Osmanlı tarihi demek, biraz da “Yeniçeri’nin” tarihi demektir. Çünkü “Yeniçeri” ne zaman alçalmışsa bu Osmanlı’nın düşüşü, o ne zaman şahlanmışsa bu Osmanlı’nın yükselişi olmuştur da ondan... Yıl 1326… Yer Suluca Karahöyük… Yeşilırmak’ın nazlı nazlı aktığı genişçe kıvrımlarından birine yakın, Amasya’ya bağlı küçücük bir bucak. İşte bu izbe evin yakınında birkaç atlı peydahlanır. Üzerlerinde, uzun süredir at koşturmuş olduklarının işaretleri… Atlılar dergâhın önüne geldiklerinde saygı dolu bir ses duyulur:

“ Sultan Orhan Gazi, Efendi Hazretleri’nin elini öpmeye geldi.”

Hacı Bektaş, aksakalı ve ondan da ak yüzüyle kapıda belirir. Gözlerinde, sefere gönderdiği oğlunun dönüşünü gören baba şefkati ve merhameti… Osmanlı Devleti’nin ikinci sultanı, besmele ile dergâha girer; el öper ve aynı sıcak muameleyle başköşeye oturtularak sohbet edilir. Bu uzun yolun tepilmesinin nedeni açılır şeyhe; devlet ve yeni kurulan ordu için dua etmesi istenir. Birlikte dışarı çıkılır. Orhan Gazi, yeni kurduğu ordunun ilk örneklerinden birkaçını beraberinde getirmiştir. Şeyhin ağzından şu güzel cümle dökülür:

“Maşallah! Ne güzel çeriler(askerler) bunlar.”

Hacı Bektaş bununla da kalmaz, ilerler bir askere börk giydirir ve sağ elini bu askerin başının üzerine koyar:

“Bu civanların isimleri “Yeniçeri” olsun. Yüzleri ak, pazuları kavi, kılıçları keskin olsun; okları her daim hedefini bulsun. Kâfirle her çarpışmalarında muzaffer olalar…”                     

İşte “Yeniçerilik’in” kuruluş başlangıcı bu… Gel gör ki; yüzyıllar sonra durum tersine döner oldu! Bu ocak birçok defalar devlete karşı isyan edip “kazan kaldırdılar.” Mesela, sadece bir isyana baktığımız da devlet için ne kadar tehlikeli bir duruma geldiklerini anlamak mümkündür.

16 Mayıs 1525′te İstanbul’da “Yeniçeriler” isyan edip, şehrin büyük bir kısmını yağmaladılar. Devletin makamalarına hızla tırmanan Veziriazam Makbul İbrahim Paşa’nın, isyan eden “Hain Ahmet Paşa” isyanını bertaraf etmek için Mısır’a gitmesini fırsat bilen muhalifleri “Yeniçerileri” isyana teşvik ettiler. Sultan Süleyman yorgunluk gidermek üzere Edirne’de avlanmaya gittiği sıralarda henüz disiplin altına alınmamış olan “Yeniçeriler” İstanbul’da isyan çıkardı. İleri sürülen bahaneye göre, genç padişahın başkentte devlet işlerini yönetmek yerine, uzun süre Edirne’de eğlenmesini doğru bulmuyorlardı. Kanuni Sultan Süleyman, Edirne’den yeni dönmüş ve Kâğıthane’ye gelmişti. Padişahın yokluğundan da yararlanan “Yeniçeriler,” başta Veziriazam İbrahim Paşa’nın sarayı olmak üzere Vezir Ayas Paşa ve Defterdar Abdüsselam gibi devlet ricalinin konaklarını, gümrükleri, dükkânları ve Yahudi mahallesini yağmaladılar. Ertesi gün “Yeniçeriler” Ağa Kapsı’na gelip:

“Bizim bu fesada rızamız ve şenaatten haberimiz yoktur. Teşvik eden bulunsun!” Dediler. “Yeniçeriler” ilk defa bu kadar büyük çapta ayaklandılar. 

İstanbul halkı hayret ve dehşet kaldı. İşte kendi devletini korumakla yükümlü askerin, halkına zulm etmesini hazmetmeyen Padişah; Tunca Vadisi’nde avlanırken bu ayaklanma ve yağma haberlerini aldı. Edirne’ye dönmeden, hemen yanındaki birkaç atlıyla İstanbul’a at koşturmaya başladı. Beklenmedik bir anda Eyüp semtinde bulunan dinlenme köşküne vardı. Bir padişah düşünün ki, isyan edip ayaklanan ordularının arasına tek başına girip onların saldırısına uğruyor ve kendisini yürekli bir şekilde savunuyor. İstanbul’dan kaçanların ve hala kenti kasıp kavuran “Yeniçerilerin” haykırışlarını işiten ve ayaklanmayı gören Sultan Süleyman, yeniden atına atladı ve yağma yapan asilerin arasına daldı. Kendilerini itaate çağırdı, kışlalarına dönmelerini emretti ve hakarette bulundu. Askerler önce dinler gibi oldularsa da, kışkırtmaların sonunda onlarda padişaha hakaret etmeye başladılar ve sarayın kapısına geldiler. O sırada Sultan’ın atına vurulan bir balta, Sultanın yere düşmesine neden oldu. Başı üzerine yağan taş ve ok yağmuru altında Sultan Süleyman hemen yayını gerdi ve üç atışta en yakınında olan üç “Yeniçeri’yi” öldürdü. Kışlaya kadar gelen Sultan Süleyman “Yeniçerilere” karşı bir nutuk verdi. İlk iş olarak geniş bir soruşturma yaptırdı ve askeri tahrik ettikleri anlaşılan “Yeniçeri” Ağası Mustafa Ağa’yı derhal idam ettirdi. Mustafa Paşa Kethüdası Bali ile Reisülküttap Haydar’da olaya karıştıkları için hapsedilip, bir süre sonra öldürüldüler. . Bütün ocak düzene girdi.  

Fakat bu ücretli askerlerin savaşmadan boş durmalarının taht için sürekli bir tehlike olduğunu anlayan Sultan, o sırada Mısır’da olan Sadrazam İbrahim Paşa’yı çağırttı ve “Yeniçerilerin” olası ayaklanmasını bastırmak üzere yeni bir savaş planları yapmaya başladı. İbrahim Paşa’nın dönüşünde Osmanlılar için daima kutsal ve milli kabul edilen İran seferi yapılmasına karar verildi.

Sonuçta; 1326 yılında devleti korumak için dua ile kurulan “Yeniçeri Ocağı” zaman içerisinde devleti değil de kendi “ocağını” korumak için çaba sarf etti. Yani “Ocak devlet için midir, yoksa “devlet ocak için midir” tartışmasında “devletin ocak için çalışması gerekir,” dayatması içerisine girerek ikide bir kazan kaldırdılar, isyan ettiler. Ne acıdır ki; nihayetinde 1826’da bu defa büyük bir kalabalığın bedduası ve halkın da devlet verdiği destekle imha edildiler! Nitekim tarih; 15 Temmuz 2016’da tekerrür etmek üzereydi ki, yine asil Türk Milleti; devletine, milletine ve hükümetine karşı isyan eden darbecilere gereken dersi vermiştir.

 Kısacası: “Dua ile kurulan “ocak,” “beddua” ile yok oldu.” “Yeniçeri Ocağı’nın” tarihe karışması üzerine, Keçecizade İzzet Molla da şu tarihi mısraları döktürdü:

“Tecemmü eyledi Meydan-ı Lahm’e, İdüp küfran-ı ni’met nice bağı,

(Bunca asi, kendilerine sunulan nimetlere nankörlük edip, Et Meydanı’nda toplandılar.)

Koyup kaldırmada ikide, birde kazanı, Kazan devrildi, söndürdü ocağı.”

(Koyup kaldırmada ikide, birde kazanı, Kazan devrildi, söndürdü ocağı.)