli kitabı iki bölümdür. Birinci bölüm Nazarî Türkçülük’tür. İkinci bölüm Amelî Türkçülük veya Türkçülüğün Programı’dır. Milliyetçiler çoğunlukla hâla birinci bölümü bitirememişlerdir. Hâlbuki orada ileri sürüler görüşler ve meseleler hakkında büyük mesafeler alınmıştır. Mesele ve üzerinde fikir yürütülecek kısım ikinci bölümdür. Yani millet hayatını ilgilendiren her alanda ve dünyada cereyan eden her olay ve gelişme hakkında milliyetçilerin fikri olmalıdır. Hatta sadece fikri değil, ameli, eylemi olmalıdır. Musiki, mimarî, yemek kültürü, eğitim, sağlık, temel hak ve hürriyetler, adalet gibi hususlar yanında; sokak çokları, kadına yönelik şiddet, boşanmalar, ailenin geleceği, çarpık şehirleşme, küresel ısınma, çevre, erozyon vb gibi konular da milliyetçilerin hem fikir hem de eylem bakımından ilgi alanı olması gerekir.  Aynı zamanda dünyadaki medeniyet bunalımı, fakirlik, açlık, adaletsizlik, güçlülerin zulmü, eski sömürgecilerin doymayan ihtirası, yeni süper gücün kendi menfaati için dünyayı kan ve gözyaşı gölüne çevirmesi, bütün insanlığın sulh ve refah içinde yaşaması, elbette hala esir olan Türkler ve mazlum Müslümanlar da ilgi alanımızda olmalıdır. Bu konularda etkili bir halde olunamayınca, o zaman milliyetçilik muhalifleri sözünü ettiğim yanlışları tekrar etmektedirler.
Bunları bir yana bıraksak bile, milliyetçilerin niyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni Türk devletlerinin bütünleşmesi hakkında bile eyleme dönük fikirleri yoktur.
Çetinoğlu: Özeleştiri olarak ortaya koyduğunuz gerçekler, bir mânada milliyetçilere gösterdiğiniz hedefler olarak da değerlendirilebilir. Yelpazeyi genişletip çıtayı yükseltmek gerekirse neler söylemek istersiniz?
Bayram: Bugünün Türkiye’si 1912’lerden farklıdır. Her ne kadar yeniden güçlü bir bölücü etnik ırkçılık belası ile karşı karşıya olsak da bugün sadece içe dönük yalnız müdafaada bir milliyetçilik anlayışı doğru değildir. 20. yüzyıl başı İngiltere’sinin rolünü üstlenerek bölgemiz coğrafyasını yeniden şekillendirmeye çalışan ABD’nin faaliyetleri bizi, yeniden o günlerin endişesine haklı olarak sevk etmektedir. Gerçekten ‘stratejik ortağımız’ denilen ABD ile bölgede stratejik menfaatlerimiz çatışmaktadır. Ancak yaşadığımız coğrafya, iktisadî durumumuz yetişmiş insan gücümüz, demokrasimiz, tarih, kültür ve medeniyet birikimimiz; biz istemesek de, bizi en azından bölge gücü hâline getirmektedir.
Esasen son zamanların bütün olayları ya tarihî coğrafyamızda, ya milliyet coğrafyamızda veya inanç coğrafyamızda cereyan etmektedir. Tarihî mirasımız bizi bu olaylarla ilgilenmeye mecbur bırakmaktadır. Önceki yıllarda tâkip ettiğimiz ‘bir şeye karışmazsan, sana da karışmazlar’ anlayışının doğru olmadığı görülmüştür. Biz, biraz da uzun süren toprak kaybetmenin psikolojik ezikliği ile içe kapandık. Fakat sonunda, mevcut coğrafyayı muhafaza etmeyi engelleyecek meselelerle karşı karşıya geldik. Daima bölünme endişesi taşımayı sağlayan olaylar meydana geldi. Komünizm ve onun yeşerttiği mezhepçilik ve Kürtçülük faaliyetlerinin iç olduğu kadar dış destekli olduğunu geç de olsa anladık. Dış tahriki önlemenin yolu, dışa dönük etkin faaliyettir. O halde bizim de dışarı ile ilgilenmemiz, etki coğrafyamızı genişletmemiz gerekmektedir. Nasıl, Osmanlı’nın son döneminde tâkip edilen İslamcılık ve hilâfet siyaseti; Türkiye üzerine oyun oynayanlara benim de sizin menfaatinize zarar verecek imkânlarım var, demekse bugün de dış etkimizi arttırmak aynı manâdadır.
Dışa dönük çalışmada öncelikle dikkate alınması gereken husus; Türkiye’nin bölge için, Türk dünyası için, İslam dünyası için öneminin idrakidir. Gerçekten Türkiye mevcut İslâm ülkeleri arasında, bütün bu saydığımız coğrafyada dikkat edilen yegâne devlettir. Bütün mazlumların ümit kaynağı, varlık teminatı Türkiye’dir. O halde Türkiye’nin bütünlüğünün muhafazası, güçlü kılınması, bünyesinin dış tahrik ve telkinlere dayanıklı hale gelmesi milliyetçilerin vazgeçilmez ve en temel hedefidir.
Ancak anlaşılmıştır ki, bu hedefi gerçekleştirmek için bile; sıkıntılara, güçlüklere aldırmadan ve imkân ve şartlar elverdiğince, tarih, medeniyet ve kültür coğrafyamız üzerindeki bağlarımızı güçlendirmeye devam etmek gerekir. Bunların biri diğeri için vazgeçilebilir değildir. Yani bir yandan bütünlüğü sağlayacak ve daha da güçlenmemizi, ilimde, teknikte, iktisatta cihanşümul iddia taşıma ve bu iddiayı gerçekleştirme gayretimiz devam edecek, diğer taraftan bu hususlardaki eksiklerimiz sürmesine rağmen tabii etki coğrafyamızla ilgilenmekten geri kalmayacağız. Esasen bu dışa dönük faaliyetler insanımıza büyük heyecan ve moral verecek, içerideki birçok ihtilaf zaman içinde önemini kaybedecektir.
Merhum Dündar Taşer’in ifâdesi ile ‘Türk’ün meddi bitmiş, cezri başlamıştır.’ Atsız da 1974 Kıbrıs Harekâtı ile Türk’ün yeniden ‘Ergenekon’dan çıktığını’ ifâde etmiştir. Artık, tekrar içe kapamak mümkün değildir. O halde, kendi dışımızdaki coğrafya ile ilgilenmek bizim için artık bir tercih değil, bir mecburiyettir.
Bu ise bizim milliyetçiliğimizin bütün milletlere hitap eden bir insanlık idealini, bir medeniyet tasavvurunu geliştirip topyekûn tebliğe başlamasını gerektirir.
Çetinoğlu: Bu fikre nereden geldiğinizi de açıklar mısınız?
Bayram: Böyle bir düşünce bende 1990’ların ortalarında teşekkül etti. Amerikalı stratejist Brezinsky’nin bir makalesini okumuştum. Yazar şu soruyu soruyordu: ‘ABD, 20. yüzyılın son yarısını lider, bunun son çeyreğini de rakipsiz lider olarak tamamladı. Acaba 21. yüzyılda bu durumun muhafazası mümkün mü?’
Cevabı, mevcut şartlarda bu durum 25 yıl daha devam edebilecektir. Ancak iki hususun halledilmesi halinde ABD, 21. yüzyılda lider ülke olma vasfını muhafaza edilebilecektir. Bunlardan biri, önceki yıllarda çocuk eğitiminde etki sıralaması aile-okul-çevre şeklinde idi. Şimdi bu; çevre- aile- okul haline; hatta çevrenin bir unsuru olan medya-aile-okul haline dönüştü. Bunu tekrar eski durumuna getirmek gerekir.
Aslında bu mesele her ülke ve topluluğun meselesidir. O sebeple benim için bir yeniliği yoktu. Esas 2. şartı ilham verici idi.
Burada yazar, şu tavsiyeyi yapıyordu: ABD yeni bir ahlâk nizâmını vaz edip bunu tebliğ etmeliydi. Bu da çok zor değildi. Bu nizâmın esasları üç semavi dinde mevcuttu. İşte bunu okuyunca heyecanlandım ve bunu ABD gerçekleştiremez dedim.
Gerçekten ABD bu tavsiyeye uydu, demokrasi, insan hakları, kadın hakları şeklinde ortaya koyduğu yeni anlayışla çeşitli ülkelerde renkli darbeler gerçekleştirdi. Onun netice vermediği yerlerde de, Irak’ ta olduğu gibi, işgali denedi. Bu işgal de düşündüğü şekilde neticelenmeyince, internet devrimlerini teşvik etti. Ancak bütün bunlar bu ülkelere huzur getirmedi, iç kargaşalarını arttırdı, birçok kanın akmasına sebep oldu. Kadın hakları için girilen Irak’ta kadınlara tecavüz edildi.
Yani kısaca ABD, henüz, yazarın ifade ettiği gibi, gücünü ve liderliğini muhafaza etmektedir, ancak metodunun ahlâkla alakası yoktur.
Peki, beni heyecanlandıran neydi? Ben makaleyi okuduktan sonra Türk Ocağı’nda bir Bayramlaşma sırasında, Brezinsky’nin fikrini özetledim ve dedim ki, ‘Bunu ancak biz başarırız.’ Zira burada en önemli dinî kaynak İslam’dır. Musevi ve Hıristiyanların İslâm’a bakışları sebebiyle bundan tam istifâdeleri mümkün değildir. Bunu ancak Müslümanlar gerçekleştirebilir. Zira Müslümanlar bu üç dinin peygamberlerine de onların getirdiği kitaplara da iman etmektedirler. Yani bu dinler karşısında hiçbir menfî kompleksleri yoktur. Yalnız bunu her hangi bir Müslüman millet de yapamaz. Türkler yapabilir. Her hangi bir Türk grubu da yapamaz, sadece Türkiye Türkleri başarabilir. Zira biz, bin yıldan fazla İslam medeniyetini temsil ediyoruz, 200 yıldır batı medeniyetini tecrübe ediyoruz, en önemlisi bu üç din mensubu ile 1000 yıllık bir ortak yaşama tecrübemiz var. Bu tecrübeler sonunda sâhip olduğumuz büyük bir kültür birikimi ve müsamaha anlayışımız var. O halde insanlığın ihtiyaç duyduğu ve bir devleti büyük yapacak idealin esaslarını biz vaz edebiliriz.
Çetinoğlu: Bunu yapacak kadromuz var mı?
Bayram: Var. İlim ve fikir adamlarımız, tarihçilerimiz, ilahiyatçılarımız, sosyolog ve felsefecilerimiz bu idealin esaslarını tespit gayretine hemen başlamalıdırlar.
Çetinoğlu: İmkânlarımız ve şartlarımız nelerdir?
Bayram: Türkiye artık, geçen asrın başındaki ‘hasta adam’ değildir. Kendi dışımızdakiler de kabul etmektedirler ki, en azından bölge gücüdür. Geçen yüzyılın sonunda beş bağımsız Türk Devleti daha ortaya çıkmıştır. Balkanlarda henüz bir istikrar söz konusu değilse bile, ilgi ve alâkamızın arttığı yeni devletler vardır. İslam dünyasında bazı ülkeler, kendi iç dinamiklerinden kaynaklanmasa bile, demokrasi arayışlarına girmiştir. Afrika’yı yeniden keşfediyoruz. Sağlam irtibatlar neticesinde BM Güvenlik Konseyi geçici üye seçiminde, hemen hemen bütün Afrika ülkelerinden rey aldık. Latin Amerika ile ilgimiz arttı. Diğer devletlerin, büyük paralar harcayarak yaptığı lobi faaliyetlerinin; tarih, kültür, din ve milliyet bağlarımız sebebiyle daha az maliyetle ve kalıcı yapılabileceğini idrak ettik. Dünyanın her yanındaki Türk veya Türk kültür ve medeniyet mirası ilgi alanımıza girdi. Faydalarını da görüyoruz. İşadamlarımız dünyanın her yanında mal ve hizmet arzı yapıyor. Kabuğumuzu kırdık. Dünyanın her yanı bizim için bitişik ilçe kadar yakın hâle geldi. Bu ilginin neticesinde her yerle sağlanan havayolu irtibatı ile THY dünyanın en önemli şirketi oldu. En önemlisi ‘yapamayız, beceremeyiz’ duygusunu yendik; herkesle yarışır hale geldik. Sporcularımız bile artık sahaya peşinen mağlubiyet duygusuyla çıkmıyor, son saniyeye kadar mücadele ediyor.
Yardım kuruluşlarımız ve özellikle Türk Kızılayı dünyanın her yanındaki felâkete birinci değilse bile, ikinci sırada ulaşmaktadır. Artık ‘bizim muhtacımız var’ veya ‘bize yardım etseler’ duygusunun yerini, ‘her taraftaki aç ve muhtaca yardım etmeliyiz’ düşüncesi aldı.
Demokrasimiz eksiklerini tamamlamakta, devletimiz kuruluş yıllarındaki felsefesine avdet etmektedir. Elbette iç meselelerimiz hâlâ vardır ve çoktur. Ancak akıllı bir siyasetle bunların üstesinden gelme gücümüz ve imkânımız da mevcuttur.
Dün, yıllardır Kore’ye asker göndermeyi konuşurduk. Şimdi dünyanın problemli birçok ülkesinde askerimiz var; asayiş temini ile ilgili polisimiz var. Şerefle ve başarıyla bayrağımızı dalgalandırıyor.
Artık oralarda ne işimiz var demiyoruz, ‘niye başka yerlerde yokuz?’sorusu öne çıkıyor.
Bunlardan daha önemlisi, tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle barıştık. En azından inkârcı ve retçi değiliz. Sadece milletimizin var ettiğini değil, yaşadığımız coğrafyadaki mevcut ve insanlık mirası olan her esere kompleksiz bakıyor, onu da kendi malımız sayıyoruz.
Bir özgüven patlaması yaşıyoruz. O halde bu özgüven patlaması, yeni bir insanlık idealini, yeni bir medeniyet projesini tâyin ve tebliğe bizi icbar enektedir.
Çetinoğlu: Yeni bir medeniyet projesine ihtiyaç var mı?
Bayram: İlim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği önceki birkaç yüzyılda ulaşılan ilmî araştırma miktarına, artık sadece yıllar içinde erişildiği bir dönemde, yeni bir medeniyet tasavvuruna ihtiyaç var mı? Diye sormak normaldir. Eğer medeniyeti sadece ilim ve teknoloji olarak görürsek, cevap, elbette ‘hayır’olacaktır. Üstelik burada bizim iddia sahibi olmamız hayal olarak görülebilir. Ancak, sanayi ve benzeri cağları hep arkadan tâkip eden ülkemizin ileri teknoloji üretme ve kullanmada çağ ile en azından aynı noktada bulunduğu göz önüne alınırsa, bu alanda da sözümüz olacağını söylemek herhalde yanlış olmaz.
Ama medeniyeti, bir fikir, dünyayı kavrama biçimi ve aynı zamanda teknoloji dışındaki hayat alanını da içine alan topyekûn bir tavır olarak alırsak o takdirde yukarıdaki sorunun cevabı ‘evet’ olur.
Batı medeniyeti sözünü tüketmiştir. Onun insanlığa hediyesi; zengin kuzeyliler ve yoksul güneylilerdir; iktisadî ve siyasî sömürüdür, bütün nimetlerin, medeniyet sâhibi telâkki edilen kendilerinin olmasıdır. Kendileri dışındakiler için, kandır, gözyaşıdır. Bu halden kurtuluş için hiçbir fikri ve gayreti yoktur. Zira kendi saltanatının sallanmasına razı değildir. Küreselleşme, kendi gücünün devamı içindir. Demokrasi, insan hakları ihracı, kendi dışındaki toplulukların istikrarsızlaştırılması ve etki altında bırakılmaları içindir. Geçen yüzyılın başında çizilen sınırlar, o ülkeleri sürekli huzursuz etmiştir. Yeniden sınırlar çizmeye çalışarak hâkimiyet ve güçlerinin devamını sağlamak istemektedirler. Tesis ettikleri her barış ‘barışa son veren barış’ hüviyetindedir. Bu gidişin sonu da yoktur. Sürekli düşman üretmekle meşguldür. Yeni düşman ise İslam’dır. Batının bu kısır döngüyü kırmak imkân ve gücü de kalmamıştır.
Ancak Fransız Alain Tourain gibi mütefekkirler, yeni söz söyleme ihtiyacını belirtmekte, ama batının mevcut şatlarda ve kendi imkânlarıyla bunu mümkün kılamayacağını bilmektedirler. İşte Brezinsky’nin tavsiyesinin sonu da ortadadır.
Çetinoğlu: Projeyi tasarladığınıza göre, yöntemini de planlamış olmalısınız…
Bayram: Şimdi bir medeniyet tasavvuru meselesi vardır ve bizim önümüzdedir. Bunun için öncelikle dünyayı iyi okumak; insanlığın meselelerini ve ihtiyaçlarını iyi tespit etmek gerekir. Aynı zamanda büyük medeniyetlerin doğduğu dönemlerde olduğu gibi, güçlü ve yoğun bir tefekkür hayatı teşkil etmek ve bu ihtiyacı hisseden bütün ilim ve fikir adamlarını, milliyet ve din farkı gözetmeksizin, bir araya getirmek lazımdır. Yapılması gereken fikirlerin ortaya çıkması yanında, hayata geçmesini ve yaygınlaşmasını sağlayacak her türlü sanat eserlerini, edebiyat, mimarî, musikî ve en önemli ve etkilisi, sinema eserlerini ortaya koyacak sanatkârları teşvik ve tahrik etmektir. Büyük medeniyet hamleleri etraflarında geniş bir etki ve faaliyet alanı meydana getirecektir. Bu medeniyet kavramının mihverinde ‘adalet’ olmalıdır. İmanımızda yer alan ‘kul hakkı’ kavramı en geniş şekliyle yorumlanmalı ve insan hakları bu genişlikte ifade edilmelidir. İnsana gerçekten ‘eşref-i mahlûkat’ olarak değer verilmeli, beşerî münasebetlerde hoşgörü, sadece kullanılan cazip bir slogan halinden çıkarılmalıdır, insanın mutluluğu esas alınınca elbette her türlü sömürü ortadan kalkacaktır.
Esasen, medeniyet kavramı çok yönlü bir meseledir. Benim yaptığım ihtiyacı ortaya koymak; imkân ve şartların elverişli olduğunu ifade ile bunun gerçekleşebileceğini belirtmektir. Kısaca bunun milletimizin önüne bir hedef olarak konulmasıdır.
Bu sebeple on beş yıla yakın zamandır çevremi tahrike devam etmekteyim. Mesele üzerinde düşündükçe, özellikle tasavvuf kültürümüzün bize büyük imkân verdiğini fark ettim.
O halde, Türk’ün yeni ‘Kızıl Elma’sı böyle bir insanlık idealini ortaya koymaktır. Esasen Osman Turan’ın önemli eseri ‘Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi’ de, ecdadımızın tâkip ettiği idealin de millî olduğu kadar, insanlık ideali olduğunun sayısız misalleri ile doludur.


DR. CEZMİ BAYRAM
1946 yılında Ordu İli’ne bağlı Perşembe İlçesi’nin Yumrutaş Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyünde, Ortaokulu Perşembe’de bitirdi. Perşembe İlköğretmen Okulunda okurken Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna seçildi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nü ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdi.

Ankara İlk öğretmen Okulu’nda öğretmenliğe başladı. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ne 1969 yılında asistan oldu. 1973 yılında ‘Matematik Doktoru’ unvanına hak kazandı. 1977-1978 yıllarında ABD’de Stanford Üniversitesi’ne bulundu. 1981 yılında üniversiteden ayrıldı. Yayın dağıtım şirketi genel müdürlüğü yaptı. 1987 yılı başında Özel Tercüman Okulları Kurucu Temsilciliği ve Genel Müdürlüğüne getirildi. 2002 yılına kadar bu görevde bulundu. Mayıs 2002 de Bahçeşehir Üniversitesi’ne geçti. Beş yıl Bahçeşehir Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü yaptı.

Öğrencilik yıllarında Babıali’de Sabah Gazetesinde Polis-Adliye, Başbakanlık ve Meclis muhabirliği gödeviri üstlendi. Ocak Dergisini çıkardı. Bir dönem haftalık Devlet Gazetesini yönetti. Bu dergi ve gazetelerde Cezmi BAYRAM ve Cezmi KIRIMLIOĞLU adlarıyla yazılar yazdı. Hergün Gazetesi’nde başyazarlık yaptı. Meslek derneklerinde görev yaptı. Türk Ocaklarının tekrar faaliyete başlamasıyla Türk Yurdu Dergisi’ni iki buçuk yıl İstanbul’da neşretti. 1986 yılından itibaren İstanbul Türk Ocağı Şubesi Başkanlığı yapmaktadır. İş Dünyası  Vakfı ile Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın kurucusu ve yöneticisidir.

İlmî makaleler yanında; *Garplılaşmadan Ne Anlıyoruz? *Milliyetçi İktidara Doğru, *Millî Eğitimde Haçlı Seferleri (2 Cilt) isimli kitaplarının yazarıdır.  

TÜRK OCAKLARI:
Türkiye’nin en eski sivil toplum kuruluşu olan Türk Ocakları, 25 Aralık 1908 tarihinde, Türk Yurdu Cemiyeti adı ile kuruldu. Kuruluş gayesi, ‘Türkçülük düşüncesinin gelişmesini ve yeni nesillere benimsetilmesi’ Derneğin Kurucuları arasında; MehmetEmin Yurdakul, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzâde Ali Turan, Yusuf Akçora ve Âkil Muhtar Özden gibi Türkçülük akımının önde gelen isimleri vardı. Cemiyetin adı 18 Ağustos 1911 tarihinde ‘Türk Ocağı’ olarak değiştirildi.

Türk Ocakları, 101 yıldan beri, kuruluşundaki hedefinden zerrece sapmaksızın hizmetlerine devam ediyor.

İletişim kanalları:
TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ: Türkocağı Caddesi, Prof. Dr. Osman turan Sokağı Nu: 1 Balgat, Ankara
Telefon: 0.312-284 35 90 Belgegeçer: 0.312-284 21 23 e-posta: [email protected]  www.turkocagi.org.tr  
   


TÜRK OCAKLARI’NDA GENEL BAŞKANLIK YAPANLAR:
Mehmet Emin Yurdakul (1912), Ahmet Ferit Tek (1912), Hamdullah Suphi Tanrıöver (1912-1931 / 1949-1959 / 1961-1965), Prof. Dr. Osman Turan (1959-1960 / 1960-1961 / 1966-1973), Prof. Dr. Necati Akder (1960-1961), Prof. Dr. Emin Bilgiç (1973-1974), Prof. Dr. Orhan Düzgüneş (1974-1994), Sadi Somuncuoğlu (1994-1995), Nuri Gürgür (1996-2012 ), Prof. Dr. Mehmet ÖZ (2012- )

ANKARA ŞUBESİ BAŞKANLARINDAN BÂZILARI:
Zeki Sofuoğlu (1959-1960 Dönemi Ankara Şubesi Başkanı), Galip Erdem (1966-1967 Ankara Şubesi Başkanı), Prof. Dr. Recep Doksat (1967’de Ankara Şubesi Başkanı), Prof. Dr. Cengiz Uluçay (1968-1969 Ankara Şubesi Başkanı), Yılma Durak (1992-1994 Ankara Şubesi Başkanı), Prof. Dr. Celal Er (1994’te Ankara şubesi Başkanı), Türkân Hacaloğlu (2002’den itibâren Ankara Şubesi Başkanı)   
 
TÜRK YURDU DERGİSİ:
Türk Yurdu Dergisi’nin ilk sayısı, Türk Yurdu Cemiyeti’nin yayın organı olarak 24 Ocak 1911 tarihinde yayınlandı. Cemiyetin adı Türk Ocağı olarak değiştirilince, dergi de Türk Ocağı’nın yayın organı hâline geldi. 101 yıldır kısa aralıklarla, her dönemde 1. sayıdan başlamak suretiyle dönemler hâlinde yanına devam eden dergi, Eylül 2912’de, 8. dönemin 301. sayısına, toplamda ise 976 sayıya ulaşmıştır.

İletişim Kanalları:
TÜRK YURDU DERGİSİ: Sezenler Sokağı Nu: 4/12  Sıhhiye, Ankara Telefon ve Belgegeçer: 0.312-229 69 74
e-posta: [email protected]  www.turyurdu.com.tr