Oğuz Çetinoğlu:1966 yılında bâzı gazetelerde, solcu gençlerin sizi linç etme teşebbüsüne mâruz kaldığınızda dâir haberler ve köşe yazıları yayınlandı. Siz, 2013 yılında o günün hâdiselerini gündeme getirdiniz. Neler oldu, anlatır mısınız?

Bozkurt İlham Gencer: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı İsmet İnönü, bir kısım gençlik kuruluşlarını ziyâret ederek, kendileriyle övündüğünü belirtmiş, tuttukları yolda ilerlemelerini teşvik edici sözler söylemişti. Aynı günlerde Akşam Gazetesi’nin muhabiri gençler tarafından dövüldü. İnönü, bu olaya çok üzüldüğünü, ne yapacağını bilemediğini söyledi.   

Bir gün sonra aynı partiye mensup bir şahıs, 27 Mayıs 1960 darbesinin alt yapısını oluşturan 27 Nisan olaylarının yıldönümünü kutlamak maksadıyla yapılan toplantıda; ‘Sağcı faşistler, kırmızı ceket giyen caz sanatkârına bile tahammül edemiyorlar, zavallıyı tevkif ettirdiler…’ şeklinde beyanda bulunuyor. 

Ben, ülkem ve milletim aleyhinde faaliyet gösteren, taşkınlıklar yapan gençlerin teşvik edilmesinden rahatsız olmuştum. Bir de ‘kırmızı ceket’ ve ‘caz sanatkârı’ ifâdelerini duyunca, çok üzüldüm. Taksimde, açık hava basın toplantısı düzenledim. Orada; ‘Hayır! Yok öyle bir şey, caz sanatkârları içinde komünist yoktur, tevkif edilen de yoktur. Bunlar tertiptir, komünistlere arka çıkmaktır…’ Dedim. Bunun üzerine solcu gençlerin hücumuna mâruz kaldım. Beni tartakladılar. Vatandaşlar araya girmeseydi, beni linç edeceklerdi. Bana isnat edilen suç; ‘meslektaşlarım arasında komünist yoktur’ demiş olmaktı. 

İnönü’nün iltifat ettiği gençlerle, beni tartaklayanlar aynı kişilerdi. 

Çetinoğlu: Nasıl öğrendiniz?

Bozkurt Gencer: İnönü ve ziyâret ettiği gençlerin fotoğrafları gazetede çıkmıştı. Birkaç gün sonra adresime, bir zarf içerisinde linç teşebbüsünün fotoğrafları geldi. Zarfın üzerinde ve içerisinde gönderenin ismi yoktu. Kimin gönderdiğini bilmiyorum. Gazetedeki fotoğraflarla meçhul şahsın bana gönderdiği fotoğrafları karşılaştırınca aynı kişiler olduğunu gördüm. 

Gazetecinin dövülmesi olayına üzülen İnönü’nün, Halkevlerinden yetişen, vatansever ve Atatürkçü bir sanatkârın tartaklanması karşısında sessiz kalmış olması gazetecilerin dikkatini çekti. Haber yaptılar. Bedii Faik, Kadircan Kaflı, Orhan Seyfi Orhon gibi köşe yazarları da mesele ile alakalı makaleler yazdılar. 

Yeni İstanbul gazetesinde ‘Bir İstanbul Efendisi’ genel başlıklı köşe yazısında, ‘Ne Deseydi?’ başlığıyla bir yazı daha yayınlandı. Yazı; “İlham Gencer adlı bir mûsıkî sanatkârı, Taksim Meydanı’nda yapılan bir törende: ‘Kim bana komünist diyebilir, biz komünist değiliz’ diye ısrar edince, oradaki gençlerin öfkeleri kabarmış ve bu zâtı linç etmeye kalkmışlardır. Fessuphanallah…” Cümlesiyle başlıyor ve şöyle devam ediyor. “Ne yapsaydı adamcağız? Yâni, ‘Evet, dediğiniz gibi, bizim böyle bir affedilmez kabahatimiz var’ deseydi de, bu sefer de hak ederek mi linç edilseydi? Anlayamadım bu çocuğa öfkelenenlerin öfkesinin sebebini…” 

Çetinoğlu: Hâdise böylece kapandı mı?

Bozkurt Gencer: Gazetecinin dövülmesine hassasiyet gösteren, üzülen İnönü’nün; bir gencin linç teşebbüsüne mâruz bırakılması karşısında sessiz kalması ben çok üzmüştü. Bu hâdiseyi hiç unutamadım. 

Çetinoğlu: Unutamadınız da ne yaptınız?

Bozkurt Gencer: 2013 yılında CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin’e hâdiseyi anlatan bir mektup yazdım. Gazete ve fotoğraf fotokopilerini gönderdim, kendilerinden gecikmeli bir özür alacağımın olduğunu belirttim. 

Çetinoğlu: Borçlarını ödediler mi?

Bozkurt Gencer: Ödemediler. Ödeyecekleri zamana kadar alacağımın tâkipçisi olacağım. 

Çetinoğlu: Bu röportaj ile bir defa daha alacağınızı istemiş oldunuz. Şâyet öderlerse beni haberdar ediniz, bu sayfadan kamuoyuna duyuracağım. 

Sizin bir de Emirgân’da bir gazinoda program yaptığınız dönemde yaşadığınız müessif bir hâdise var. Onu da anlatıp, geçmiş dönemin dosyasını kapatalım istiyorum. Anlatır mısınız? 

Bozkurt Gencer:1978 yılında Emirgân’daki Köşem Restaurant’ta programa başlayacağım ilân edilince, bir gurup genç ziyâretime geldi. O semtin, ‘solcular tarafından kurtarılmış bölge’ olduğunu, burada çalışmamın, şahsım ve mekân için tehlikeli olabileceğini, güya nâzik bir dille söylediler. Bu, resmen bir tehdit idi. Hiç kimseye hiçbir şey söylemedim. Programa başladım. Önce, ismimin yazılı olduğu neon tabela tahrip edildi. Yenisini yaptırıp koyduk. Bu olar birkaç defa tekrarlandı. Bir Cumartesi gecesi, piyano çalıyordum. Lokalde 300’den fazla dinleyici vardı. Sâhilde bir arabanın yandığını görenler, dışarıya çıkarak kendi arabalarını yangın bölgesinden uzaklaştırmak için çalıştı. Programıma devam ediyordum. Garsonlar, duyuru için izin istediler, şarkıyı bitirince bekledim. Duyuru yapıldı: ‘4732 numaralı otonun sâhibi buradaysa, arabasının yanına gitmesi rica olunur…’ Plaka bana aitti. Arabamın yanına gittim. İçinden alevler çıkıyordu. İnfilak etmesini önlemek için kaputu açıp benzin borusunu, ellerimin yanmasına aldırmadan kopardım. Garsonlar ve dinleyicilerim denizden su aldılar, itfaiye gelmeden yangını söndürdüler. Daha sonra polis geldi ve zabıt tutuldu. 

Arabanın sağ ön camını kırarak vitesin bulunduğu yere Molotof kokteyli atılmıştı. 

Ertesi gün, Ülkücü kardeşim Rahmetli Yusuf Bahri Genç ve iki arkadaşı, bir çekici araç ile evime geldi. Beni de çekici aracına aldılar, yanan arabamı çekmeye gittik. Arabanın bulunduğu yere bir kamyonet yanaşmak istiyordu. Yanaşmakta olan bir gemiden malzeme alacakmış. Fakat yanık arabam, kamyonetin yanaşmasına mâni olduğundan arabamı ittiriyorlar. Biz de ittirenlere yardımcı olmak istedik. Bu esnada arka tampondaki fitilli bombaları gördük. Bomba uzmanları çağrıldı, geldiler ve zararsız hâle getirdiler. Ön taraftaki yangın arka tarafa sirâyet etmiş olsaydı, müthiş bir felâket yaşanacaktı. Cenâb-ı Allah hepimizi korudu şükürler olsun.   

Çetinoğlu: Şimdi yakın zamanlara gelelim: Bir televizyon kanalındaki canlı yayında; ‘Dağ başını duman almış…’ kelimeleriyle başlayan marşımızın, aslında İsveç millî marşı olduğunu söylediniz…

Bozkurt Gencer: Evet! İsveç millî marşıdır. Müzik İsveç’ten alınmış, üzerine Ali Ulvi Elöve tarafından Türkçe sözler yazılmıştır. 

Çetinoğlu: İsveç millî marşının müziğine Türkçe sözler yazıp her seviyedeki öğrenciler tarafından ve asker ocağında sık sık söyletilmesini, söylenmesini nasıl yorumluyorsunuz? 

Bozkurt Gencer: Kat’iyyen doğru bulmuyorum. Hatta son derece zararlı buluyorum. 

Çetinoğlu: Neden?

Bozkurt Gencer: Ülkemizde çok kabiliyetli müzisyenler, bestekârlar var. Yüzde yüz yerli, Anadolu kokan, Türk’ün ihtişamını yansıtan besteler yapabilirler. Yapmalılar. Yapanlar var tabîi ki… Çok da başarılı oluyorlar. Yabancıdan müzik almamıza gerek yoktur. Mahzurludur da… 

Çetinoğlu: Ne gibi mahzur?

Bozkurt Gencer: Çocuk yaştakilerde ve gençlerde olumsuz düşüncelere yol açar. ‘Bu şarkıyı da bu marşı da yabancılardan almışız. Demek ki onlar yapabiliyorlar, biz yapamıyoruz. Onlar üstün, biz geriyiz…’ gibi düşünceler gelişir. Böylece batı hayranlığının tohumları atılmış olur. Kendimize güvenimiz azalır. Zâten batılılar da bunu istiyorlar. İmkânlarımızın olduğu sâhalarda batıdan üstün olduğumuzu ispat için var gücümüzle çalışmalıyız. Yakın zamanlara kadar Türkler; Ermenileri, Rumları ve Musevîleri, kendi kültürümüze hizmet eder konuma getirmiştik. Kemânî Tatyos Efendiler, Bimen Şen’ler, Bacanos Kardeşler ve Kemençeci Vasilâki, Mısırlı Ûdî İbrahim ve İshak Varon gibi; Ermeni, Rum ve Yahudi asıllı müzisyenler Türk müziğine taç besteler kazandırmışlardır. Silkinip kendimize gelirsek o muhteşem yılları tekrar yaşayabiliriz. 

Çetinoğlu: Kimileri (tabîi ki millî duyguları gelişmemiş olanlar…)  ‘Canım, bir şarkıdan bir marştan ne çıkar ki, varsın olsun…’ Diyorlar. Siz ne diyorsunuz?

Bozkurt Gencer: Batıdan bir tâne bile alsak çoktur. Hem üç-beş değil ki aldığımız… ‘Sev kardeşim…’ ve ‘Hayat bayram olsa…’ ve benzerleri var…  

20. yüzyıla gelinceye kadar melodisini batıdan aldığımız ve milletimize mal olmuş ekseriyet tarafından benimsenmiş tek bir beste yoktur. 

Polkalar, fokstrotlar, valsler, tangolar… alınmışsa da dar bir sâha içinde kalmıştır. Osmanlı pâdişahlarından bâzılarının batı tarzında bestelediği eserlerde bile bizden renkler, râyihâlar vardır. 

Mozart, mehter marşımızın ritminden ilham alarak 1783 yılında ‘Türk Marşı’ isimli bestesini yapmıştır. Yine Mozart, ‘Saraydan Kız Kaçırma Operası’nı Osmanlı sarayından etkilenerek yazmıştır. 

Franz von Suppe 1854 Kırım Savaşı sırasında yaşanan Balıklava Muharesebi’nde, Osmanlı Alayı’nın savaştaki kahramanlıklarından ilham alarak, ‘Hafif Süvari Alayı’ isimli eserini bestelemiştir. 

Araştıranlar, başka örnekler de bulabilirler.  

Çetinoğlu: Adını rahmetle anıyorum. Eski eşiniz Ayten Alpman’ın meşhur ettiği ve 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, radyo ve televizyonlarla, açık hava ve kapalı mekânlarda millî marş gibi söylenen ‘Bir başkadır benim memleketim…’ kelimeleriyle başlayan şarkı hakkında da iddialarınız var…

Bozkurt Gencer: Evet! O şarkı da bir Yahudi bestesidir. 

Çetinoğlu: İstiklal Marşımızın değiştirilmesi gerektiğini iddia edenlere neler söylemek istersiniz?

Bozkurt Gencer: Müsaadenizle, sorunuzu cevaplandırmadan önce, İstiklal Marşımızın söz ve bestesi hakkında olumsuz laflar edenlere bir çift sözüm var: İstiklal Marşımız, dünyanın en mânâlı millî marşıdır. Yazıldığı günlerin zor şartlarını anlatmakta, milletimize ümit ve cesâret vermekte, güvenli bir geleceği müjdelemektedir. İstiklal Marşımız dosta ve düşmana, ‘Ben bu vatanda kıyamete kadar hür olarak yaşayacağım’ mesajını, gür ve inandırıcı bir sesle haykırmaktadır. O’nun değil güftesine ve bestesine, virgülüne ve noktasına dokunmak, hiç kimsenin haddi değildir. Haddini aşanlara aziz ve necip milletimiz, en uygun şekilde haddini bildirir. 

İstiklal Marşımızın sözlerinde şovenizm yoktur, hamâset yoktur, ırkçılık yoktur, diğer milletleri aşağılama yoktur. ‘Vardır’ diyenlerin idraklerinde anlama ve yeteneklerinde bozukluk vardır. Kendi kendilerini eğitmeleri ve tedâvi olmaları gerekir. 

Bestesine gelince… Bestesinde de kusur yoktur. Farz-ı muhal, varsa bile değiştirilmesi için gerekçe olarak ileri sürülemez. 

İstiklal Marşını; okullarda öğrencilere, merâsimlerde insan topluluklarına ve koro mensuplarına şeflik yapanlar, hatâlı hareket ediyorlar. Cenâze marşı gibi söyletiyorlar. Marşlarda, tempo vardır. Temposuz veya 4 X 4 (Dört dörtlük) tempo ile söyletiyorlar. Marşlar, 4 X 42, (dört ikilik) tempo ile söylenir. Ayrıca terennüm hatâsı var. Operacıların sesine uygun söyletiyorlar. Vatandaşlarımız operacıların ses kapasitesine sâhip olmadığından ‘…dir o benim milletimindir ancak…’ derken zorlanıyorlar. Bu aksaklık, koro şefi konumunda olan kişi tarafından düzeltilebilir. Bir de 4 ses pesten başlatırlarsa, herkes rahatlıkla söyleyebilir. Bilinmelidir ki İstiklal Marşı, cenâze marşı gibi vurgusuz ve temposuz söylenmez. Cenâze marşında hüzün vardır. İstiklal Marşında ise heyecan ve coşku vardır. Bu unsurlar, topluluğu yöneten kişinin belirleyeceği hareketlilikle sağlanır. 

Opera sanatkârları müzik eserlerini sol minör tonunda icra ederler. Halk tarafından söylenirken ses seviyesi olarak re minör tercih edilmesi gerekir. İstiklal Marşının bestesinde bir de ‘prozodi hatâsı var’ deniliyor. Bu hatâ bestede değil, söyleyiştedir. O da ağır tempo, hareketsiz ve temposuz söylenilmesinden kaynaklanıyor. Hızlı söyletilirse, söylenirse hatâ olmaz. Bununu ispatını yaptım. Binlerce defa büyük kalabalıklara şeflik edip İstiklal Marşı söylettim. Hiç kimse, zorlanmadı, herkes rahatlıkla söyledi.    

Çetinoğlu: Çok mükemmel izah ettiniz. Teşekkür ederim. Şimdi müsaadenizle başka bir konuya geçmek istiyorum. Umûmiyetle sanatkârların millî meselelere mesâfeli durduğu bilinir. Fikrî yapıları itibâriyle de sola meyyal oldukları düşünülür. 

Siz hem millî-mânevî meselelerle samîmiyetle ve yakından alakadar oluyorsunuz, hem de kendinizi gizlemiyorsunuz. 

Bozkurt Gencer: İkinci cümleniz için teşekkür ederim. 

Millî meselelerimizle alâkadar olan sanatkârlarımız, bilinenlerden fazladır. Kendilerine ait sebeplerle gizleme ihtiyacını hissediyor olabilirler. 

Çetinoğlu: Siz, ‘Türk milliyetçisi’ olarak biliniyorsunuz. Milliyetçilik anlayışınızı açıklar mısınız?

Bozkurt Gencer: Türk milliyetçiliği; bölgeye, ırka, kavim ve aşirete, etnik kökene bağlı ve dayalı bir düşünce sistemi değildir. Kültür temeli üzerine oturtulmuştur…

Çetinoğlu: Özür dilerim. Sözünüzü kesmek mecburiyetindeyim. Tam da bu noktada, ‘kültür’ kavramının târifini yapmanız gerekecek. 

Bozkurt Gencer: Dünyaca tanınmış sosyologlardan birkaçı bir araya gelerek araştırmışlar, hepsi de doğru olmak üzere 300’den fazla kültür târifinin bulunduğunu belirlemişler. Sonra oturup bütün târifleri tek tek mercek altına almışlar, hepsinde de bir takım noksanlıklar olduğu kanaatine varmışlar. Benim yapacağım kültür târifinde de noksanlık bulanlar olacaktır. 

Benim kültür târifim şöyle: Şahısların ve şahısların meydana getirdiği milletlerin hayat tecrübelerine dayalı giyim-kuşam, yeme-içme alışkanlıkları, beşerî ilişkilerde göz önünde bulundurulması gereken kaideler,  zaman içerisinde ve keşiflerle geliştirdikleri, yaşattıkları ve gelecek kuşaklara aktarma gayretinde oldukları maddî ve manevî her türlü değerler toplamına, kültür denilir. Değerler içerisindeki unsurların en önemlileri: dil, din, müzik, edebiyat, folklör, müşterek târih, terbiye, ahlâk, nezâket, yardımlaşma içgüdüsü, insan sevgisi, bir arada yaşama arzusu sayılabilir. Bunlar insan topluluklarını ‘millet’ hâline getiren temel unsurlardır. 

Herhangi bir futbol tamının taraftarları maç sırasında bir araya gelirler. Gayeleri birdir: takımlarını teşvik etmek ve galip gelmesine katkı sağlamak. Taraftarlar topluluğu maç bitip de stadyumdan ayrılıp evlerine gitmek için yola koyulduklarında artık müşterek tarafları kalmamıştır. Herkesin ayrı bir düşüncesi vardır. Milletleri meydana getiren insanların hayatta oldukları süre içerisinde devam eden idealleri vardır: Mensubu bulunduğu milleti, asırlardır devam eden kültürlerini koruyarak ve geliştirerek muâsır milletler seviyesine ve hattâ daha yükseğine çıkarmak. Vatan müdafaasında bir ve birlikte olmak… Bu târif de elbette genişletilebilir. 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim.  ‘Türk milliyetçiliği kültür temeli oturtulmuştur’ demiştiniz.  Devam buyurur musunuz? 

Bozkurt Gencer: İnsanların refah ve mutluluğu, devletin güçlü oluşu ve bağımsızlığı, düşman nezdinde caydırıcı, dost nezdinde güvenilir olma özelliğine sâhip olması için çalışmak, Türk milliyetçisinin idealidir. 

Çetinoğlu: Teşekkür öderim. Sizi bir hayli yordumsa da gençler için öğretici-eğitici güzel bir sohbet oldu.

Bozkurt Gencer: Ben de teşekkür ederim. Sorularınız mükemmeldi. Eşdeğerde cevaplar sunmak için bana şevk ve heyecan verdiniz. 

BOZKURT İLHAM GENCER:

1925 yılında İstanbul’un Bakırköy ilçesinde dünyaya geldi. Babası ve annesi, üç aylık bebek iken ayrıldılar. İlham, annesi ve dedesi Halil Nail (Öget ) tarafından yetiştirildi.  

1948 yılında Atatürk Erkek Lisesi’nden diploma aldı. Bu tarihten sonra müzisyenliği meslek edindi. 

Annesi Nihal Hanım, uzun yıllar Almanya’da tahsil görmüş, Almanca’yı ana dili gibi konuşan, bunun yanında Fransızca ve İngilizce’yi de iyi bilen bir hanımefendi idi. Çocuklara piyano dersleri veren Nihal Hanım, cam içi süsleme dalında iyi bir sanatkârdı. Birçok sergiler açmıştır. Ondaki sanat yeteneği, oğlu İlham Gencer’e intikal etmiştir. Henüz 5 yaşında iken annesinden aldığı derslerle piyano çalmayı öğrenmişti. 1949 yılında, 24 yaşında iken İstanbul Radyosu’nda; ‘İlham Gencer’le Cumartesi Geceleri’ isimli programla profesyonel müzik hayatı başladı. Sahneye ilk defa, yine 1949 yılında Sarıyer’de, sonradan adı Urcan Restaurant olarak değişen Sarıyer Canlı Balık Lokantası’nda adımını attı.  

1953 yılında Ayten Alpman ile evlendi. Bu evlilikten 1954 yılında,  ‘İlhan’ adını verdikleri oğulları, 1955 yılında da ‘Ayşe’ adını verdikleri kızları dünyaya geldi. İlham Gencer’in Ayten Alpman ile evliliği, anlaşmazlık sebebiyle 1960 yılında dostça son buldu. 1964 yılında Necla Hanım ile evlendi. Bu evlilikten 1965 yılında ‘Bora’ adını verdikleri oğulları dünyaya geldi. Her üçü de baba mesleğini seçtiler. 

Çocukluk yıllarında başlayan ve gelişen milliyetçi düşüncelerinin ışığında, 1967 yılında siyasetle ilgilenmeye başladı. 

İlham Gencer, 1991 yılında, çok sevdiği eşi Necla Hanım’ı bir trafik kazasında ebedî âleme yolcu etti. O tarihten bu yana mutlu günlerinin hâtırâları ile yaşıyor. 2018 yılında 93. Baharını yaşarken her gece sahneye çıkıp piyanosu eşliğinde şarkılar söyleyip dinleyicilerine hoş saatler yaşatıyor.