Dünya kaynakları azaldıkça; o kaynakları elde tutanlarla, o kaynaklardan yararlanmak ve kontrol etmek isteyenler arasındaki savaşı sürüyor. Aşırı tüketim ve özensiz kullanım nedeni ile dünya kaynaklarının daha da azalmasından dolayı ileride savaşlar artarak devam edecek. Buna yaşam savaşı da diyebiliriz. Peki, kim kazanacak? 

        

En önemli doğal kaynaklardan biri olan toprağın ağır metallerle kirlenmesi ve erozyon sonucunda kayıplara uğraması verimi azaltıyor. Kaybedilen toprakların yeniden kazanılması çok zor, 1 cm. kalınlıktaki toprak ancak birkaç yüzyılda oluşabiliyor.

Dünyadaki toprakların ancak 1/10'inde üretim yapılabiliyor. Ülkemizin arazi varlığının ise yaklaşık yüzde 36'sı işlenmekte, yüzde 28'i çayır ve mera, yüzde 30'u orman ve fundalık, geriye kalan bölümü diğer araziler içinde yer alıyor. Ekilebilir arazinin ancak yüzde 11'i sulanabiliyor. 

Genleriyle oynanan genetik tohumun, azalan, kirlenen toprak ve suyun kaderi insanda bitiyor. Tarım ve Köy işleri Bakanlığında yüzbini aşkın kişi çalışıyor. Yüze yakın üniversitemiz, ziraat fakültemiz, tarım araştırma enstitümüz, on bini aşkın işsiz ziraat mühendisimiz var. Buna rağmen hormonlu gıda tüketen Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı.

Ve her yıl binlerce ton gıda çöpe dökülmeye devam ediyor. 

Başka bir gerçek; tarlaların, tedavisi olmayan kansere yakalandığı gerçeği. 25 yıl önce gizlendiği için yayılan hastalığın daha sonra üretime açılan toprakta bulunmama olasılığı nedir.

İç Anadolu (Aksaray - Niğde - Nevşehir - Kayseri – Kırşehir, Kapadokya ve Karadeniz, Ordu bölgelerinde karantinaya alınan tarlalarda ekim yasaklanmıştı. Hastalık nedeniyle, 150 bin dekar tarla, karantina altına alınmıştı. Bu tarlalarda önce 80 sonra 25-30 yıl süre ile ekim yapılmaması açıklanmıştı.

Çünkü bu hastalığın ilacı, tedavisi olmadığını belirten uzmanlara göre hastalık, bulaştığı tarlada ancak 25-30 yılda yok olabiliyor. Daha önemlisi Türkiye'deki tarım arazilerinde görülmeyen bu hastalığın dışarıdan geldiği tahmin ediliyor olmasıydı.