Câmia ve Cemaatlerin istedikleri her sahada ticârî faaliyetlerde bulunup-bulunmayacakları tartışılmalıdır; Öyle ya! Müslüman bir tacir’in ticaret hayatında yapamayacağı iş sahaları vardır; bir Müslüman müskirât, her nev’i alkollü içki ticareti yapamayacağı gibi, Müslümanlara domuz eti de satamaz. Meşrû ve helal olmasına rağmen, ba’zı emtia’nın alım-satımı, ticareti uygun bulunmamıştır. Sarraflık, altın ticareti her ne kadar meşrû ve helal ise de uygun bulunmamıştır. Yaptığım kısa bir araştırmaya göre, câmia ve cemaatlerin iştigal sahaları, genellikle, Hacc ve Umre seyahatleri tertip eden turizm şirketleri-firmaları, eğitim müesseseleri, özel okullar, kolejler, üniversiteler, yüksek okullar, gıda maddeleri ve diğer ihtiyaç maddeleri alım-satımının yapıldığı marketler, husûsî hastahaneler... Az da olsa, sanayi müesseseleri, depolama te’sisleri... Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde, bayındırlık, (Umrân faaliyetleri), cami, yol, han, her tür yapı faaliyetleri, eğitim müesseseleri, ibtidâî’den başlayarak medreselerin en yüksek kısmına kadar- ilkokul’dan-lisans ve lisanüstü eğitime kadar- her kademe eğitim, sağlık, her nev’i tedâvî ve ihtiyaç sâhiplerinin yeme-içme, giyim, kısaca her tür iaşe ve ibâte ihtiyaçları, kurulmuş, mâlî imkânları-akarları zengin vakıflar tarafından yerine getiriliyordu. Sultanların, Vâlidesultanlar’ın, Devlet Ricali’nin kurduğu vakıflar tarafından inşa ettirilen Vakıf Külliye’lerinde, sıbyân mektebinden- en yüksek medrese tahsiline kadar eğitimin bütün kademeleri, fakir ve miskinlere üç öğün sıcak ve doyurucu yemek verilen imârethâne’ler, her türlü hastalığı zamanın imkân ve şartlarına göre tedâvî eden Daru’ş-Şifâ’lar vardı. Her tür hastalık tedâvî edildikten sonra nekâhet dönemini en iyi şekilde geçirebilmesi için, hastalar, refakatında bir hekim ve yardımcı sağlık elemanı olduğu halde memleketine, ikâmet ettiği yere gönderilir, nekâhet devresinde nelerin yapılması gerektiği aile fertlerine belletildikten sonra hekim ve yardımcı sağlık elemanı geri dönerdi. Günümüzde, Devletin tekelinde bulunan eğitim kurumları, harçlar ve talebeden talep edilen masârif karşılığı harcamalara katkı ile neredeyse bütün kademelerde ücretli hale getirilmiştir. Vakıf Üniversiteleri ise tam bir aldatmaca... Kanaatimiz odur ki, holdingler ve çok paralı zengin vatandaşlarımız, devlete vergi vermek yerine birer vakıf kurarak ve bu vakıflar eliyle devletimizin tekelinde olması gereken yüksek eğitim sahasında birer vakıf üniversitesi kurdular. Bu üniversite’lerin talebe profili çıkarıldığı zaman, bu üniversitelerde yine çok zenginlerin çocuklarının okuduğu görülür. “Ağa’lar birbirini ağırlar,” özdeyişinde olduğu gibi... Zenginlerden bir kısmı, devletimize vergi vermek yerine, vakıflar te’sis ederler, kârlarının bir kısmını bu üniversitelere aktarırlar, başka zenginlerin çocukları da bu çok pahalı üniversitelerde öğrenim görürler. Belli oranlarda fakir ve başarılı talebeye burs verildiği hikâyesi de bir aldatmacadır. Çok başarılı ve fakir gençlerimizin bu üniversitelerin semtlerine, (örneğin; Ankara’da Bilkent, İstanbul’da Koç ve Sabancı Üniversite’lerine) uğramaları bile mümkün değildir. İlk ve orta dereceli mektepler-kolejler- de hakezâ, en ucuzu 10 bin Dolar veya Avro’dan başlıyor. Camia ve Cemaatlerin kurdukları husûsî hastahane’ler: Husûsî hastahane; mevzuu dertli-çilekeş hastalar olan birer ticarethane’lerdir. Yânî, müşterileriniz, çeşitli hastalıklardan muztarîp, nâçâr, dertlerine deva arayan zavallı insanlardır. Pekiyi! Dara düşmüş, nâçâr kimselerin bu çaresizliklerini fırsat bilerek para kazanma, onların bu hallerinden istifade ile, durumlarını paraya tahvil, ne kadar meşrû, ahlâkî’dir? Üstelik bu binalar ve içerisindeki tıbbî cihaz, âlet ve edevât Müslümanlardan toplanan Fıtır-Zekât ve teberrû paralarıyla yapılmıştır. Zekâtından, Sadaka-i Fıtr’ından veya nâfile olarak verdiği sadaka ile yapılan bu hastahanelerden birisinin yakınlarında geçirdiği bir trafik kazası neticesinde veya başka bir sebeple bu hastahanelerden herhangi birisine kaldırılan bir Müslüman bir haftalık bir tedâvî’den sonra taburcu edildiğinde, tüm mâmelek’ini verse de aslâ ödeyemeyeceği bir fatura ile karşı-karşıya kalabilir. Bu nasıl bir ticaret? Bunlar nasıl birer camia ve cemaat?.. Doğuş Grubu’nun Kurucusu, Merhûm, Aydan Şahenk, Amerika’da kanser hastalığının son evrelerinde yatmaktadır. Oğlu Ferid Şahenk ağır hasta babasına biraz moral vermek için kendisine, Türkiye’deki yatırımlarından bahsederken, “Bir de çok büyük ve meşhur bir Amerikan Hastahane’ler zinciri ile anlaşma yaptık. İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere bütün Türkiye’de bu hastahane zincirini kuracağız,” dedi. Merhûm Ayhan Şahenk oğul Ferid Şahenk’e sordu; “Ferid! Sizin kuracağınız bu hastahaneler paralı mı olacak? Elbette Baba, hem de Türkiye’nin en pahalı hastahaneler zinciri olacak, çünkü biz, bu hastahaneleri, Türkiye’nin, Avrupa’nın değil, Amerika’nın standartlarının da çok üstünde standartlara kavuşturacağız. Tabiîdir ki, fiyatlar da biraz uçuk olacak... İyi iyi! Farzedelim, sizin hastahanelerden birisinin yakınlarında fakir bir adam, bir işçi veya işsiz kaza geçirdi veya bayıldı. Hastayı sizin hastahanenize kaldırdılar, tedavisini-bakımını yaptınız, bu fakir, işçi veya işsizden para talep edecek misiniz? Elbette, baba, çünkü buralar birer ticarethane’lerdir, vakıf müessesesi veya imârethâne’ler değildir.” “Oğlum Ferid, gel sen bu hastahane sevdasından vazgeç, yatırımlarını, bu hastahane zinciri için ayırdığın tahsisatı, başka yatırım sahalarına kaydır, eğer illâ da hastahane yaptırmak istiyorsanız, bir vakıf hastahanesi kurun, yalnız fakir ve dar gelirlileri bilâ bedel, tedâvî edin, benim size nasihatım budur,” der keser, atar. Oğul Ferid Şahenk de hastahane kurmak sevdasından vazgeçer. Vakıf ruhuna sahip çıktığı ve çocuklarına bu istikâmette yol gösterdiği için Merhûm Ayhan Şahenk’i bir kerre daha rahmetle yâd ederim. Camia ve Cemaatlerin gıda ve ihtiyaç maddeleri ticaretiyle iştigal eden marketlerinde, gıda da helâl ve tayyibe dikkat göstermedikleri de bir vakıa’dır. Cemaat ve Câmia mensuplarına, “Boyalı meşrubattan uzak duru! Zinhar bunların içmeyin,” tavsiyesinde bulundukları halde marketlerinde her nev’i boyalı meşrubatı sattıkları, hatta bardak, çorba gibi hediyeleriyle teşvik ettikleri müşahede olunmaktadır. Yoğunlukla camia ve cemaat mensuplarının alış-veriş ettikleri bu marketlerde gıda ve ihtiyaç maddeleri kalite ve fiyat bakımından emsâlinden avantajlı olmalıdır. “Hangi malı ne fiyatla arz edersek edelim, nasıl olsa, mecbûrî müşterilerimiz vardır, üstelik de i’tiraz etmezler, mutlâk itaate kodlandırılmışlardır,” anlayışndan vazgeçilmelidir. Camia ve Cemaat güdücüleri artık anlamalıdırlar ki, “Mutlâk itaat, Mâverâü’ş-Şerîa (Şerîat ötesi), hakîkate ulaşma yolunda, Seyr-i Sülûk’dedir. Şer-i Şerif’te ise, “Hâlika İsyan olan şeylerde Mahluka İtaat Olunmaz.” “Hakîkate Ulaşma Yolunda (Tarikatta), Şerîat Gemisinin Sağlam Olması Şarttır.” Şerîat Gemisi, ancak, rüzgarsız, dalgasız denizde yüzerek karşı sahile ulaşır...