FETRET DEVRİNDE ARAYIŞ İÇERİSİNDEYDİ!...

03 Mart 1924 yılında,Yüksek derece’de, İslâm alimleri yetiştirilmek üzere açılmış, 465 Meidâris-i İlmiyye ile, imam-Hatip yetiştirilmesi için açılmış bulunan, 29 Mdresetü’l-eimme ve’l-hutebâ, (Bugünkü karşılığı, İmam-Hatip Miktepleri), Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun mer’iyyete alınmasıyla kapatılmıştır. Medrese’ler kapatıldığında, “ Müdirrisler Cemiyeti,”ne aza, 520  dersiâm ve müderris bulunuyordu. Süleyman Efendi Hazret’leri ve arkadaşlarından ba’zıları, Müderrisler Cemiyeti aza’larını toplantıya  da’vet ettiler. Ahval-i Umûmiyye ve yeni rjmin dine ve dindarlara bakış açısını dikkate alan müderrisledrden ekserisi, bu da’vete icabet etmediler. Da’vete icabet eden azı sayıda, dersiâm ve müderrislere, Süleyman Efendi Hazret’leri : “ Ey dersiâm’lar ve müderrisler! Siz’ler, bugün için, Yüce Dinimizin ve İslâmî ilim’lerin te’minatı durumundasınız. Herbiriniz, ikişer,üçer talebe okutursanız, İslâmî İlim’lerin ömrünü asgarî, elli sene ve bir-iki nesil uzatmış olacaksınız. Bunu yapmaz isek Huzur-u İlâhî’de, mes’ûliyyetten yakamızı kurtaramayız.” Diye bir hitabe’de bulunmuştu.Bu hitabe ve birebir yaptığı temaslar neticesinde, müderrislerden bir kısmını ikna etmiş, Ankara’ya, Merkez-i Hükûmet’e bu müderrisler tarafından şu mealde bir telgraf çekilmiştir: “ Bizler, aşağıda isim ve imzaları bulunan, dersiamlar ve müderrisler, Hükûmetimizin Harb-i Umûmî gibi büyük bir felaketten yeni çıkması dolaysiyle, malî müzâyaka içinde bulunduğunu dikkate alarak, dinî- islâmÎ ilim’leri herhangi bir ücret talep etmeksizin fahriyyen tedrise, okutacağımız talebe’nin de tüm iaşe ve ibatesinin tarafımızdan karşılanacağını, bildilir, Tedrisata devam edebilmek için izin verilmesini arz ederiz.” 24 Saat zarfında, karakoldan- karakola, bu telgraf’a şöyle bir cevap verilir.” Memlekette Tevhid-i Tedrisat kanunu yürürlüktedir. Hilafına hareket şiddetle cezayı  müstelzimdir.” Gelen  cevap üzerine, da’vete icabet eden, az sayıdaki  dersiam ve müderrisler de çil yavrusu gibi dağlmışlardır. Ba’zıları, bilhassa, Medrese-i Kuuzad me’zunu, dersiamlar ve müderrisler, Yeni Rejmin kendilerine teklif ettiği, hakimlik, müddaî umumluk( Savcılık) Mahkeme-i Temyiz azalığı ve Avukatlık mesleğini tercih etmişler, ba’zıları, tedrisata da devam etmemiş, herhangi bir mesleği de tercih etmemiş, kazasına,kasabasına, köyü’ne dönmüş, korkusundan ders kitaplarını toprağa gömmüş, kendi öz çocuklarına bile, Zarûrat-ı Diniyye’lerini dahî  öğretmemişlerdir.

Süleyman Efendiu Hazret’leri, 1924’ de Medreseler kapatıldığında, Süleymaniye Medresesi, ÂlÎ Kısım, Sahn-i Seman Medresesi, Tefsiur ve Hadis Müderrisliği yanında, aynı zamanda,2 Medresetü’l-eimme ve’l-hutebâ( Günümüz karşılığı, İmam-Hatip  Mektebi), Medresesi, Türk Dili, Müderrisi olduğu için, diğer dersiamlar ve müderrisler gibi, Müderrislik vazifesine son verilmemiş, Bu Medrese’de takriben altı ay kadar daha müderrislik yapmıştı.Bu Medrese, 03 Mart 1924 tarihinde kapatılmamış, Maarif Vekaleti’ne bağlanmıştı. Süleyman Efendi Hazret’leri, Maarif Vekaletine bağlanmış, bir Medrese’den din adamı, ilim adamı yetişmeyeceğini, anladı,Kendi ismini de kullanarak, Milletin aldatılacağını, pekçok menfî işlere alet edileceğinden çekindiği için, Dersiamlık unvanı uhdesiunde kalmak şartıyla, Medresetü’l-eimme ve’l-hutebâ Medresesi müderrisliğinden istifa ederek ayrılmıştı.

1927-1935 yılları arası, fetret devrinin en zulmetli-karanlık günleriydi. Bir taraftan, Mürşidi, Salâhüddîn ibn-i Mevlânâ Sirâcüddîn  (k.s.) Efendi Hazret’leri, 1909 yılında, İstanbul’u teşriflerinde,” Süleyman! Biz, Senin Seyr-i Sülûk’ini tamamlamak üzere, İstanbul’a geldik,” buyurmuş, kendisinde olanların tamamını verdikten sonra, “ Süleyman Efendi! “ Senin Nasib-i Ezelîğinde, çok daha fazlasına, çok daha yüksek makam ve mertebeler isti’dadın vardır.Bu bakımdan, Üveysî  olarak, seni, doğrudan, Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’l- Ethar,(k.s.), Abdü’l-Hâlık Gucdüvânî(K.S.), Muhammed Bahâuddîn Nakşibend(k.s.) Efendi Hazret’lerinden sonra, Siulsile-i Zeheb’in- Silsile-i Saâdât’ın dördüncü Kutbu’l- Aktab’ı, İmam-ı RabbânÎ, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fârûkî  es- Sirhindî, (K.S.) Efendi Hazretlerine bağlıyorum, bundan sonra, Seyr-i Sülûk’ini, Kemalât’ını, onun taht-ı terbiyesinde tamamlayacak, bu vadide en yüksek mertebelere, kemâlâta ulaşacaksın,” buyurdu. İstanbul’dan, son haccı’nı eda etmek üzere Mekke’ye gitti. Hac farizasını ifa ettikten sonra, Kırgızistan- Oş Şehrinde,( 1910-13289 İrtihal-i dâr-ı Bekâ eylemiş, Kabirleri, Kırgızistan’ın Oş Şehri’nin Şark Mahallesinde Yüksek bir tepe üzerinde Semezar  Kabristanlığında aile, Kabristanlığındadır

Süleyman Efendi Hazret’leri, artık, Seayr-i Sülûk’ini tamamlamak, ulaşabileceği makam ve mertebeler ulaşmak  için, Üveysî  olarak,Silsile-i Zeheb’in- Silsile-i Saâdât’ın dördüncü Kutbu’l- Aktab’ı, dördüncü Merkezi, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fârûkî  es- Sirhindî (K.S.) Efendi Hazretlerinin irşadı,ihdası, tecdidi, murakabesi altında, kemâlât yolunda serî’an, Seyr-Seyr-i Sülûk’üne devam ederken, Tedrisat içinde, arayışlar, imkânlar, fırsatlar kovalamaktadır.

“ Ba’zılarına teklif ettim. Çocuğunu ver, okutalım,iaşe,ibate bütün ihtiyaçlarını biz karşılayalım, Teklifimizi daha da ileri götürerek,” Oğlum, çalışsın, para kazansın, Evimize ekmek getirsin,” diye düşünüyorsanız, ayrıca, kendisine maaş da bağlayalım,” dedik. Hatta, devrin  meb’us maaşı kadar maaş vermeyi teklif ettiğimiz halde, yine de okutacak talebe bulamadık,” buyurduğu yıllar...

Bu arayışların bir cüz’ü olarak, tavsiyer üzerine,1927 yılında, sıkı ta’kip’den kurtularak, Batı toros’lar üzerinden, Medrese’den çok samîmî arkadaşı, devrin Mersin Müftüsü, Abdullah Efendi’ye ulaşmak üzere, o devirde, Konya- Erğli’ye bağlı Ayrancı’ya gider.AyrancI’nın Çat Köyü’n’de, Dedehoca olarak meşhur, bir Peynir taciri vardır, Soğanlı Yaylasındaki, Konar-göçer Yörük Oba’larının Peynir- çökelek, Kese Yoğurdu, gibi Süt ürünlerini toplar, şehirlere, büyükşehirlere sevk’ederdi.Bir-kaç gün Dedehoca’nın evinde misafir edildi. Dedehoca ile ortak süt ürünleri ticareti yapılacak, hatta, Soğanlık Yaylasında, bir Mandıra kurulacak, görüntsü verildi. 20 gün kadar da Soğanlı Yaylasında, Dudak Aşireti Reisi,nin Obasında ve diğer Yörk Oba’larında misafir edildi.Burada kaldığı müddet zarfında, Oba’lardaki Yörük çocuklarına, Zarûrât-ı Diniyye’lerini, bi’temâmihâ  ve bi’ keimâlihâ öğretti. Buradan, Dudak Aşireti Reisi, Mehmed Ağa’nın kendisine tahsis ettiği, at  ve  katırlarla, Mehmed Ağa’nın yanına koştuğu, Refakatçıyla birdlikte, Toros’ları aşarak, Mersin’e ulaştı ve Mersin Müftüsü, Abdullah Efendi ile görüştü, hasret giderdi, talebe bulabilirmiyiz, okutabilirmiyiz? Diye istişarelerde bulundu.