‘Yalnız Demokrat’ FERRUH BOZBEYLİ
Oğuz ÇETİNOĞLU
Oğuz Çetinoğlu ile yaptığı röportajda, geçmiş olaylara ışık tutarak geleceğimizi aydınlatıyor:
‘SOSYAL BARIŞ, ANCAK HUKUK DEVLETİ İNANCININ YERLEŞMESİ İLE SAĞLANIR.’
Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de; politika ile dürüstlük ve doğruluk, devlete-millete sadâkatle hizmet kavramlarında hassasiyet sâhibi insanlarımız var. Onlar; demokrasinin bütün kurum kurallarıyla işletilmesini arzuluyorlar.
Politikada temiz kalmayı başarmış, devlete ve millete sadakatle hizmet etmiş bir kişi olarak tanındınız, günümüzde de bu vasıflarınızla hatırlanıyorsunuz.
Devleti yönetenlere ve yönetmeye tâlip olacaklara, milletin arzularına cevap verebilecek uygulamalarla ilgili olarak tavsiye edeceğiniz bir şablon, değişmez ölçü var mı?
Ferruh Bozbeyli: “Türkiye’de politika ile dürüstlük, doğruluk ve devlete-millete sadakatle hizmet”, “demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işletilmesi” “seçilmişlerle tâyin edilmişlerin dengesi” ve nihayet yurdumuzda sosyal barış ortamının sağlanması “hukuk devleti” inancının yerleşmesi ve sağlıklı bir şekilde işlemesine bağlıdır.
Çetinoğlu: Seçilmişlerle tâyin edilmişler arasındaki en ideal denge nasıl kurulabilir?
Bozbeyli: ‘Hukuk devleti inancı’nın yerleşmesi ile, bu denge, kendiliğinden teşekkül eder.
Çetinoğlu: Doksan yıla yaklaşan Cumhuriyet sürecinde, devlet-millet barışı sağlanabilmiş midir?
Bozbeyli: Ülkemizde 27 Mayıs 1960 hareketinden bugüne, siyasî ve sosyal ortamda yaşanan sarsıntı ve deprem devam ediyor. Zaman zaman hafifliyor hatta duruyor; zaman zaman da şiddetini artırıyor, kırıp döküyor. Zeminde sarsıntı varsa üstündeki her şey de sarsıntıya mâruz olur. Siyaset, ilim ve sanat faaliyetleri ve tabii ekonomik hayat ve kalkınma faaliyetleri de çalkantıdan payını alıyor. Ve daha önemlisi siyasette, ilim, sanat ve ekonomide hizmet veren insanlar sarsıntının şiddetine göre, bazen bir elini, bazen iki elini tutunmak için kullanıyor. Sarsıntılı zeminde eller düşmemek için –tutunmak için– kullanırlar.
Oysa barış ve istikrar ortamında herkes bastığı yerden emindir. Eller hizmete uzanır; eller dost çağrılar için uzanır.
Türkiye 27 Mayıs 960’tan beri çoğu kere tek kolla, arada bir de iki kolla çalışabilen bir ülke durumundadır.
Huzur, barış ve istikrar ortamı kurulabilse eminim ki, Türkiye bu günkü kalkınma hızını, dörde-beşe katlayacaktır.
Çetinoğlu: 27 Mayıs 1960 İhtilali’ni, 12 Mayıs 1980 askerî Harekâtı’nı ve demokrasinin mâruz kaldığı diğer müdâhaleleri değerlendirir misiniz?
Bozbeyli: Hukuk devletinde “Hiçbir şahıs, makam ve organ kaymağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz”. Anayasamızdaki hüküm budur.
27 Mayıs’ın, 12 Eylül’ün ve diğerlerinin; “Cumhuriyeti korumak ve kollamak” için yapıldığı iddia edilmiştir! Oysa müdâhale günü ile seçimle teşekkül etmiş TBMM’sinin göreve başladığı zaman içinde ülkemizde Cumhuriyet yoktu o günlerde başta bulunan kimselerin unvanı “Devlet Başkanı” idi. Seçilince Cumhur Başkanı oldular. Cumhur Başkanı’nın olmadığı yerde Cumhuriyet yoktur. İngiltere’de, Kanada’da, Japonya’da, İspanya’da, Belçika’da cumhuriyet yoktur.
Bir toplumda, farklı inanışlara, farklı fikirlere, farklı dînî ve etnik gruplara mensup insanlar bulunabilir. Kimse, bir başka kimsenin fikir ve inanışlarını kabule zorlanamaz. Bu farklılıkların birbirilerine tahammül göstererek, birlikte yaşama irâdesini oluşturması, o toplumu demokratik bir toplum haline getirir.
Kimse, kimsenin fikir, inanç ve temayüllerine uymaya mecbur değildir ama herkes hukukî esaslara, kanun ve nizamlara uymaya mecburdur.
Çetinoğlu: Hukukçusunuz. ‘Devlet Adamı’ sıfatınız var. Bu özelliğinizde ‘Hukuk Devleti’ kavramını yorumlar mısınız?
Bozbeyli: Hukuk devleti; hukuku yapanların da, hukuka uymaya mecbur olmaları demektir. Ferman uygulamalarından farkı budur. Hukuk devleti fikri ülkemize –bir ilke olarak– Atatürk’le gelmiştir.
Türk toplumu, tarih içinde on yedi devlet kurmuştur. Bu on yedi devletin on altısı, şahsa veya şahıslara bağlı devlettir. Adları bile, devleti kuran şahsın ve ailenin adıyla aynıdır. “Osmanlı Devleti”, “Selçuklu Devleti”, “Timur Devleti”, “Babür Devlet… bilâhare on yedinci devletimizin adı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”dir. “Mustafa Devleti” “Kemal Devleti” dense idi, kimse de yadırgamazdı. Geleneklere de aykırı düşmezdi.
Türkiye Cumhuriyeti oldu. Ne güzel!
Bu kavram, devlet anlayışında bir yenilik ve ileriliktir. Ama hâlâ, şahsa bağlı devlet anlayışı; şu veya bu çevrelerin hayat anlayışı, yaşamaya ve yaşatılmaya devam etmektir.
Üstelik geri zihniyet, devlet katında, ilim ve sanat çevrelerinde önemli pâyelere ulaşmış kişiler arasında yaşamaktadır.
Hukuk Devleti fikri ve demokrasi, ileri bir kültür hayatının üründür. Zaman zaman hızı kesiliyor, önüne çıkılıyor ama bu yoldan dönüş yok.
Demokratik hayat gelişecek ve güçlenecektir.
Çetinoğlu: Bakışlarımızı iç meselelerden dış ilişkilere çevirdiğimizde, gündemde en uzun süre ile kalan konunun Avrupa Birliği (AB) olduğu gözlemleniyor.
12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’ndan bu yana geçen 46 yılda, nihaî hedef olan tam üyelik hakkının elde edilememiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bozbeyli: AB üyeliği yolunda epeyce mesafe alındı. Zaman zaman bazı duraklamalar süreyi uzattı. Bunun, AB’den kaynaklanan sebepleri de var.
Bir bizim isteklerimiz var; bir de ülkemizdeki faaliyetlerin kendi hızı var. AB yolunda ilerleme yavaş, fakat hedef doğru. İlerlemeye devam etmeliyiz.
Çetinoğlu: Türkiye’nin Ermenistan ve Yunanistan ile ilişkilerinin normalleştirilmesi konusunda baskı seviyesinde yönlendirmeler, dış diplomatik müdâhaleler oluyor. Konu ile ilgili istekler yalnızca bölge barışına katkıda bulunma amacı mı ihtiva ediyor? Başka sebepler var mı, varsa nelerdir?
Bozbeyli: Dış politikada ve komşularımızla ilgili problemlerimiz önemli tabii.
Ülkemizde iç politikanın zaafa uğradığı zamanlarda yabancı ülkelerin dikkatleri bize yöneliyor. Bu her ülke için böyledir. Önemli olan devlet varlığımızı güçlendirmektir. İç politika ve dış politika bir bütündür. Kendi işini beceriyle yürütemeyenlere dışarıdan akıl veren çok olur. Saygı duyulan, fikri sorulan ve kötü emel besleyenler için çekinilen bir devlet yapısını oluşturmalıyız. Son yıllarda ülkemiz lehine önemli gelişmeler oluyor.
Çetinoğlu: Ferruh Bozbeyli; düşünce ve fikirleriyle, TBMM Başkan Vekilliği ve Başkanlığı dönemindeki dirâyetli ve tarafsız yönetimiyle, parti başkanlığı dönemindeki güven veren politika adamlığı ile olduğu kadar, özel hayatındaki ve toplum önündeki sohbetleriyle, yazdığı kitaplardaki gözlemleriyle de dikkat çekici bir şahsiyet.
İzniniz olursa, şahsınızla ilgili bir-iki soru ile röportajı tamamlamak istiyorum.
Bu baptaki ilk sorum şu efendim: Politikadaki başarılarınız kadar, fikir adamı olarak da yukarılarda bir yerlerdesiniz. Fikir dünyanızın temeli nasıl oluştu?
Bozbeyli: 1950 yılında İstanbul’a geldiğimde kendimi; Milliyetçiler Derneği, Türk Kültür Ocakları, Komünizme Mücâdele Derneği… gibi grupların içinde buldum. O gruptan arkadaşlar ‘Nurettin Topçuya gideceğiz.’ Dediler. Bilmiyordum. Sordum, öğrendim: Vefa Lisesi’nde felsefe hocası, üniversitede de doçent olmuş fakat profesörlüğü engellenmiş bir ilim adamı…
Evine gittik.
O’nu ilk dinlediğim zaman, sanki çok susamış da kana kana su içiyormuş gibi, çok acıkmış da iştahla yemek yiyormuşum gibi, çok sıcaktan bunalmışım da rüzgâra çıkmışım gibi, uçarcasına dinledim. Çok hoşuma gitti konuşması. O kadar duygulu o kadar güzel şeyler söylüyordu ki. Zaten O’nu dinlemeden önce de bana, Onun yayınlamakta olduğu Hareket Mecmuası’nı vermişlerdi, okumuş ve okuduklarımdan etkilenmiştim.
Berâberliğimiz, Nurettin Topçu’nun vefatına kadar devam etti.
Çetinoğlu: Abdülaziz Bekkine Hocaefendi (Rahmetullahi Aleyh) ile de irtibatınız olduğu biliniyor…
Bozbeyli: Arkadaşlarımla birlikte sohbetlerine katılırdık.
Çetinoğlu: Etkilenmişsinizdir…
Bozbeyli: Çoook… O, gölgesine sığınılan bir çınardı. Sözleri halâ hatırımdadır. Şöyle diyordu:
‘Bir siz varsınız, bir de sizin çevreniz var. Çevrenizde insanlar, hayvanlar, bitkiler var. Hem şahsınıza karşı hem de çevrenize karşı sorumluluğunuz var. Biz imamlar, bir kimsenin öldüğünü ağzına ayna tutarak anlarız, aynayı hohlamazsa ölmüştür, son nefesini vermiştir. Ve ölüm üç safhada vuku bulur. Evvela sinir sistemi felç olur. Sinir sistemi felç olduğu için o hareket edemez, gözü açıksa açık, kapalıysa kapalı kalır. Gözü açık gitti kapalı gitti meselesi bundandır. İkincisi deveran durur, üçüncüsü nefes durur. Öyleyse, kendiniz için de çevreniz için de en çok dikkat edeceğiniz şey sinir sisteminizdir. Sinir sisteminin düzensiz, gerginliklere yol açan sebepleri şudur: Siz bir insanı beğeniyorsanız, mübalağalı ifâdelerle onu beğendiğinizi anlatmayın. Çünkü o melek değildir, bir insandır. Ona çok büyük değerler verirseniz, günün birinde bir kusurunu görürsünüz, üstelik de o kadar büyük değeri veren siz olduğunuz, yâni yanlışlık size ait olduğu halde, onun o yanlışını ona yorarsınız. Onun için beğendiğiniz insan hakkında konuşmak istiyorsanız, hizmet ehli adamdır, deyin. Bu sizin dilinize pelesenk olsun. Ama kendinizi tutamadınız, çok beğeniyorsunuz, ses tonunuzu yükseltip, ‘Aaa hizmet ehli adamdır’, da diyebilirsiniz. Daha ileri gitmeyin. İkincisi bir kimseyi beğenmiyorsanız, onu da sıfıra indirip gözden çıkarmayın. Onun üzerinde Allah’ın emeği vardır, o insandır. ‘Fedakârlığı az’ deyin, kötü sıfatlar kullanmayın. Çok kızıyorsanız, ‘Aaa fedakârlığı az’ diyebilirsiniz. Ama başka bir şey demeyin. Çünkü bakarsınız o insandan iyi şeyler de görebilirsiniz. Bu sizi insanlara karşı dengeli tutar, kendi sağlığınız bakımından da önemlidir. Ve sinir sisteminizde müspet ve menfi istikamette gerilmeleri kaldırır, dengeli tutar. Çevrenize karşı sorumluluklarınız var, bunlara dikkat edin. Bilin ki bu kâinatı yaratan bir güç vardır. O ne yaratmışsa O’nun eseridir. O’nun eseridir diye dikkat etmek gerekir.’
Bir başka konuşmasını da şöyle hatırlıyorum: Bardağı eline alıp şöyle anlatmıştı: ‘Bu, camdan bir bardak, bunun ne tarafından bakarsan öbür tarafı görünüyor. Fakat bir insansa bir tarafından bakınca öbür tarafı görünmüyor. Siz sâde bu tarafına baktınız. Burada ne gördüyseniz ona göre değerlendirme yaparsanız yanlış olur. Biraz sabırlı olun, insanlar hakkında böyle düşünmeyin. Bakarsanız bir tarafı böyle, bir tarafı şöyledir. Tahkik etmek, araştırmak, sabretmek gerek.’
Çetinoğlu: İfade zenginliğiniz, Türk halk kültüründen beslenen bir damarın, bir kaynağın varlığını işâret ediyor. O damarı, nerede, nasıl keşfettiniz, nasıl geliştiriyorsunuz?
Bozbeyli: Türk insanı; düşüncelerini umutlarını, şikâyetlerini ve sevdalarını şiirlerde mânilerde dile getirmiştir.
“Yüzünde göz izi var
Sana kim haklı yârim.”
“Yüzünde göz izi var” Bu ne güzel söyleyiş.
“Yüz yıl sel aksa oymaz
Bir gün gam oyan yeri”
Ya bu anlatış…
“Sinemde yer kalmadı
Meğer ok ok’u yara”
Bir şiir cümlesiyle dağlar kadar şikâyet…
“Beni gurbet gezdirir
Kırk bin başlık parası”
Gel de yanma…
“Senin bu feryadın divane bülbül
Huzur mahşer de divane kaldı”
Demiyor, türkü söylüyor.
Yunusla birlikte söyleyelim:
“Şol kime kim, dervişlik bağışlana
Kalpı gide, pak ola gümüşlene
Nefesinden misk ile amber tüte
Gölgesinde çok hayırlar işlene
Yaprağı hem dertliye derman ola
Budağından il-ü-şar yemişlene”
Türk halk kültürü bir hazinedir. Herkese yetecek kadar zengindir. İsteyen alır.
Çetinoğlu: Hayatınızda sizi mahcup eden uyarılara muhatap oldunuz mu?
Bozbeyli: ‘Beni mahcup eden uyarılara muhatap oldum mu?’
Bu soruyu okuyunca birden karşıma bir olay dikildi.
Üniversite öğrencilik yıllarımdı. Fatih’te oturuyorduk. Millet Kütüphanesi’nin –Ali Emirî Efendi– yanından Saraçhane’ye doğru gidiyordum. Sağda bir mescit vardır. Mescidi geçince bir bakkal dükkânı…
Dükkâna 5-10 metre yaklaşmıştım. İçerden bir kız çocuğu aceleyle çıktı. Ayağı bir yere takıldı galiba, düştü. Elindeki şişe kırıldı ve zeytinyağı döküldü.
Kız galiba bir ailenin yanında çalışıyordu. Entarisi, kendinden büyük birisine ait olmalıydı. Etekleri ve kolları uzundu.
Küçük kızın, kırılan şişeye ve dökülen zeytinyağına bir bakışı vardı… Şimdi ne yapacaktı… Eve ne söyleyecekti…
Küçük kızın hâli beni çok üzdü.
İlerden bize doğru bir adam geliyordu. O da vaziyeti görmüştü. Geldi kızı okşadı. “Üzülme kızım” dedi.
Çocukla beraber bakkala girdiler. Ben de girdim. Merak etmiştim.
Adam yerden kırılan şişenin boynunu eline almıştı. “Bu şişe ne şişesi bakkal efendi” dedi. Bakkal baktı “Rakı şişesine benziyor” dedi. Şişeyi raftan aldı adam “Aç şunu” diye bakkala uzattı. Bakkal şişeyi açtı. Adam rakıyı yandaki musluğa boşalttı çalkaladı. Tekrar çalkaladı, kokladı. “Bunun içine zeytinyağı doldur” dedi, adam.
Bakkal biraz şaşkın bir adama bir de bana baktı ve doldurdu şişeyi.
“Hadi kızım” dedi adam; “Doğru eve. Ama dikkatli yürü”.
Çocuk adamın yüzüne sevgiyle ve minnetle baktı.
Dayak yemesi ihtimali vardı, kurtulmuştu.
Bense, sarsılmıştım. Adamın yaptığını ben düşünmemiştim…
Oysa ben zaman zaman, merhametten, yardımdan, iyilikten bahseden konuşmalar yapardım. Böyle konuşmaları dinlediğim de çok olmuştur.
Yapmadım, yapamadım düşünememiştim bile…
İşte bak, dedim kendi kendime; yardımdan iyilikten bahsetmek iyidir de, daha iyisi bu. “İnsan insanın aynasıdır” demişler. Bak bakalım aynaya…
Adama gıpta etmek mi? Üzülmek mi? Utanmak mı? Yoksa hepsi birden mi?
Hatırladıkça içim burkulur.
“Yunus Emre der Hoca
İstersen var bin Hacca
Hepsinden eyice
Bir gönüle girmektir.”
FERRUH BOZBEYLİ’nin biyografisi
1927 yılında Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi’nde dünyaya geldi. Babasının memuriyeti sebebiyle ilk ve orta öğrenimini İslahiye, İskenderun ve Antakya’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1957’de mezun oldu.
1961 yılına kadar İstanbul’da avukatlık yaptı. 27 Mayıs askerî darbesinde Yassıada mahkûmlarının avukatlarından biri olarak vazife aldı. 1961 Genel Seçimleri’nde ise Adalet Partisi (AP)’den İstanbul milletvekili seçildi.
196l-1962 yıllarında Adalet Partisi Meclis Grubu Başkan Vekili, 1962-1965 yıllarında üç dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkan Vekili, 1965-1970 arasında yine üç dönem TBMM Başkanı olarak hizmet verdi.
AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile anlaşmazlığa düştüğünden, 19 Ekim 1970’de TBMM Başkanlığı görevinden istife etti. 13 Kasım 1970’de de, milletvekili olan 41 arkadaşı ile birlikte AP’den istifa etti. Arkadaşlarıyla birlikte Demokratik Parti’yi kurdu.
1970-1978 yılları arasında sekiz yıl Demokratik Parti Genel Başkanlığı’nda bulundu. 1973 seçimlerinde Demokratik Parti İstanbul milletvekili seçildi. Kuruluşundan itibaren partiye genel başkanlık yapan Ferruh Bozbeyli, partisinin yalnızca bir milletvekili seçilmesi sebebiyle, seçim başarısızlığını üstlenerek genel başkanlıktan ve partiden 16 Mayıs 1978’de istifa ederek siyasî hayattan çekildi.
Yayınlanmış Kitapları:
Demokratik Sağ: Dergâh Yayınları, İstanbul, 1976. Birinci Cemre-Siyasî Hikâyeler: Selçuklu Yayınları, İstanbul-1977. Alaca Siyaset-Siyasî Hikâyeler: Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul-2000.
Ayrıca İhsan Dağı ve Fatih Uğur’un Ferruh Bozbeyli ile yaptığı nehir röportaj, kitap hâlinde yayınlanmıştır. Yalnız Demokrat / Ferruh Bozbeyli Kitabı: Timaş Yayınları, İstanbul-2009.
Ferruh Bozbeyli; evli iki erkek evlat babasıdır.
Yorumlar