POSTACI MUHAMMED İHSAN OĞUZ’U BİRAZ DAHA YAKINDAN TANIYALIM! 

Muhammed İhsan Oğuz’un intisap ettiğini iddia ettiği şeyh’lerden, Şerafeddin Efendi ile, icâzet aldığını iddia ettiği, Seyyid Ahmed Kürdî’nin tarikattâ silsile’lerinin gûya, Nakşîbendiyye-i Hâlidiye’nin kurucusu, Hâlid-i Bağdâdî’ye, diğerlerinin ise, Hâlid-i Bağdâdî’nin yer almadığı, farklı silsilelerle, Nakşibendiyye-i Müceddidiyye’nin, Şeyh’i, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) Efendi Hazretlerine ulaştığını iddia etmektedir. – Mustafa Akkoca’nın notu: Bu Köşe’de ve “Cum’a Sohbeti”, köşemizde, defe’atle ortaya koyduk ki, Sırr-ı Hafî Yolu, Târîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’nin, teselsülü ve Nisbet-i Sahîhası, Halid-i Bağdâdî ile kopmuştur. Halid-i Bağdâdî dâhil, daha ziyâde Türkiye’mizde muhtelif aile ve câmia’ların kendilerine göre, yürüttükleri silsile’lerin, Sırr-ı Hafî, Tarîkat-i Nakşibendiyye ile, sahîh nisbetleri, irtibatları ve iltisakları yoktur. Postacı’nın da, burada, düştüğü tenâkuz bundandır.- 

Postacı İhsan Oğuz, bütün iddialarını bir tarafa bırakarak, bizzat kendisinin, “Tarîkat-i Nakşibendiyye-i, Müceddidiyye-i Ahseniyye,” adında, müstekîl bir tarîkat kurduğunu iddia eder. 1972 yılından, sözde, kaleme aldığı, “Mufassal Mezheb-i Selef ve Mülahhas Mezheb-i Selef,” adını verdiği risalecik’te, “Selefiyye,” Mezhebi ile alakalı esasların aynı zamanda, kurucusu olduğu, “Ahseniyye,” tarîkati’nin de temelini oluşturduğunu yazar. 

Postacı, işte burada kendini ele vermiştir; Postacı’nın kim olduğuna ve kimler tarafından kullanıldığına ve kimlere hizmet ettiğine delâlet eden anahtar sözcük “Selefiyye,” cümlesidir. 

Postacı, 1983 yılında, Nakşibendiyye-i Müceddidiyye’nin esâsatından olan ba’zı evrâd ve ezkâr’da değişiklikler yaptığını, değiştirilen evrâd ve ezkâr’ın kurduğu tarîkatın esâsatı olduğunu ifade ederek bir kerre daha haddini aşmıştır. 

Postacı, “Selefiyye’yi, “sahabe’nin, tâbiîn’in ve ilk üç asırda yetişen müçtehid imamların yoluna girenler,” diye ta’rif ederken, Mâtürîdiyye Mezhebini Eşa’riyye’ye göre Selfiyye’ye daha yakın görür ve Selefiyye Mezhebini en üstün yol olarak bulur. 

Postacı, kurduğunu iddia ettiği ve intisap ettiğini söylediği bütün şeyh’lerin silsile’leri, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (K.S.) Efendi Hazretlerine ulaştığı halde, husûsiyle, Hazreti Muâviye bin Ebû Süfyân radiya’llahu anhüma mevzu’u bahs olunca, İmâm-ı Rabbânî ve Sırr-ı Hafî, Tarîkat-ı Nakşibendiyye-i Âliye’nin yolundan saptığı görülür. “Miftâhu’s-Saâde,” (Saâdet Anahtarı) adlı kendisine izâfe edilen kitap’ta “Muâviye (Haz.Muâviye radiya’llâhu anh, Efendimiz) taraftarlarının yaptıklarını, sadece içtihad hatası olarak değerlendirmenin doğru olmayacağını, -Ki, bu değerlendirme, ehl-i Sünnet ulema’sının ve Turuk-u Âliye Şeyh’lerin, “Ashab-ı Güzîn arasında cereyan edenler, bir içtihad hatasıdır. Müçtehîd içtihadında hata etmiş dahî olsa, sevabı vardır ve bu içtihadından dolayı da, asla, kınanmaz, itham olunmaz,” tarzındaki değerlendirmedir.- belirtir ve Haz.Muaviye radiya’llâhu anh. hakkında çirkin ve ağır ifadeler kullanır. 

Postacı, aslen Kastamonu’lu olan, Taşköprüzâde unvanıyla ma’rûf, Ahmed İbn-i Mustafa isimli, Osmanlı dönemi âlimlerinden, zâta aid, “MİFTAHÜ’s-SAÂDE,” (Saâdet Anahtarı) kitabını alır, ba’zı çıkarmalar ve ba’zı ilâveler yaparak kendisine mal eder. (Buna “İntihal,” denilir, (Aşırma), metin, ilim ve fikir çalma, başkalarına aid kitapları bütünüyle kendisine mal etmek veya kısmen, metin veya ma’nâ çalmak demektir.) Kitab’a güvenirlilik ve i’tibar kazandırmak için, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın tedkikine arz eder. Diyânet İşleri Başkanlığı, Yüksek Din Kurulu’ndan bir rapor istihsal edebilirse, “Diyânet İşleri Başkanlığı’nın terkikinden geçmiş, mu’teber eser,” diye lanse edecek... 

Resmî bir arîza ile müracaat edildiği için, Diyânet İşleri Başkanlığı, tedkîk ve görüş bildirmek üzere, kitabı, Din İşleri Yüksek Kurulu’na havale eder. Yüksek Din Kurulu, incelenmek ve bir rapor sunmak üzere, devrin, Din İşleri Yüksek Kurulu, uzman ve raportörlerinden, Ramazan Ayvallı’ya havale eder. (Ramazan Ayvallı, İstanbul, Marmara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, Lisanüstü Öğretim Üye’lerinden, Prof.Dr. kendisi, Hadis Mütahassısı olup, ehl-i Sünnet hassâsiyyetiyle ma’ruftur.) 

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı tedkîki neticesinde, ba’zı tespitler’de bulunuyor. 

- “Asr’ımızın Demokrasi şekli de, halk hükûmeti, hâkimiyyet-i Ümmet, amme-i Millet hâkimiyyeti şeklidir. Bu şekillerin en mükemmeli de, yine milletin hâkimiyyeti, meşvereti, hürriyeti, müsâvâtı esaslarına müstenid olan demokrasinin bütün şart’larını, vasıflarını câmî bulunan (CUMHURİYET) İdaresi ve şeklidir. Bunların timsalini yeryüzünün, bugün, en mütekâmil (hayat-ı Dünya) İdaresini teşkil eden, Amerika Cemâhir-i Müttehıdesi, milletlerinin şekl-i İdaresi ve hükûmeti ile, Cumhuriyet şekli olmadığı halde, İngiliz’lerin, mütekâmil (ve fakat ihtiyarlamış) Meşrûtî İdaresi ve hükûmeti teşkil eylemektedir. Fransızların, Almanların Cumhuriyet İdareleri dahî, mütekâmil idarelerdendir. Bu yolda her millet ve memleketin kendine mahsus, (Kanûn-u Esâsî, Nizâmât-i Mer’iyyesi, örf, adât ve Emânât-ı Milliyesi) vardır. 

Her millet ve memleket ancak böyle bir idare ve hükûmet sistemi ile refah ve saâdete kavuşur. Onun için bütün efrad-ı Millet’in böyle bir hükûmetin te’sis ve tekmiline çalışması, onu te’sisten sonra da, her halel ve tehlike’den canla-başla koruyarak devam ettirmesi en büyük bir vazife ve farîza’dır. 

Elhamdülillah, biz yarım asra yakın bir zamandan beri Cumhuriyet İdaresini kurmuş bulunuyoruz. İnşâ Allah! Bu idare, en hakîkî ve kâmil bir derece’ye, yakın bir âtî’de vâsıl olur.” 

Postacı, tamamı, ehl-i Salîp, Yüce İslâm Dini’nin amansız düşmanları olan Batı’lı devletlerin rejimlerini, idare şekillerini, beşerî en mütekâmil idare tarzı olarak görüyor. Tam bir İttihad ve Terakkî kafası ve masonik zihniyyet... 

Postacı, iftiharla kendisinin, Selefî Mezhebine mensup olduğunu söylüyor; kitab’ın muhtelif yerlerinde, İlm-i Kelâm’a, Kelâm İlmi’nin âlimlerine ta’an ediyor, “Kelâm âlimleri Felsefe ile dini karıştırdılar,” diye ithamda bulunuyor. “Mütekellimîn-i ehl-i Sünnet, bütün ehl-i Bid’at mezheplerini inkıraza uğratırken, “Selefiyye-i Ehl-i Sünnet-i Hassa”, (Postacı’ya göre) Mezhebinin de intişar ve teammümüne) yayılmasına ve umûma ulaşmasına mâni olmuştur,” diyor. Postacı, ehl-i Sünnet Mezhebi imamlarının, bütün ehl-i Bid’at ve tabiî ki, bu arada, Selefî Mezhepleri inkıraza uğratmalarından ciddî bir şekilde hayıflanıyor ve “Müslümanlığa, Müslümanlara, yazık olmuştur,” diyor... 

Postacı, Kitabında, bütün Peygamber’lerin, “İsmet,” sıfatıyla muttasıf olduklarını kaydeder. –Elhâk doğrudur, bütün Peygamberler zünûp’tan masûn ve mahfuzdurlar.- fakat, Hayreddin Karaman’a, çok samîmî bir ifade ile, “Oğlum Hayreddin,” diye başlayan bir Mektubunda “Fetih Suresi, (Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan ni’metini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir,” meâlindeki 2.âyeti Kerimesinde geçen, “ZENB” Kelimesini te’vîl etmemek, delâlet, işâret ve iktizasına gidilmeksizin, zahiri ve sarihi ile tefsir etmek gerektiğini, Selefiyye’nin te’vil etmediğini, Peygamber’imiz günah işlemese, (Hâşâ!) hiç Cenab-ı Hak, ona, “senin geçmiş ve gelecek günahlarını afvetmek için,” buyurur muydu? diye yazmıştır. 

Postacı, Kitabı’nın 148. sahifesinde, Hazreti Muaviye radiya’llâhu anh. Efendimiz hakkında, hâşâ! “Muaviye, babası Ebû Süfyan’ın Veled-i Zinâsıdır,” diyecek kadar alçalmıştır. 

Bırakınız, ehl-i Tasavvufu, ehl-i iman olan hiçbir kimse, Ashab-ı Güzîn’den hiçbir zât hakkında, hususiyle, Peygamber’imizin vahiy kâtiplerinden ve hakkında bizzat du’â buyurduğu, Hazreti Muaviye radiya’llâhu anh. Efendimiz hakkında, aslâ, ta’an edici bir söz söylemez-söyleyemez, söylememeli!... 

Diyânet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun kitap’la alakalı tespit-yorum ve nihâî raporu şöyledir: 

- 21. Sahife’deki izah’tan, “Beşerî idare tarz’larının İlâhî Kanunlara tercih edildiği fikri çıkabilir-çıkarılabilir. 

- Hanafî, dolayısiyle Mâtürîdî’liğe taassup derecesinde bağlılık gösterip, diğer ehl-i Sünnet mezhepleri hakkında isabetsiz görüşler kaydedilmektedir. 

- Aşırı bir ehl-i Beyt muhabbeti ile hareket sonucu, Haz.Muaviye radiya’llâhu anh. ve arkadaşları hakkında Ashab-ı Kiram’a karşı yakışık almayan ibarelere rastlanmaktadır. 

Postacı’nın, yer yer, küfrü mûcip iddia ve görüşlerine karşı, Kitap hakkında Diyânetçi’lerin tespit ve yorumları çok yumuşak ve himâyekârdır. 

13.02.1969 tarih ve 46 Numaralı Kararın nihâî bölümünde: 

“Ekli raporda belirtildiği gibi eser, bütünü ile dinî bilgi ve konuyu işleyiş bakımından zayıf olduğu, ba’zı yanlış mütalâ’alar ve yanıltıcı fikirler ihtiva ettiği cihetle, okuyucuları tatmîn edici bir kitap olmadığına karar verildi.”... denilmektedir...