Zina konusunun "derunundaki" o gizemli heyecan dalgası bütün kalem erbabını etkilemiş görünüyor; yazmayan kalmadı.  

Televizyonlarda en çok "reyting" alan programların konusu, zina. Saatler boyu tartışılıyor: "suç olsun mu, olmasın mı?"  

Çarşaf çarşaf yazılanlara, çuvallar dolusu söylenene bakılırsa, 1-2 miligram cinsiyet hormonunun insanın iradesini nasıl felce uğratabildiğini, dolayısıyla, insanın hayatını ne denli derinden etkileyebildiğini daha iyi anlayabiliyoruz.  

İnsanlar da, diğer canlılar gibi, çoğalmak üzere programlanmışlardır. İki karşı kutup birleşerek, "şerareden" yeni yeni kutuplar doğacak. Onların birleşmesinden yenileri üreyecek.  

Karalarında, denizlerinde canlılar kaynaşmazsa, dağları, ovaları rengarenk bitki örtüsüyle sarılmazsa, bu mavi gezegeni "bir cennet" olarak niteleyebilir miydik?  

İlahi düzen böyle kurulmuş; bu mavi gezegene canlılık kazandıran canlar SAĞLIKLI bir biçimde üreyecekler, çoğalacaklar.  

Mavi gezegenimizde yaşamın devam edebilmesi için, bu ilahi düzenin SAĞLIKLI, AMACINA UYGUN bir şekilde sürdürülmesi, olmazsa olmaz bir koşuldur. Pek çok hayvan soyunun salgın hastalıklar sonunda yok olup gitmesi doğal dengeleri etkileyebilir, ama insanın yeryüzünden silinmesinin ne gibi sonuçlar dogurabileceğini düşünebiliyor musunuz?  

NİMETLERDEN YARARLANIP SORUMLULUKTAN KAÇMAK...  

Mavi gezegendeki ilahi düzenin nimetlerinden yararlanıp sorumluluklarından kaçtığımızda, sağlık koşullarına uymadığımızda, düzenin yasaları işlemeye başlıyor. Tarite cinsel sapkınlığa sapan toplumların (Sodom ve Gomore, Sicilya..) salgın hastalıklar ya da doğal afetlerle cezalandırıldıklarını biliyoruz. Günümüzde, her gün, bilemediğimiz sayıda insanın ölümüne neden olan AIDS belası da bu tür bir cezalandırmadır.  

Cinsellikte, yaşamın sürdürülebilmesi için konulan "olmazsa olmaz" yasalarına uymaktan başka seçeneğimiz yok. Bu bağlamda, insanların düzenleyeceği yasalar da bu amaca yönelik olmalıdır. Amaç mavi gezegende yaşamın amacına uygun ve sağlıklı bir şekilde sürdürülmesidir. Aksi halde tüm toplumu çok olumsuz bir şekilde etkileyecek ceza hazırdır!  

"Zina cezalandırılsın mı, cezalandırılmasın mı?" tartışmasına öyle ilgisiz bir açıdan daldık ki, konunun özünü gözden kaçırdık. "Günümüzde kimse kimsenin uçkurunun takipçisi değildir" gibi çağdaş bir söylem boşa gidiyor, ama çok önemli bir gerçeği de gözden kaçırıyor. "Yüce yasa koyucu", konulan düzenin yalnızca nimetlerinden yararlanıp, sorumluluklarından kaçmaya kalkışan, sapkınlığa sapan toplumlara cezayı bastırıveriyor!  

Zina konusunu tartışırken, AIDS gibi, sağlıksız cinsel ilişkilerden doğan ölümcül afetin neden ve sonuçlarını gözden uzak tutamayız. Mavi gezegende canlılığın korunması konusunda "Yüce Yasa Koyucu" çok titiz, düzeni zorlayanlara karşı hiç de affedici değil.  

"MİL-Ü MİKALE"Yİ 4 TANIĞIN DOĞRULAMASI GEREKİRDİ  

Tarihte, çeşitli dinler ve toplumlarda cinsel suçlarla ilgili düzenlemeler, hep, insan soyunun sağlıklı şekilde sürdürülmesi ile ilgili. Bu konudaki kurallar, yasalar hep insanları cinsel yolla bulaşan ölümcül hastalıklardan korumaya yöneliktir.  

Eskiden zina şikayetlerinin suç olarak değerlendirilebilmesi için, "kılıçla kın" ya da "mil-ü mikâle" durumlarının 4 görgü tanığı tarafından doğrulanması gerekiyordu. 4 tanığın doğrulama gereği, bu konudaki ağır cezaların kişisel intikam için kullanılmasını önlemek içindi.  

"Mil-ü mikale" durumlarını Hasan PULUR üstadımız çok veciz bir şekilde anlatmış; ondan aktaralım:  

"Önce 'mikale'yi anlatmak gerek. 'Mikale' nedir?  

Bilirsiniz kadınlar kirpik diplerine, gözlerine siyah boya çekerler, sürme denir. Bu bir sıvıdır, derin bir kabın içindedir, işte bu kaba 'mikale' denir.  

'Mil' ise, sürmeyi mikaleden alan, kirpikleri boyayan bir çeşit fırçadır.  

'Mil'i alıp 'mikale'nin içine koyduğunuz an 'mil-ü mikale' durumu meydana gelir.  

İşte 'zina'nın suçüstü olması için 'mil-ü mikale' durumunda yakalamak gerekir, üstelik bu tanıklar tarafından da söylenecektir.  

SULTANLARI "VELED-İ ZİNA" SAYMAK GEREKMEZDİ Kİ  

Bu arada, zinanın günümüzde suç sayılmaması gerektiğini savunan Güneri Civaoğlu'nun, "Osmanlı sarayında sultanların -ilke olarak- nikah kıymadıklarını", dolayısıyla padişahlarımızın "veled-i zina' sayılmaları gerektiğini ima eden yazısı tepkiyle karşılandı.  

Şöyle diyor Civaoğlu:  

"(...) Fatih ve Hürrem Sultan'ın nikahları için tarihte bazı izler vardır. Hatta Hürrem Sultan'ın nikahı Hammer'de vardır; Peçevi'de hiç geçmez.  

O nedenle de Osmanlı'da kraliçe yoktur.  

Sadece Padişah anaları, yani 'Valide Sultanlar' vardır.  

Bu valide sultanların "neredeyse- hiçbiri padişahlarla evlenmiş değillerdir."  

Padişahların "piç" sayılmaları gerektiğini vurgulamakla zinanın nasıl savunulabileceğine, doğrusu biz de akıl erdiremedik.  

Yıllanmış bir tiryakisi olarak, üstadın o alıştığımız gustosuyla ve fikirlerini savunma sistemiyle hiç bağdaştıramadık.  

Yaşamın özünü, amacını tartışacağımız yerde nelerle uğraşıyoruz?  

 

KÜPE: Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.  

MOLİERE