Ne güzeldir yaz aşkları; Deniz, kum, güneş, eğlen, seviş, sabaha kadar dans, dans, dans... Ye, iç, hem de dibine kadar iç. Bayılana kadar, sabah hiç bir şey hatırlamayacak kadar iç. İç ki daha güzel olsun her şey ve daha kolay unutulsun.

Maksat eğlence olsun, zaman dolsun. Hele ki kaçamak aşklar insanın yüreğini öyle bir hoplatır, yoktur böyle bir zevk. Biraz korku, biraz heyecan, adrenalin tavan. Tatil biter, evli evine, köylü köyüne, evi olmayan fare deliğine...

Zaten hep anlık zevklere dönüşmedi mi hayatımız. Kafamıza göre yaşıyoruz özgürce, kimseyi takmıyoruz. Artık ne dini kurallar engelleyebiliyor arzularımızı, ne aile, ne de kanunlar. Hep bir açık kapı buluyor, oradan sıvışıveriyoruz...

Geleceğe dair planlarda yanımızda birilerini isteriz. Bu vefalı bir eş, hayırlı evlat, gerçek bir dost gibi toz pembe hayallerdir. Bu doğru vasıflara sahip arayışı da ileride kendimizi güvenceye almak düşüncesi ile dile getiririz. Çünkü biliriz ki herkes kafasına göre yaşar. Sabreden, gerçekten sevip değer vereni bulmak zordur. E kişi kendinden bilir... Biri olsun isteriz ama yanımızdaki bize uysun bekleriz. Ortak alan sadece bizim çizdiğimiz sınırlar içerisinde, paylaşımlar yalnızca bizim hoşumuza gittiği sürece, özgürlüğümüze de karışılmaması koşulu ile  beraber yaşamakta hiç bir sakınca yok. Peki onun özgürlüğü ne olacak? O hep sadık eş, dizini kırıp oturacak mı...

Hayat kısa, tadını çıkarmak gerek. Bu biraz vurdum duymaz bir tavır aslında ama gerçekten bu dünyada yaşadığın her şey yanına kar kalıyor. Yarının garantisi yok.

Peki böyle anlık bir yaşam gerçekten insanı mutlu ediyor mu, yoksa her zevkin sonunda kendi dünyamıza döndüğümüzde, daha da mutsuz bir ruh haline mi dönüşüyoruz.

Yoksa siz de çatlayıncaya kadar yiyip sonra kilo alıyorum diye pişman olanlardan mısınız...

İnanıyorum ki pek çok kez, yaşadığınız kısa kaçamaklar sonrası şehvet anı geçince bunca çaba ve gayreti gereksiz bulup, olmasa da olurdu demişsinizdir. Yine inanıyorum ki pek çok yaz aşkınızın bırakın ismini, yüzünü dahi hatırlamıyorsunuzdur.

YAŞAMA DEĞER KATAN, ANILARDIR.

Sadece an'ı yaşayarak anı biriktiremezsiniz. Hep sil baştan başlarsınız hayata. Her gecenin sabahında belleğiniz temizlenir, sıfır kilometre bir güne başlarsınız. Ne güzel bir duygudur bu; sorumluluk almazsınız, geride bıraktıklarınız incinmiş midir düşünmezsiniz. Ve bir gün yaşam sona erer, geriye kocaman bir sıfır kalır. Hepsi boşa geçmiş bir zaman dilimi içinde kaybolur gider hayatınızdan ve asıl heba edilen sizin değerli zamanınızdır. 

YAŞAMIN TADI, PAYLAŞMAKTIR. 

Birlikte geçirilen zaman ne kadar uzun olursa yaşam o kadar anlamlı, o kadar kaliteli olur. Tabii, birlikte yaşam büyük bir özveri ve tolerans gerektirir. Evet zordur ödün vermek, zordur hayatına birini ortak etmek. Ata erkil bir toplumken birlikte yaşam her alanda bir gereklilik, bir töre idi. Bir evin içinde cümle aile bir arada yaşanır, beraber yenir içilir, aynı tarla beraber ekilir, beraber biçilir, bütün gelir babaya verilir, evin geçimi bir elden yürütülürdü. Zamanla modernleştikçe insan, geri kafa bir zihniyet gibi gelmeye başladı yaşamı başkaları ile paylaşmak. Önce evler ayrıldı, ardından çocuklar, sonra eşler ve bir baktık herkes özgür. Herkes kafasına göre... Ne güzel bir şeymiş bu modern yaşam.

O kadar alışmışız ki bireysel yaşama artık ortak yaşam düşüncesi bir yük gibi geliyor insana.

Oysa ki torun, dededen öğrenir, tıpkı babası gibi. Birlikte yaşam bir eğitimdir. Ortak fikir kişiyi hatalardan da korur çoğu zaman.

Evet zordur bir insanı idare etmek. Zordur kendi özünü baskılamak, arzu ve ihtiraslara gem vurmak.

Ama iyi bir yaşam için biraz fedakarlıktan hiç bir zarar gelmez.

Yalancı mıyım