Kurban Bayramı öncesi Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 46ncı yılını idrak ettiğimiz günlerde Oruç Reis araştırma gemimiz de Meis Adasının açıklarında seyir halinde iken Yunanistan birden celallenip ortalığı malumları ayağa kaldırmıştı. 

Daha önceleri de zaman zaman olduğu gibi Türkiye-Yunanistan arasında yaşanan sıcak saatlerden sonra bu defa Alman Başbakanı Merkel’in araya girmesi ile Türk-Yunan görüşmeleri, Yunanistan, Lozan’ı masaya yatıracak iddiaları altında başlamıştı. 

Değerli okurlarım, Balkan coğrafyasında 400 yıl Türk Milletinin egemenliği altında, refah ve huzur içinde yaşayan Rumlar; 1830’da bütün Avrupa’nın sınırsız desteği ile bağımsızlığını kazanarak malumları gücü ile orantılı olmayan, büyük Yunanistan ham hayalinin peşine takılmışlardı. 

Başlangıçta sadece Mora Yarımadasında kurulan Avrupa’nın bu şımarık çocuğu, yine Avrupa’nın sınırsız desteği yanında Osmanlı’nın zafiyetlerinden de yararlanarak 100 yılda topraklarını, hepsini de Osmanlıdan alarak üçe katlamıştı. Bilahare Birinci Dünya Harbi sonrası, yine Osmanlı mirasından aslan payı kapma uğruna atıldığı Küçük Asya macerasında, Afyon’da 30 Ağustos’ta boyunun ölçüsünü almış olsa da hiç akıllanmadı. Daha sonraları da her dönem yeni bir soruna kapı açan Yunanistan; Cumhuriyetle birlikte Türkiye’nin barış içinde, dostluk ve işbirliği teşebbüslerini adeta baltalıyor, 1952 yılında birlikte girdiğimiz NATO’yu da Ege Denizi ve Kıbrıs Adasını ele geçirmenin anahtara gibi kullanmaya kalkıyor, Batı Trakya’da da Türk varlığını eritmek için elinden geleni yapıyordu. 

NATO’ya girdiğimiz yıllarda Kıbrıs’ta şansını denemeye kalkmış, Ege Denizinde de kendi kıta sahanlığımızda araştırma faaliyetlerime karşı çıkmış, bilahare de Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için darbe düzenleyip yönetimi ele geçirmişti. Ancak Türkiye, malumları Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına giden olayları Kıbrıs Barış Harekâtı ile, bir ZAFER’le durdurmuş, tabii Türk-Yunan münasebetleri de iyice gerilmişti. 

Bu gergin ortamda Yunanistan’ın; Rodos Adası dahil askersizleştirilen bir kısım ada’ya asker yığıp tahkim etmesi ve o günlerde Ege Denizinde kendi kıta sahanlığımızda araştırma faaliyetlerimize karşı çıkması Türkiye ile Yunanistan’ı, nerede ise yeni savaşın eşiğine getirmişti. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’ne yapılan başvuruyu BMGK, sorunun ikili müzakerelerle çözülmesi tavsiyesinde bulunmuş, bilahare Uluslararası Adalet Divanı da Yunanistan’ın başvurusunu reddetmişti. 

Bu gelişmelerden sonra Türkiye ve Yunanistan; Bern’de Ege Denizi kıta sahanlığı sorununa bir çözüm bulununcaya kadar, faaliyetlerin geri bırakılmasına karar verip meseleyi dondurmuşlardı. Ancak Ege Denizinde, ayrıca karasuları ve Ege Denizi hava kontrol sahası sorunları da vardı. Ve Yunanistan’ın amacı, karasularını 12 mile çıkararak tüm Ege Denizi’ni bir Yunan denizi haline getirmekti. Tabii Türkiye, Yunanistan’ın bu talebini kabul etmediği gibi, bu durumun savaş nedeni sayılacağını da ilan etmişti. Türkiye’nin bu sert tepkisi ile karasularını 12 mile çıkaramayan Yunanistan’ın, Allah o günleri göstermesin, uygun zaman beklediği unutulmamalıdır. 

Değerli okurlarım, Avrupa’nın bu şımarık çocuğu, Lozan Antlaşmasından bu yana özet olarak sunduğum sorunlar yanında Batı Trakya Türklerine akıl almaz baskılar yapmakta ve ayrıca her platformda, her an Türkiye karşıtı politika üretmekte ve körü körüne Türkiye karşıtı her şeyi desteklemektedir. Ve epeydir de malumları, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’e hapsetme ve doğal kaynakların üzerine oturma hayali ile ortada. 

Türkiye de tabii tedbirler alıyor. 

En son Türkiye’nin Libya ile yaptığı deniz yetki alanlarının belirlenmesi antlaşmasına, Yunanistan da malumları Mısır’la alelacele bir anlaşma imzalayarak güya bir çıkış yapmaya çalıştı. 

Evet çalıştı ama, uluslararası hukuk ve teamüller arasında bile, hayallerinin gücünüzle orantılı olması gerekmiyor mu?