AK Parti, yeni anayasa için önsöz hazırlama derdinde. 
Parlamenter sistemin cumhuriyet tarihi boyunca sağlıklı uygulanmadığını, demokrasi kavramının ülkemizde lâf-ı güzaf olarak köklendiğini, halkın demokrasinin fiilen baş aktörü olması gerekirken yalnızca siyasi rant uğruna ağızlarda hayali hükümranlık sürdüğünü anlayamayanlar için, yeni ve mantıklı bir düzenlemenin gerekliliğini açıklamaya çalışmak; fikrimce malayani bir iş. 
Gereksiz bir savunma mekanizmasının tezahürü. 
Şöyle ki; Mustafa Kemal ilke ve inkılaplarının bürokratik sisteme entegre edilme aşamasında bile kişiye ve kuruma göre değişken reaksiyonlar gösterme eğilimine sahip anti-demokrat demokrasi dırdırcılarına kendini kanıtlama çabası; ülkedeki oligarşik idarelerini usulca kaybetmeye başladıkları için hazımsızlıkları had safhada olan bu güruhun rolünü büyütmekten başka hiçbir amaca hizmet etmez. 
Böyle köklü bir düzenlemenin izahını resmi bir dille halka açıklamak ilk etapta kulağa mantıklı gelebilir. Fakat ülkemizdeki mevcut siyasi ortam, devlet adına iyinin veya kötünün dürüst ve milli bir bakış açısıyla tartışılıp irdelenmesine meydan maalesef vermiyor. 
Ülkemiz zor zamanlar geçiriyor.
Küresel düzene başkaldırıp hızlıca yola devam etmek yerine, sürekli birilerine dert anlatmaya çalışırsak bir yere varabilmemiz mümkün değil. 
Zaten günümüzde bir meseleyi bütün eksi ve artılarıyla oturup tartışmak ne kıraathane ortamında ne de Millet Meclisi’nde(!) mümkün değil. Buna gerekçe olarak da ülke içi politikamızın koyun can derdinde kasap et derdinde şeklinde cereyan etmesi verilebilir. 
Derdi tek bir insan olup, o ne derse onun tersini savunanların… 
Ona her türlü mecrada hain, Firavun, Karun, hırsız, katil, diktatör, yalaka, mason yaftası takıp, aile efradına kavgada bile edilmeyecek hakaretleri kürsü başında söyleyenlerin… 
Etik dışı, ahlaksız ne kadar söz ve eylem varsa hepsini ona ve onu destekleyenlere karşı uygulayıp, utanmadan düşünce ve ifade özgürlüğü yok diye ağlayıp zırlayanların… 
Fikrî ve somut diktatoryanın, aslında savundukları sözde davaların mimarları zamanında olduğunu kavrayamayanların… 
Hatta önünde ve geçmişinde sürüyle örnek olmasına rağmen diktatoryanın ne olduğunu bile bilmeyip, mühürlenmiş fikir yelpazelerinden ötürü bütün muhalefetlerini yalnızca bu kelimeye sığdıranların… 
Aşırı ‘’aydınlık’’tan gözleri kör olanların…
Edepsiz, nevrotik, fıkra karakterli, işine gelmeyen her türlü yeniliğe ‘’kan çıkar’’ edebiyatı yaparak itiraz eden vizyonsuz genel başkanların…
Kısa konuşalım.
Ucuz oyunlarını büyük davalara ayak bağı yapmaya çalışan zavallıların mevcut bulunduğu bir politik düzlemde, halkın ekseriyetinin onay verdiği her proje veya yeniliği halka hizmet olarak sunarken istemli ya da istemsiz bir aklanma politikası gütmek, bu üç kuruşluk zihniyetin yıllardır süregelen hegemonyasından kırıntılar kaldığına delalettir. Bu kırıntıları silkelemediğimiz müddetçe de pörsümüş eskiliklerden kurtulamayacağımız aşikârdır. 
Milli şuurdan nasibini alamamış putperestler, idrak pencerelerini aralamaya korkan zavallılar, akıllarına zincir vurmuş kronikler asıl meseleyi hiçbir zaman anlamayacaklar. 
Zaman ‘’anlamayana anlatma’’ zamanı değil. 
Zaman dinozor kafaları karanlığa gömüp aydınlığa koşma zamanı. 
Sonuç itibariyle önsöz(dibace) bahsi de aslında bir göstergeden ibaret. 
Mesele önsöz yazıp yazmamak değil.  
Mesele derin…