Yunus, pek geçim sıkıntısı çekmemiştir. Hattâ tahsile devam ederken, evlenip çoluk çocuk sahibi olmuştur:

“Bundan dahı virdün bize, ol huriyi çüft ü halâl
Andan dahi geçti arzum, azmüm sana kaçmağ-içün.”
(a.g.e., s.14)
     Fakat hiçbir şey Yunus'un idealini söndürememiştir. Çünkü Yunus, devletsizliğin, istikrarsızlığın, ırz ve namus endişesinin ne demek olduğunu çok iyi idrâk ederek, asrın âliminin “Mekke'de olsam, Anadolu'ya gelirdim.” dediği gibi:

“Bunca varlık var iken
Gitmez gönül darlığı.”

diyerek, dünyası kararan insanların, hiç değilse âhiretini aydınlatabilmek için, ıztırablı ve çileli, fakat semereli bir hizmet hayatının içine girmiştir. (a.g.e., s.14)
     Zaten zemin hazırdı. Anadolu'da ihtiyaç ve zaruret lisaniyle, fiilî bir dua yapılıyordu. Yunus'un zuhur etmemesi mümkün değildi.
     Birçok yer dolaştıktan sonra, kendisini tatmin edecek mânâyı Konya'da bulmuş, Mevlânâ'nın sohbet ve zikir meclislerine katılmıştır.

“Mevlânâ Hüdavendigâr bize nazar kılalı
Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.”

     Yunus, Mevlânâ'nın mübarek ve müşfik bakışlarında, bir ayna gibi kendi gönlünün genişliğini ve  temizliğini görerek, kemâle erdiğini anlamış, kendisini, onun hitap ettiği sahanın dışındaki insanları irşadla vazifeli hissederek yola çıkmış, sesi tarlada, bahçede çalışan yorgun insanlara moral verirken, kendisi ıssız dağlardaki kimsesiz insanlara yoldaş olmuştur. (a.g.e., s.15)
     Kısaca Mevlânâ havassa (aydınlara), Yunus ise avama (halka) karşı kendilerini vazifeli bilmişler,  iki koldan halkı aydınlatmaya koşmuşlardır. Zaten her ikisi de, kesbî olmakla beraber vehbîdirler, yani söylememişler, söylettirilmişlerdir. Nitekim okudukça bıktırmamaları, bunun delilidir.
     “Fakat irşatta ihlâstan ziyade bir tarikata intisap arayan, zamanın yaygın bir anlayışına karşı:

“Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil”

diyerek, herhangi bir tarikata mensup olmayıp, hırkasını giymeden dervişliğe yükselmiş, kendi kendisine hem mürid, hem mürşit olmuştur.” (a.g.e., s.15)
     Asrın âlimi gibi, zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarma zamanıdır. Tarikatsız Cennete girilir, fakat imansız girilmez. Tarikat meyva, iman ekmek gibidir, meyvasız yaşanır, ekmeksiz yaşanmaz, düşüncesiyle hareket etmiştir.
     “Fakat bir insanın kendi kendisini irşat ettiğini anlatması çok zordur. Yunus bu zor işi:

“Bu dervişlik beratın okumadı müftiler
Anlar ne bilsün ânı bu gizli bir varakdur.”

beyti ile ancak o hâlden anlayanların hissedebileceği bir şekilde dile getirmiştir. Fakat irşatla mükellef olduğu insanlar umumiyetle ümmî olduklarından, Yunus, onları daha iyi irşat için bir mürşide bağlandığını göstermesi gerektiğini anlamıştır.