YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/23) 

Ali – 18.03.2019, 14:16

Merkezden ayrılmayın. Bu yolu zahiren idare edenler varsa da manevi olarak hala Hz Üstazımız hizmetinin başındadır. Allah yolunda can verenler ölmezler sadece bize görünmezler. Merkezin bütün kararları da bizzat Hz Üstazımız tarafından, Divan-ı Salihin kararlarına mutabık olarak alınmaktadır. Lütfen aklınızı başınıza alın, bu yola imanınız yoksa bırakın konuşmayın da bari manevi tokat yemeyin.

Azîz Kardeşim. Yaşınızı tahsîl durumunuzu, Seyr-i Sülûk’deki mevki’inizi, kısaca, müktesebâtınızı bilmiyorum. Divânü’s-Sâlihîn’e katılan ve orada verilen kararlara vâkıf birisi edasıyla üst perde’den, ahkâm kesiyorsunuz. Bu zeminde, Silsile-i Saâdât-Silsile-i Zeheb’in 33. Halkası, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretlerinin (k.s.) Üveysî olarak ihdâ, irşâd, tecdîd ve tasarrufunun devam ettiğini, defe’atle tesbit ettik. İkaz ve ihtarınız(!), tereciye tere satmak gibi bir vaziyet oluşturmuyor mu? 

Divânü’s-Sâlihîn’de alınan kararları, günlük hayatımızda kimi tatbîkata, Lâyüsel velâ yuhtî, masun ve mahfuz olmayan, zâhirî, idare ettiklerinden herhangi bir fâikıyyeti, ma’nevî bir tasarruf gücü bulunmayan, müsâvî’ler arasından bir adım öne çıkarılan kimselerin fi’il ve hareketlerine teşmil etmek, tenzil etmek Cehl-i Mürekkeb’dir. 

Zâhirî idareci’nin, üstüne vazife değilken, hizmetin gereği de olmadığı halde, sırf bir yakınına duyduğu, hıdk-ü Hased ile, mutlâk küfr’ün temsilcileriyle ittifak halindeki bir oluşuma destek vermesi, ki, “Küfre rıza küfürdür, küfre destek ise Ekfer-ü Küfürdür.” Bu afvedilmez vahîm hatayı, hâşâ! “Merkez’in bütün kararları da bizzat Hazreti Üstazımız tarafından, Divânü’s-Sâlihîn kararlarına mutabık olarak alınmaktadır.” denilerek, Hazreti Üstazımıza hamletmek, Hazreti Üstazımıza büyük ve şen’î bir iftiradır. Cehâletiniz yüzünden böylesine bir şen’î iftiraya hakkınız yok, haddinize de değildir. Aslâ buna izin vermeyiz... 

Merkez, ne demek? Yoksa, bir parti kurdunuz da, Genel Merkezi var, il ve ilçe teşkilatları mı var? Yoksa çok ortaklı bir Anonim Şirket mi kurdunuz da, şubeleri mi var? 

Bizim, Rabbimizle, Resûlümüzle, Hazreti Üstazımızla bey’atimiz vardır. Bizim itaatımız, Allah’a, Resûlü’ne, Pîrân’a ve Hazreti Üstazımıza’dır. Hâlika ısyan olmayan hususlarda, zâhîrî idareciye itaat olunur, fakat Hâlika, Allah ve Resûlüne ve de Hazreti Üstazımıza ısyan olan hususlarda, zâhirî idareciye itaat olunmaz. “Lâ Tâate Li’L-Mahlûk ınde Isyâni’L-Hâlık,” (Hâlıka ısyanı emreden hiçbir mahlûka itaat edilmez.) 

Tasavvuf-Turuk-u Âliye’den birisine intisap imanın şart’larından değildir. Cenab-ı Hak, cennetini lütfen ve keremen İman-ı Sûrî’ye bağlamıştır. Tasavvuf ve Turuk-u Âliyye’de Seyr-i Sülûk, nefsi tezkiye, Ruh-u Melekî’yi terfî, iman-ı Kâmil İnsan-ı Kâmil olmak içindir. 

Dostum! Boyunuzu aşan sulara dalmayın! Bu mes’eleler, Mızraklı İlmihal ma’lûmatı ile anlaşılan mes’eleler değildir. İslâm’ın şartı beş, altıncısı, haddini bilmektir. İmanın şartı altı, yedincisi, haddini bilmektir, denilir. Ne olur! Hepimiz haddimizi bilelim. Yoksa, dünya’da ve ahirette hüsrana uğramaktan kendimizi kurtaramayız. 

HASAN YILDIZ – 18.03.2019, 14:50

“Mustafa Hoca Efendimiz, zamanında da sahâbe Peygamber’imize rabıta yapıp hatm-i Hâcegân veya Kâdirî yapar mıydılar? Yoksa bunlar bid’at-i Hasene olarak icâd edildi. Ayrıca çok i’tibar ettiğiniz, hemen hemen, bütün yurt’larda bulunan Miftâhu’L-Kulûb Kitabında, her bir asırda İslâm beldelerinden 10-15 mürşid-i Kâmil bulunur,” deniliyor. Ama siz bu asırda mürşid yok, diyorsunuz. Bu tenâkuz değil mi? Cevap verirseniz memnun olurum.” 

Aziz Hasan Yıldız Kardeşim. Asr-ı Saâdet’de, Sevgili Peygamber’imiz, Ashabın arasında iken her şey şühûdî idi. Ashabın her biri, her gün Resûlullah’ı yakından görüyor, her hareketini taklîd ediyorlardı. Yüce İslâm Dini’nin tamamlanmasına ve kemâle ermesine şahid’lik ediyorlardı. Mu’cizelere şahid’lik ediyor, vahye muttâlî oluyor, başka başka suretlerde de olsa, Cibril-ü Emeni görüyorlardı. Onların tekâmülü, Hazreti Peygamber’imizi görmüş olmak ve inanmak, sünnetlerine uymakla gelişmiştir. Bu mazhariyetleri dolaysiyle de, Peygamber’lerden sonra başka hiçbir insanın ihraz edemeyeceği, bir mertebeye yükselmişlerdi. Çünkü, amel ile, s’âyü gayret ile riyâzât ve zikir ile Sahabî olunmaz. Böyle bir mertebe ancak, Peygamberimizi gören, ona iman eden bir kerre bile olsun sohbetine mazhar olan bir nesle hastır. Tabi’îki, Asr-ı Saâdet’de, mezheb’ler ve Turuk-u Âliye yoktu. Ashab-ı Kiram arasından, herhangi birisinin dünyevî ve dinî bir müşkili olanın doğrudan ve bizzat Hazreti Resûli Ekrem Efendimize müracaatı ve müşkil’inin halli her zaman mümkün idi. Hak mezheb’lerin zuhuru, Hicrî ikinci asrın ikinci yarısından i’tibârendir. 

Turuk-u Âliye’de, iki ana damar, Zikr-i Hafî Yolu, Sevgili Peygamber’imizin hicret sırasında, Gâr-ı Sevr’de (Sevr Mağarasında) dostu-arkadaşı Sıddık-ı Ekber’e ta’lim buyurduğu yoldur. “Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); Ona Allah yardım etmiştir; Hani kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekr ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o arkadaşına, “üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir,” diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi, kafir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zâten yücedir. Çünkü Allah Azîz’dir (üstündür), (hiç mağlûp edilemeyen gâlib’dir), hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40) 

(Müşrik’lerin Mağara’nın kapısına kadar geldiklerini gören Hazreti Ebû Bekr’in endişelendiğini gören Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: Hazreti Ebû Bekr’e, “Dilini üst damağına yapıştır, kalbinden, Allah, Allah, Allah! diye zikret buyurmuştur. “Üzülme! Şüphesiz Allah bizimle beraberdir.”

Turuk-u Âliye’den Zikr-i Hafî Yolu, Peygamber’imizden i’tibâren, Sıddık-ı Ekber an Zâtihilethar radiya’llâhu anh Hazretleri vasıtasıyla teselsül etmiş Hicrî 7.Asırda, devrin müceddidi, Mürşid-i Kâmil, Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend el-Üveysî el-Buhârî (k.s.) Efendi Hazretlerinin namına izâfeten, “Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye” ismini almıştır. 

Hatm-i Hâcegâni Nakşiyye, Hicrî 6.Asr’ın ikinci yarısında devrin Müceddidi Mürşid-i Kâmil, Hâce, Abdulhalık El-Gucdüvâni (k.s.) Efendi Hazretlerinin tertibiyle bu yolun esâsâtından ve düsturundan biri olmuştur. 

Peygamber’imizden i’tibâren, Hazreti Ali Kerreme’llâhu Vechehû’den teselsül eden Zikr-i Celî Yolu, Hicrî 6.asrın ikinci yarısından i’tibâren, devrin, Kâdirî Şeyh’i (Zikr-i Celî Yolu) Abdülkâdiri Geylânî (K.S.) Efendi Hazretlerinin ismine izâfeten, “Kâdirî’lik” olarak isimlendirilmiştir. Turuk-û Âliye kaynağı-men’şe-i belli olduğu için kesinlikle bid’âttir, denilemez. Bid’at, aslında olmayan, sonradan ihdas edilmiş sünnetleri mahveden, kendisinde aslâ hayır olmayan şeylerdir. Bid’atlerin hasenesi-seyyiesi olmaz. Bid’atler bizâtihî kendisinde aslâ hayır olmayan şeylerdir. 

Aziz Kardeşim. Sevgili Peygamber’imiz salla’lâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: Şüphe yok ki, Allah her bir yüzyılın başında kendisinin dini’ni tecdîd edecek (yenileyecek) birini gönderir.” buyurmuştur. Buna göre, yeryüzünde Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr mürşid ve müceddid, Vâris-i Nebî, bir’dir. Elbette insanları irşâd eden, onların hidayetlerine vasıta ve vesiyle olan, nîce mürşid’ler ve kendi çapında mehdî’ler vardır. 

Asrımızın Müceddidi, Zikr-i Hafî Yolunun Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın 33. ve son halkası, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazret’leridir. Tecdidi, irtihâlinden sonra da, Üveysî olarak, bitemâmihâ ve bikemâlihâ devam etmektedir ve ilâ mâ şâ Allah! devam edecektir.