İnsanız nihayetinde, zaaflarımız da var hassasiyetlerimiz de, bazı şeyler vardır ki, önemsemez kulak ardı ederiz, bazı şeyleri de gereği olmasa da çok abartır, önemser ve öncelikli hale getiririz. Ne demiş, nasıl düşünmüşsek yetişme tarzımızla, karakter yapımızla, kişilik oluşumumuzla, doğru ve yanlışları ayırt edebilme kabiliyetimizle ve öncelik tayinimizle alakalıdır. Yineleyeyim, insanoğlu doğru ya da yanlış “kulak ardı” (kulak ardı; kulak ardı etmek (bir öğüdü, bir sözü vb.) göz önüne almamak, kulak asmamak, umursamamak, dinlememek, önemsememek.) etme zaafına sahiptir. Kişi, birey olma, fert olma yolculuğunda, hayat yolunda doğru ve isabetli bilgi, beceri, deneyim ve kıstaslardan, yaşayıp, yaşanmışlardan doğru çıktılar alıp kişiliğine adapte ederse gidiş yolu doğru şekle gelmiş olur.
Temamız, vurgu yapmaya çalıştığım mevzuu ise aynı zaaf ülke yönetimi, topluluk yönetimi için olmamalı, küçücükte olsa bir kulak ardı yaklaşımı yüzlerce adaletsiz, etik olmayan tavır ve davranışları peşinden sürükler.
. .
Yaşlı adam, yetişkin oğlunun yanına varır.
“Evlat bir tavuğumuz çalınmış. Git o hırsızı bul ve cezasını ver!..” der.
Oğlan baştan savma başını sallayarak. “Tamam baba. Hallederim.” diye cevap verir.
İçinden:
“Ulan yüzlerce tavuğumuz var. Bir tanesi çalınmış. İşim gücüm yok, tavuk hırsızı peşinde mi koşacağım.” diye hayıflanır.
Birkaç gün sonra endişe ile babasının yanına varır.
”Baba, baba!.. Keçimiz ortalarda yok. Çalmışlar..!” der.
Yaşlı Yahudi,
“Tavuğu çalanı buldun mu oğlum? Cezasını verdin mi?” diye sorar.
Oğlan ellerini iki yana açıp, "Ya sabır" der. Odadan çıkar.
Ulan koca keçi gitti !.. İhtiyarın derdine bak!.. Bir kart tavuğun hesabını soruyor, der. Kendi kendine.
Kısa bir süre sonra çiftliğin en verimli ineği de ortadan kaybolur.
“İnek gitti baba!..” diye feryat eder çocuk.
Baba, sakince sorar:
“Tavuğu çalanı buldun mu? Cezasını verdin mi?”
Nihayet, çiftlikte ne var, ne yok hepsi çalınır. Buğday ambarı bomboş, ağıllar tenha kalır.
Her seferinde dehşet ve telaş ile durumu babasına haber veren delikanlı hep aynı soru ile karşılaşır.
“Kart tavuğu çalanı buldun mu? Cezasını verdin mi?”
Günün birinde, delikanlı kan ter içinde babasının yattığı döşeğin başına gelir.
Yaşlı ihtiyar çok ağır hastadır arık. Dünya üzerindeki vakti sayılıdır.
“Baba” der, Delikanlı.
“Kız kardeşim ortada yok!..” “Kaçırmışlar!..”
Ölüm döşeğindeki ihtiyar anlaşılır, anlaşılmaz bir hırıltı ile sorar;
“Tavuk hırsızını yakaladın mı? Cezasını verdin mi?”
Tavuk çalınalı aradan yıllar geçmiştir.
Geçen zaman içerisinde bu çiftçi aile ellerinde ne var ne yok kaybetmiştir.
En sonunda canları ve namusları da ellerinden alınmıştır.
Yaşlı ihtiyar, son nefesini vermeden önce son kez fısıldar.
“Oğlum. Eğer sen kart tavuğu çalanı zamanında bulup, cezalandırsaydın. Başımıza bunlar gelmezdi.
Vurdumduymazlığını, zaaf zannettiler.
Kibrini, güçsüzlük zannettiler.
Yufka yüreğini, çaresizlik zannettiler.
Çiftliğini talan ettiler.
En sonunda arını, namusunu da elinden aldılar.
Git, önce o tavuğu çalanı bul ve cezalandır.” der.
Son nefesini verir.
..
Kurgu ya da yaşanmış öykü her birimiz için, hepimiz için önemli ve değerli bir kıstastır. İnsan nihayetinde optimum 73-75 yıllık bir ömür yaşamakta ve nesilden nesile aktarımlarda yeterince başarılı değildir. Devlet yapımız ise yedibin yıllık yazılı tarihi olan, milyonlarca yaşanmışlık, kıstas barındıran bir yapılanma, vurdumduymazlığın bu yapılanma içinde yer alması, bizden saçmalığına düşülüp parti, şehir, akraba vb gibi yakıştırmalarla kulak ardı yapılması çöküşün, yok oluşun önemli habercilerindendir.