YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/21) 

Aczimin Giryesi – 05.03.2019, 01:33

Muhterem hocam, ne zamandan beri yorum yazmıyorum. Bizim sözümüze lüzum yoksa, o söz zâit olur. DÂRÜL-HARB meselesi... Kemal Ağabeyin mezkur mülâkâtından sonra Tayyar Altıkulaç'la tartışma bir müddet devam etmişti. Hatta Altıkulaç'ın "Kendin yazmıyorsun, hocalarına hazırlatıyorsun.” dediğini hatırlıyorum. Hakikaten o intiba bende de uyanmıştı. Hocalar o zamanlar yeni çıkmış olan Dr. Ahmet Özel'in Dârul-İslâm-Dârül-Harp kitabını çokça me'haz göstermişlerdi de A. Özel, endişelenerek (o zamanlar Türkiye dârül-harptir diyebilmek babayiğit harcıydı) "Benim fikirlerimi yanlış yorumlamışlar, bence Türkiye dârül-İslamdır.” diye açıklama yapmıştı. Fakat hocanın kitabından beyanatının tam tersi çıkıyordu. Hatırladığım kadarıyla Ahmet Özel'in tespitine göre İmam Şâfiî dışında üç mezhebin imamları da İslâm hukukunun kalktığı ülke (dâr), dârül-harb olur.” diye içtihad etmişler. Sâdece İmam Şâfiî Hz. "Bir ülke bir defa dârül-İslâm olunca ebediyyen böyle kalır. İslâm hukûkunun (devamı var)

Aczimin Giryesi – 05.03.2019. 01:42

2-Sâdece İmam Şâfiî Hz. "Bir ülke bir defa dârül-İslâm olunca ebediyyen böyle kalır. İslâm hukûkunun kalktığı devrelere ‘fetret devri' denir.” diyor. Vaziyet böyleyse müçtehit olmayan kişilere düşen mezheplerinin hükmüne uymaktır. Fetvâ soran bir Müslümana da önce "Mezhebin nedir kardeş?” diye sorulmalı ve mezhebinin hükmünce fetvâ verilmelidir. Zannediyorum maksat anlaşılmıştır. Sözün tamamı akıllı kişilere söylenmez. Son not: Derdim fâize meşrûiyet aramak değildir. Fâiz elbette haramdır ve her yerde bulaşmamak en iyisidir. (Bir ilim iddiam yoktur. Okuduklarımı yazıyorum.)

Aziz Kardeşim. Evveliyetle uzun bir fasıla’dan sonra bu zemini teşrif ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. Ümid ederim, bu vakitten sonra bizleri uzun bir hasrete mahkum etmezsiniz. 

Aziz Kardeşim. Riba, Dârü’L-Harb, Dârü’L-İslâm mes’elesi, bu zeminde arîz-amîk, müdellel ve me’hazlar da gösterilmek üzere, serd’edilmiştir. 

Dr.Ahmed Özel kimdir, Fıkıh İlmindeki mevki’i neresidir? Ben bilmiyorum. Muâsırımız, bizzat tanıma imkânı ve fırsatı bulduğumuz ve teşerrüf ettiğimiz, muasırı, bütün ulema’nın ittifakla ilmini dirâyetine i’timad ettiği, ehl-i Sünnet Âlimi, Merhûm, Erzurumlu Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazret’lerinin, ehl-i Sünnet esasları üzerine, te’lif, tercüme, bütün fıkıh ve siyer kitaplarını ve bu arada, Mezâhib-i Erbe’a, üzere, telif ve tercüme fıkıh kitaplarını me’haz göstererek, bir nev’i, bütün akâid-Kelâm, fıkıh ve siyer kitaplarının bir zübdesi-hulâsası olarak hazırladığı, Muhalled eseri, “Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu”nda: 

Dâri İslâm ile Dâri Harbin Mahiyetleri: 

“Müslümanların eli altında hâkimiyeti dairesinde bulunan yerler birer dari islâmdır ki, ehli islâm oralarda emin ve eman içinde yaşayarak vazife-i diniyelerini ifaya muktedir bulunurlar. Müslümanlar ile aralarında müsalaha ve müvadea bulunmayan gayri Müslimlerin hâkimiyeti altında bulunan yerler de birer dari harb’dir. Bunların gayri müslim ahalisinden her birine “harbî” denilir. 

Bir dari harbin dari islâm haline gelmesi için yalnız bir şart vardır ki, o da o darda İslâm ahkâmının icra edilmeye başlanmasından ibarettir. Velev ki içinde onun gayri müslim ahalisinden ba’zıları mukim bulunsunlar, velev ki, o dar, dari islâm’a muttasîl bulunmasın, 

Binâenaleyh İslâm Mücahidleri, gayri Müslimlere aid bir ülke’nin herhangi bir beldesini feth ederek içinde Cum’a bayram vesâire gibi İslâm ahkâmını icraya başlasalar o belde bir dari islâma tahavvül etmiş olur. Bu hususta bütün Hanafî müçtehidleri müttefikdirler. 

Bir dari İslâmın -Allah Teâla muhafaza buyursun- bir dâri harbe tahavvülü İmam-ı Â’zama göre şu üç şartın tahakkukuna mütevakkıfdır: 

(1): Dari harbe muttasıl olmalıdır. 

(2): İçerisinde şirk ahkâmı icra edilmelidir. 

(3): İçinde evvelki eman ile emîn bir müslim veya zimrî kalmamış olmalıdır. 

Evvelki emandan maksad, müslim için İslâmiyeti cihetiyle, zimmî için de akdi zimmeti sebebiyle İslâm hükûmetinin kuvvetine müstenid olarak sâbit bulunan emniyet ve selâmettir. 

Bu üç şart tahakkuk etmedikçe bir belde veya bir ülke dari harb sayılamaz. 

Bu kavle göre bir İslâm beldesi mücerred ehl-i harb’den birinin galebe ve istilâsiyle veya ahâlisinin bil’irtidad ahkâmı küfrü icra etmesiyle veya içindeki ehl-i zimmetin nakz-i ahd ederek (ahdini bozarak) tegallübde bulunmasıyla dari harbe inkilâp etmiş olmaz. Meğer ki mezkûr üç şartın üçü de tahakkuk etsin. Bedayi, Tenvir. 

Şâfiî Fukahâsı’nın beyanlarına nazaran dâri İslâm şöylece üç kısımdır: 

(1): Müslümanların ikâmet ettikleri beldeler. 

(2): Müslümanların feth’edip eski ahâlisini içerisinde bir cizye mukabilinde iskân eyledikleri beldelerdir. Bunların arazisi, gerek kendilerine, temlîk edilsin ve gerek edilmesin. İslâm hükûmetinin istilâsı altında bulunması kâfidir. 

(3): Evvelce Müslümanların ikâmet edip bilahare gayri Müslimlerin zabt ettikleri beldelerdir. Müslümanların bu beldelere olan kadîm istilaları, bunlarda dari İslâm olmak hükmünün istimrarı için kâfidir (devam ettirilmesi). 

Demek oluyor ki; Bir belde bir kerre dari İslâm oldu mu, artık ondan sonra mutlakâ, yâni: Gerek bilahare oraya gayri müslimler, müstevlî olsunlar ve gerek olmasınlar ve orada Müslümanların ikâmetine gerek müsaade etsinler ve gerek etmesinler orası, darı, küfür, darı harb hükmünde olamaz. (Tuhfetülmuhtâc.) Bu geniş izahatı veriyor. (Hukûkı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu Cild/3 Sahife 369, 370, 371) 

ERTUĞRUL – 05.03.2019, 13:02

“İslâm Hukukunda bir kâide vardır, en küçük kırıntı şeklinde dahî olsa kaziyye leh’te kullanılır. Dört hak mezheb niye vardır? Diş dolgusunda Şâfiî’yi taklîd ediyorsun da, bin senelik İslâm toprağı olan Memleketimizi illâ da Dârü’L-Harb göstermek doğru bir şey midir? Osmanlı’da hukuk ale’L-itlâk Hanafî Mezhebi üzerine tatbîk edilirdi. Lâkin bir kadı kaza (muhâkeme) esnasında maznûnu kurtarmak için diğer üç mezheb’de onun lehine bir şey varsa onunla karar verilirdi. Bu Dârü’L-Harb mes’elesinde mezheplerin kendi  içinde dahî o kadar ihtilâfları vardır ki, bu ihtilâflardan imtina için maslahata en muvâfık olanı tercih muktezây-ı hâldir. (Bu cümle’den olarak, Dürrü’L-Muhtâr, Reddü’L-Muhtâr, el-Fıkhü ale’l Mezâhibi’L-Erbe’a, Dürer Gurer, Cürcânî, Mevkûat, Hilvânî ve daha bilumûm fıkıh kitapları Hanafî Mezhebi üzerine oldukları halde bu hususta farklı görüşlere sahiptirler.” 

Aziz Kardeşim. Hakkında zâhir, sarîh ve muhkem nas’lar (şer’î deliller) bulunmayan fer’î mes’ele’lerde, ehl-i Sünnet mezheb’lerinin ihtilâfı, hem dünya’da, hem de, âhirette geniş ma’na’da bir rahemettir. Fakat bir Müslüman’ın işine geldiğince, bir mes’ele’de bir mezhebi, diğer bir mes’ele’de bir başka mezhebi taklîd etmesi, “Telfik-ı Mezâhib” olur ki, aslâ câiz değildir. “Zarûretler, Mahzûratı Mübah Kılar,” fehvasınca, çok ciddî bir zarûret husûle gelmiş ise, Meselâ, süt kardeşler, bilinmeden evlendirilmişler, aile kurmuşlar, çocukları olmuş, bilâhere süt kardeş oldukları meydana çıkmış. Telâfisi imkânsız azîm bir hata... Kolay olan, “Efendim, ayrılsınlar, bitsin, gitsin,” demektir. Ama, öyle değil, bu durumdaki eşlerin vicdan azabını nasıl dindireceksiniz? Çocukların hâleti Ruhiye’lerini nasıl ta’mir edeceksiniz? 

Bu durum, tam bir zaruret halidir. Kadı, vak’a kendisine intikâl ettiğinde, “Rada’a” (emzirme) bahsinde, Mezâhib-i Erbe’a’da, bir mahreç (çıkış yolu) bulursa o Mezhebin İçtihadına uygun olarak karar verir, hem çiftleri vicdan azabından, çocukları dünya ve âhiret hüsranından kurtarır. 

Takma-kaplama diş hususunda böylesine bir zarûret yoktur. Günümüzde Hanafî Mezhebine mensup milyonlarca Müslüman’ın ağzında, takma veya kaplama diş bulunmaktadır. Bunların sadece diş hususunda bir başka mezhebi-Şâfiî Mezhebini taklîd etmeleri iktiza etmez. Farz olan, takma-kaplama dişi yıkamaktır. Takma-Kaplama dişi olanların Şâfiî Mezhebini taklid etmeleri iktizası, bir câmia’nın kendilerini diğer câmia ve Müslümanlardan farklı göstermeleri fantezisidir. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/22) 

- Ertuğrul – 11.03.2019, 01:52

“Hocam! Bugünkü Yorumcu’lara Cevaplar, serlevhalı, yazınızı tenezzülen bize tahsis buyurmuşsunuz, sağolun var olun. Ömrünüz tavîl, hizmetiniz dâim olsun. Ribâ mevzu’unda tek sohbet dinlemedim, derken, haram olduğunun anlatılmasını kasd ettim. “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onların afvet; bağışlanmaları için du’â et, iş hakkında onlara danış, kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmran 3/159) 

- Ertuğrul – 11.03.2019, 02:05

“Hocam! Satır satır okumadım, yer yer, okumuştum. Ama şimdi okuyacağım. İnşâ Allah!

Aziz Kardeşim. Oku, tahkîk ve tedkikâtınızın neticesini de bu zeminde paylaşalım. İnşâ Allah!...