‘YENİ anayasayı kimler istiyor?’
Devlet bakanlarından fikir adamı-yazar SADİ SOMUNCUOĞLU ile ‘Yeni’ Anayasa’yı konuşmaya devam ediyoruz.
Oğuz Çetinoğlu: ‘ABD, AB ve PKK’nın, ‘yeni’ bir anayasa istedikleri açıktır.’ Diyorsunuz. Bu, ciddî ve önemli bir iddia. Delil var mı?
Sadi Somuncuoğlu: Elbette. Delil değil, deliller var:
‘Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi’ (BOP)’nin resmî haritasına bakıldığında her şey ayan beyan görülebilir. İsteyenler ‘Sevr haritasını’ ve ‘Sevr Antlaşması’nı da hatırlayabilirler. Yine Barzani Yerel Yönetimi resmi haritasıyla da aynı olduğunu bileceklerdir.
1998’de toplanan AB Bakanlar Komitesi şu kararı almıştı: ‘Kürt meselesi siyasîleştirilerek, milletlerarasına taşınarak ve halkların hukukuna göre çözülecektir.’
14 yıldır yaşananlar, aynen böyle seyretmiyor mu?
PKK’nın yan kuruluşu İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin adına yayımlanan 320 sayfalık kitap 1998’de AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’a İstanbul ‘da elden teslim edilmiştir.
Aralık 1999’da Türkiye’ye AB adaylık statüsü verilmiştir. 2000 yılından itibaren, uyum adına önümüze konan yol haritası ve uyum şartlarındaki siyasî şartların tamamı, inanılır gibi değil, bu kitaptan alınmıştır.
Kitapta; millet bütünlüğüne göre inşa edilmiş olan devletimizin kültürel, hukukî ve siyasî yapısının çözülüp, ülkemizin ‘etnisite esasına göre dönüştürülmesi’, kanunlardan ‘Türk’ ve ‘millî’ gibi kavramların çıkarılması, Anayasa maddelerinden hangilerinin, ne şekilde değiştirileceği, genel af, anadillerde eğitim, öğretim ve yayın gibi düzenlemelerin; adı ister ‘AB uyum süreci’, ister ‘PKK açılımı’ olsun, hepsi mevcuttur.
ABD-AB-PKK üçlüsünün dayattığı ‘siyasi-demokratik’ (iki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli) çözümü kabul ettirmek maksadıyla; PKK terör örgütüne Kandil’de güvenli bölge tahsis eden, bu terör yuvalarının dağıtılması için, Türkiye’nin uluslar arası hukuktan doğan hakkını kullanmasına izin vermeyen ABD-AB ikilisi değil midir? Bölücü terör örgütü PKK, bu güçler sayesinde binlerce insanımızı katletmedi mi?
Kısacası; kan dökenler, can alanlar, devletimizi, vatanımızı ve milletimizi bölüşmek istiyorlar. Bunun adına ‘çözüm’ diyorlar ve buna uygun bir ‘yeni’ anayasayı dayatıyorlar.
Bütün bunlar ‘sıfırdan’ anayasanın kaynağında hangi mihrakların ve niyetlerin yattığını göstermeye zannederiz yeterli olacaktır.
Çetinoğlu: Siyasî iktidar bu projenin neresinde?
Somuncuoğlu: Bunun cevabı Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarında mevcuttur. Erdoğan; ‘Bu ülkede biz Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla bir milletiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimseyi rahatsız etmemeli.’ söylemini her vesileyle tekrarlıyor.
Eğer bu cümle şöyle kurulsaydı mesele olmayacaktı: ‘Biz Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla hepimiz Türk Milletiyiz. Türk Devletinin vatandaşı olmak kimseyi rahatsız etmemeli.’ Bu cümle gerçeğimizi ifade ediyor.
Ama “Türkiye vatandaşı” denirse, her vatandaşı rahatsız eder, etmelidir de. Zira,yukarıda söyledik, “Türkiye” coğrafyanın adıdır, milletin değil.
Bu anlayış yeni değildir. Eskiden beri savunulduğu ve benimsendiği görülmektedir. Konuyla ilgili olarak daha da ayrıntılı bilgi vermek için ‘2. Cumhuriyet Tartışmaları’ adıyla 1993’de yayımlanan kitaptaki, R.T. Erdoğan’la yapılan röportajı okumalıyız. Buradaki sorular ve cevaplar aynen şöyle:
RTE: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir.’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye Türkiye’de yaşayan herkesindir. Buradaki ‘herkesin’ sözünden bireylerin değil, etnik/ırk grupların kolektif kişiliğinin kastedildiği anlaşılıyor.
Çetinoğlu: Bu kanaatinizin oluşmasına yol açan etkenleri sorsam?
Somuncuoğlu: Röportajın devamında şu sorular ve cevapları var:
Soru: Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler.
RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir.
Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse?
RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa... Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir...
RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir.
Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur?
RTE: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır.
Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı millî sınırları mı?
RTE: Ona orda hudut tayin edemem.
Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz,
RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.
Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz.
RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki!
Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda. ‘Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz’ derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum!
RTE: Onu meşru olarak görmüyorum.
Bu röportajda; ‘Kürtler, bağımsızlık isterlerse’ sorusuna verilen ‘Coğrafi bütünlük içerisinde evet’ ve ‘coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı millî sınırları mı?’ sorusuna verilen ‘Ona orda hudut
tâyin edemem’ cevabı daha da ileri hesapların olduğunu düşündürmektedir.
Erdoğan’ın bugün de aynı şekilde düşündüğünü, ‘açılım’ çerçevesinde bazı yasalardan çıkarılmaya başlanan ‘Türk’ adının, ‘yeni’ anayasadan da çıkarılacağının açıkça söylenmesinden anlıyoruz.
Bölücü terör örgütü PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın, ‘Türkiye vatandaşlığı’ ve ‘coğrafî bütünlük içinde kalarak’ çözüm dediği ‘Demokratik Cumhuriyet Projesi’, (İki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli cumhuriyet) de böyle değil mi? Oslo mutabakatı da bu gerçeği teyit etmiyor mu?
Bu bilgilerden hareketle, ‘yeni’ anayasanın ‘Türk etnisitesi (!)’nin de içinde yer aldığı ‘çok ortaklı etnik devlet’ yapısını gerçekleştirecek şekilde hazırlanmak istendiğini söyleyebiliriz.
Çetinoğlu: Neye dayanarak?
Somuncuoğlu: Bu amaçla Anayasanın 66. Maddesindeki ‘Türk Devleti’ ve ‘Türk’ ibarelerinin çıkarılarak yerine ‘Türkiye vatandaşlığı’ veya ‘anayasal vatandaşlık’ ibaresinin konulmasının önemini tekrar vurgulamalıyız. Yani yok sayılan Türk Milletinin kimliği yerine coğrafyanın kimliği konulunca; renksiz, kimliksiz, sahipsiz bir devlet yapısı ortaya çıkıyor. Basit ifadesiyle egemenliğin tapusunun sahibi bir iken, iki veya daha fazla olmasının (bu coğrafyada oturanların) yolu açılıyor.
ABD’nin zorla kurduğu, iki ortaklı ‘Irak Federal Cumhuriyeti’nde olduğu gibi.
Zannederiz ki bu değerlendirmeler, ‘yeni’ anayasa ve ‘yeni Türkiye’ denilen mühendislik çalışmasında, siyasî iktidarın konumunu belirlemeye yetecektir.
Çetinoğlu: ‘Konum’dan kastınız nedir?
Somuncuoğlu: Biz buna ‘bölünme’ diyoruz. Ama bu görüşü savunanlar; millî devletten vazgeçilirse, çok ortaklı devlet yapısı Türkiye’yi büyütecek, bu herkesin menfaatine olacak; ‘Millî Birlik ve Kardeşlik tesis edilecek, ülkeye barış ve eşitlik gelecektir’ diyorlar.
Burada, devletlerin bir millete göre kurulduğu, milleti meydana getiren sosyal toplulukların üzerine devlet inşa edilemeyeceği gerçeği inkâr ediliyor. Geçmişte kanlı bir şekilde dağılan Yugoslavya’dan ve Sovyetler Birliğinden ders alınmıyor. Emperyalistlerin zorla, kanla ve katliamla kurduğu bugünkü Irak’ın başına gelenlere ve geleceklere bakılmıyor.
Çetinoğlu: İktidarın; BOP ve PKK ile aynı görüşte olduğu söylenebilir mi?
Somuncuoğlu: Hayır. Bir yol arkadaşlığından bahsedilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla ‘çok ortaklı etnik federasyona’ geçilince, siyasî iktidarın projesi tamamlanıyor, yol bitiyor, devam etmiyor.
Ama PKK ve BOP’un yolu devam ediyor. PKK’nın yolu ‘Büyük Kürdistan’, BOP yolu, ‘Büyük Ermenistan’, ‘Büyük İsrail’ ve ‘Büyük Yunanistan’ kuruluncaya kadar devam ediyor. Unutmayalım ki, bütün bunlar bin yıllık haçlı seferlerinin değişmeyen emelidir.
Çetinoğlu: Söylediklerinizi bir sonuca bağlamak gerekirse…?
Somuncuoğlu: Anayasalar donmuş metinler değildirler, ihtiyaca göre geliştirmeye ve değiştirmeye muhtaçtırlar. Ancak; devletin Türk Milletine ait olduğunu gösteren temel ilkelerin değiştirilmesine; kurucu irademiz de, anayasamız da, tarih şuuru ve sorumluluğumuzun gereği de, milli kültürümüz ve egemenlik hakkımız da izin vermiyor. Hiçbir iktidarın ve meclisin böyle bir yetkisi olamaz.
Buna rağmen devletin temelleri değiştirilirse, kanaatimizce bu silahsız darbe olur.
Çünkü devletin birinci görevi; Türk Milletinin birliğini, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumak ve yaşatmaktır. Tarihin derinliklerinden gelen egemenliğini yıkmak ve ülkenin bütünlüğünü bölmek değildir. Hiçbir meclisin ülkenin bir parçasını, mesela Edirne’yi Yunanistan’a veriyorum diyemeyeceği gibi. Böyle bir durum vaki olduğunda, anayasa hukukçularının söylediği gibi ‘milletin direnme hakkı’ doğar. Nitekim 1982 Anayasası’nın Başlangıç bölümünün son cümlesinde, bu anayasa ‘Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.’ denilmektedir.
Eğer maksat samimi olarak anayasamızı daha ‘demokratik’, ‘özgürlükçü’ ve ‘temel insan haklarına saygılı’ hale getirmek ise, bu mümkündür. Bir parçası olduğumuz milletlerarası hukuka, millî ihtiyacımıza, müktesebatımıza ve kültürümüze uygun hale getirme hedefinde buluşmak yeterli olacaktır. Bunun için, acele etmeden, en geniş manada uzlaşarak çalışmaya başlanmalıdır.
Bu bakımdan. Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu çerçevede geliştirilip imzalanmış olan milletlerarası bütün sözleşme ve anlaşmalar bize yardımcı olabilir.
Böyle bir düzenin kurulabilmesi için de, önce yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olması, yani hukuk devletinin teşkili şarttır. Ancak Başbakan’ın 12 Eylül 2010 referandumu ile hukuk devletini ortadan kaldıran anayasa değişikliğine dokunulamaz demesi, ön şart koşması demokratik düzeni şimdiden tehdit altına sokmuştur. Hatırlanacağı üzere bu referandumla yüksek yargı; HSYK, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi siyasetin denetimine girmişti.
Hukuk devletinin tehdit altında bulunduğu bir ülkede; insan haklarından, demokrasiden, özgürlükten, hür toplumdan, güvenlikten, özellikle partilerin demokratikleşmesinden, hür seçimlerden, toplumda korkusuzca yaşamadan, inanç, ibadet, düşünce ve ifade hürriyetinden ne kadar bahsedilebilir?
Umulur ve temenni edilir ki, aklın yolu seçilir; devletin ve milletin kimliğiyle uğraşmak gibi, hiçbir iktidarın üzerine vazife olmayan tehlikeli yanlışlardan vazgeçilir, masum milletimizin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması esas alınır. Eğer millî bütünlüğümüzün sağlamlaştırılmasına ihtiyaç varsa, ayrımcılığı, bölücülüğü, ırkçılığı ve siyasî etnikçiliği reddeden, millî-üniter yapımızı daha da güçlendirici bir anayasa yapılır.
Bu anayasa mutlaka ‘Adalet mülkün temelidir’ ilkesi üzerine inşa edilir. O durumda; demokrasi, özgürlük, bireylerin eşitliği, kalkınma, huzur, kardeşlik, insan temel hak ve hürriyetlerinin ancak bu yapı içinde gerçekleşebileceği görülür.
Böylece ülkemiz, varlığına yönelen saldırılara karşı millî güçlerimizle gerçekten savunulur; kanlı terör belası ve haçlı planları bertaraf edilir, milletimiz birlik içinde refah ve zenginlik yolunu tutar, vatanımıza huzur gelir. Böylece millî devlet, güçlü iktidar yapısıyla ayağa kalkar, çevremize ve insanlığa karşı görevlerimizi yapacak konuma gelebiliriz.
SADİ SOMUNCUOĞLU:
1940 yılında Aksaray’da doğdu. 1962 yılında Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi’nden mezun oldu. 1957-1958’den itibaren Türk Ocakları’nın faaliyetlerine katıldı. Çeşitli devlet memuriyetlerinde bulundu. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Organizasyon ve Metod ile İdarecilik kurs ve eğitimi gördü.
1967 yılında aktif siyasete atıldı. MHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı yaptı. 1969 yılında MHP Genel İdare Kurulu’na seçildi ve 12 Mart 1971’e kadar gençliğin eğitim ve teşkilatlanması işlerini yürüttü. 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar MHP’ Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. Devlet, Töre ve Bozkurt dergilerinin yayınında görev aldı. 1977 yılında Niğde Milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Demirel’in Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı olarak görev yaptı.
1980 darbesi sonrasında tutuklandı. MHP davasında idamla yargılandı. 2 yıl tutuklu kaldıktan sonra beraat etti. 1980-1995 yıllarında siyasetten ayrıldı. Türk Ocakları Genel Merkez Heyeti üyeliği ve Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu.
1995 seçimlerinde ANAP Aksaray Milletvekili seçildi. 1.5 yıl sonra MHP’ye katıldı, Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. 1999 seçimlerinde tekrar MHP’ den Aksaray Milletvekili seçildi. 57. Hükümette Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. Cumhurbaşkanlığına aday olduğu için Mayıs 2000’de bu görevinden azledildi.
Sadi Somuncuoğlu evlidir, 3 çocuğu vardır.
YAYINLANMIŞ KİTAPLARI:
1-Avrupa Birliği Bitmeyen Yol: Ötüken Yayınları-Mart 2002, 2-Gümrük’te Kuşatma: l.Baskı-Ankara Ticaret Odası Yayınları-Temmuz 2002, 2. Baskı Yeni Avrasya Yayınları-Ağustos 2002, 3-Kıbrıs’ta Sirtaki: l. Baskı-Yeni Avrasya Yayınları-Eylül 2002, 2.Baskı-Ankara Ticaret Odası Yayınları-Ekim 2002, 4-Sorularla Belgelerle Kıbrıs Çözüm mü Çözülme mi?:Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası Yayınları 2003, 5-AB Uyum Paketlerinden Federasyona-Etnik Irkçı Siyasallaşma Projesi: Ankara Ticaret Odsı Yayınları, 6- Annan Planı Gerçeği ve KKTC`nin Kurtuluşu: Yeni Avrasya Yayınları Haziran 2004, 7-İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu: Akçağ Yayınları Ankara 2004, 8-Göz Göre Göre Kapana Düştü Türkiye’m: Bir Millet Uyanıyor Dizisi, Bilgi Yayınevi, Ağustos 2005
Somuncuoğlu’nun bazı gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmaktadır.
Millî Düşünce Merkezi Derneği Başkanlığı görevini yürütmektedir.
(BİTTİ)