Evvelde İsrail ahirde Rusya adımları… 
İlm-i siyasetten bihaber olmayan herkesin anlayacağı üzere dış politikada yapılması son derece gerekli olan hamleler…
Ardından Yeşilköy’de etrafa savrulmuş nakıs cesetler… 
Zihin oymacıları ahbes ‘’tesadüfleri’’ ne kadar da çok severler! 
Ayakkabı kutusundan Karun’un hazinesini çıkartanlar, pıhtılaşmış kurmacaları nasıl göremezler?
Gerçi suç bulmamak lazım…
Hudutsuz bir derya olan siyaseti; bir beşerin ceketi ve oğlunun gemileriyle, söküp dikilen ağaçlarla ya da hakiki manasını kavrayamadıkları topçu kışlalarıyla sınırlandıranlardan yahut hayali devrimleri vizyondan aciz üç beş liseliyle gerçekleştireceğini sananlardan berrak bir idrak beklemek, devenin iğne deliğinden geçmesini ummak gibidir. 
Her neyse. 
Amacı aşikâre fakat mütemadiyen yok sayılan kirli saldırılar… 
Et ve kan gölüne bulanmış mermerden zeminler…
Geriye âhı kalmış anneler, babalar, eşler ve sübyanlar…
Ve bir de samimiyetten nasipsiz şuur fakiri manşetler! 
İnsanlık terörü, tohumları oldukları pederlerinin memleketlerinde hâsıl oldu mu, sahip olmadıkları şefkat duygusunu sonsuz bir cömertlikle pazarlarlar. 
Lâkin ekmeğini yedikleri (ki o bahis de şaibelidir) vatanlarında bombalar patlarken ‘’habercilik reflekslerini’’ en çirkin haşarılıklarla ortaya koyup vicdansızlığın hizmetkârı olurlar! 
Bir de utanmadan kendilerine ‘’vatandaş’’ derler. 
O kadar arsız ve yüzsüzlerdir ki; ‘’cumhuriyet’’ mahlasını kullanıp önce Fransa’da Frenk çocuklarına ağlarlar…
Sonra da Türkiye’de bedenden bağımsız kol, bacak fotoğraflarının üstüne ‘’ölüm terminali’’ yazarlar! 
Kendilerine ‘’hürriyet’’in bekçisi derler, fakat ecnebi prangalarını hâbis fikirlerine efendi kılarlar…
Düzene başkaldırının ‘’sözcü’’sü olduklarını addederler; ama vasıfsızlığın, îzansızlığın ve ümitsiz bir tekdüzeliğin savunucusu olurlar…
Tarafsızlık gibi acınası bir huyu savunup dipsiz bir sinsiliğin taraftarı olurlar.
Bıkmadan, yılmadan, usanmadan ihanet ederler! 
Karşılığında da sevgi, saygı ve hoşgörü beklerler. 
Velhasıl namerttirler. 
Kırmızıya kırmızı, maviye mavi, beyaza da beyaz demekten fıtratları gereği hicap duyarlar.
Birisi birisine küstü mü neden küstün diye hayıflanıp, diğeri öbürüyle barıştı mı neden barıştın derler.
Küffar ne derse emir telakki edip, milli ruhu emmeyi vazife bellerler! 
Fikre tapıp, fikrin ruhuna muhabbet beslemezler!
Hiçlikle beslenip yoklukta hayatta kalmaya çalışırlar…