Farklı kalemler keşfedip okumaya bayılıyorum. Olağan olmaktan kaçınmış, pencereleri enteresan dünyalara açılan insanlar, her zaman ufku genişletirler.
Beslendikleri ilham perileri belki süreli acı yiyordur bilemem ama dans eden tüm harflerin okuyuculara geçtiğine eminim. 
Yuja Dab ve Mesut Cihan Demirel… En son okuduğum iki kitabın sahipleri...
İki eser iki farklı kişi tarafından değerlendirildi. Bana da sizlerle paylaşmak düştü. 
Eee ne demişler? Güzel olanı paylaş ki, güzellik çoğalsın… 
Şeyma EKE


Bubi Tuzağı – Mesut Cihan Demirel
Yazarın dediği gibi “okumadan ölmeyin” Böyle iddialı bir söz söylüyor ise yazar, alıp okumalı bu kitabı. Kitap, ilk sayfada İllegal uyarıda bulunuyor. “Eğer sorunlarınız varsa, hâlâ inancınızı kaybetmediyseniz, kurumlarınızı yenemiyorsanız, kendinizle yüzleşemiyorsanız ve gerçekleri kabullenemiyorsanız lütfen bu kitabı okumayın“ diye uyarısını yapıyor. Beni en çok Fi –Biri Birun etkiledi. Gökhan, aklımda hep bir soru işareti olarak kaldı. Kitap bitmeden keşkelerimi çoğalttı. Hatta işaretlediğim bir yer vardı. Orada şöyle diyordu yazar: İnsanın ruhuna attığı façaya “keşke” denir. Bu kitabı elinize aldığınız zaman “ hemen bitiririm” dersiniz. Ama günlerinizi alacaktır. Neden mi? Çünkü çok fazla dalıp gideceksiniz uzaklara. Gökhan’ı düşünüp, ona üzüleceksiniz. En çok Gökhan’ı anlayacaksınız. Gökhan size dokunacak ve ardından diğerleri ardından gelecek. Her bir sayfası içinize işleyecek. Son olarak yalnızlığını derin bir çizikle açıklıyor:
“Yalnızım, herhangi bir Cuma namazından sonra terk edilen camiler kadar.
Ve kabul et Tanrım; neresinden bakarsan bak, en az senin kadar.”

Hazırlayan: Fulya Sinem Eraslan


Rögar Kelebeği – Yuja Dab
"Koca bir evren içinde ıssız bir ada dünya. sadece bedenler var. İnsan yok."
Yuja Dab'ın (Yunus Baysal) Haziran 2015'te çıkan ikinci kitabı "Rögar Kelebeği".
Bizi kalabalıklar içinde rengini günden güne kaybeden ve buna rağmen yaşam savaşını kanına bata çıka sürdüren kısa ömürlü kelebeğin yani Emel'in yani hepimizin gizde boğazımızı yumrukladığı, insanlığımızı samimiyeti olmayan bedenlerde kaybettiğimiz makyajı rögarları tıkayan maskelere gizlenmiş yüzümüzü haykırıyor. 

Modern yaşam çığlığının kulağımızı patlattığı bu asırda kaçımız zindanlarını kemiriyor? Kaçımız son umut çırpınışlarını yüzme bilmeden mavi göğe kulaçlıyor?
Emel'in evrende tek başınalığından tutuyoruz elimizi. Derisini yırtan kaleminden tutunuyoruz mürekkebe. Dünyaya herkesin ona delisin etiketiyle bağırdığı bir çağda. O hiç yüksünmeden haykırıyor hakikati suratımıza. Merhametimizi, vicdanımızı, zalimliğimizi ve hatta aşkımızı asfaltlı caddelere sürte sürte atıyor önümüze Emel. Soyut ve somut zamanın birbirini iğdişlediği insan suretlerinde, aynada silikleşen yüzümüzü kanatlarımıza kağıt kesikleriyle vuruyor kitap. Şiirsel ve doygun anlatımıyla ruhumuzu balçıklanan zamana götürüyor. Yani insanın varolduğu ilk ana. Masumiyetinin larvalarla korunduğu ilk çamura. Elimize yüzümüze damlıyor Emel'in içinde yaşam varlığını sürdüren tüm karakterler. Ki okundukça ruhumuzu sarsıp, unuttuğumuz çocukluk çağına uzatıyor bizi. Materyalist dünyaya inat bize iyi insan olmanın kanatlarımıza renklerini diriltebileceğini anlatıyor. 
Zamanın endişeli ruh girdaplarında, yalnızlığını duvarlara anlatan, zalim dünyadan kaçıp kaçıp, içindeki boynu kırık dünyada nefesini korkuyla sayan ötekileştirilmiş insanları "hatırla!" diyor kitap. 
Savaşın dört bir yanımızı her anlamda parçaladığı bu çağda: 
"çocuklar ağlarsa, sokaklar kanser " sözüyle barışa ve umuda bin yıkıntı köprüye rağmen tutunmamızı salık veriyor yazar. 

İnsanlığımızı, rögar kelebeğinin göğümüzde dans edişini izleyip iliğimize hissettiren bu leziz şiirsel anlatımlı eserle yakalayalım. Basamak basamak çoğalacak olandır güzellik... 
Hazırlayan: Ayşe Gönenç