Vahdet sırrı / bir oluş gerçeği / Allah’ın birliği hakikati’nin; şuur ve bilinç sahibi olduğu için, özellikle insana bakan bir yönü var. Zira bir elden çıkmayan şeyde mükemmellik ve tamlık yoktur. İki el karışan şeyde; ne hayır vardır ne de güzellik. Hatta ne de hayat vardır. Çünkü bir şeye birden fazla karışanlar ancak karıştırırlar. Tıpkı bir köyde iki muhtar olamayacağı; bir dairede iki müdür bulunamayacağı gibi. Tıpkı bir bedende iki ruh; tasarruf sahibi olamayacakları, işlevlerini yerine getiremeyecekleri gibi. Evet, Vahdet Sırrı / Gizi ile, insan, bütün mahlukat / tüm yaratılmışlar içinde büyük bir kemal yani mükemmellik ve tamlık gösterir. İnsan; kainat ve evrenin en kıymettar / en değerli meyvası ve sonucudur. Mahlukların en nazenini / en nazlısıdır. En mükemmelidir. Hayat ve can sahiplerinin en bahtiyar, en mes’ut ve en mutlusudur. Alemi halkeden yaratıcı Zat’ın yegane / tek muhatabı / kendisiyle konuşmaya layık gördüğü tek varlık incisidir. Evet, ancak insan; Allah’ın - ihtiyaç duymadığı ve fakat mukaddes / kutsal bir lezzet diyebileceğimiz şekilde ifade edebileceğimiz bir husus gereği - dost edindiği, dostu bildiği tek varlıktır. “Halilullah” / “Allah’ın dostu” diye nitelenen Hz. İbrahim’in ve “Habibullah” / “Allah’ın sevgilisi” diye vasfedilen Hz. Muhammed’in şahıslarında dile getirilen Halil / Dost, Habib / Sevgili sıfatlarından hareketle; her insan bu vasıfların bir derece muhatabı ve sahibi olmaya namzet ve adaydır. Çünkü bütün insana ait mükemmelliklerin insanda toplanması; Tevhit ile mümkündür. Bütün bu tamlık ve noksan olmayışlar yine Tevhit’e dayanır. Yani ancak Allah’ın bir olup; şerik ve ortağı olmayışıyla imkan dahiline girer. Gerçekleşir ve gerçek olarak karşımıza çıkar. Evet, bütün bu insandaki güzellikler; Vahdet Sırrıyladır ki vücut bulabilmiş, ortaya çıkabilmiştir. Yoksa, eğer, Vahdet / Allah’ın bir ve tek oluşu olmazsa; yani bir Allah olmazsa; birden çok ilahlar olsa; yaratışa karışanlar ve karıştıranlar olursa; insan; mahlukatın / yaratılmışların en bedbahtı / bahtı en kötü olanı / bahtı en kara olanı olurdu. Mevcudatın / varlıkların en süflisi / en aşağısı olurdu. Hayvanatın / hayvanların ve canlıların en biçaresi / en zavallısı olurdu. Şuur / bilinç sahiplerinin en hüzünlüsü / en üzüntülüsü ve en azaplısı, en gamlısı olurdu. Olurdu diyoruz. Çünkü insan; nihayetsiz bir acizlik içindedir. Bir an havasız kalsa ölür. Çünkü insanın nihayetsiz düşmanları var. Hadsiz / sayısız bir fakrı ve hadsiz ihtiyaç ve gereksinimleri bulunmaktadır. Bununla beraber, insanın mahiyet ve içyüzü öyle çok ve çeşitli alet, his ve duygularla teçhiz edilmiş / donatılmıştır. Ki, yüz bin çeşit elem ve acıları hisseder. Bir Allah’ı kabul edip ona kul olmayan; bin bir Rabcıkları, Rab edinmek zorunda kalır. Her birinin ağırlığını ve sorumluluğunu taşır omuzunda. Adeta tonlarca yük altında eziliyor hisseder kendini. Oysa insan; yüz binler tarzlarda lezzetleri zevk etmek ister. İnsanın öyle maksat ve arzuları vardır ki, bütün kainata birden hükmü geçmeyen bir Zat; o arzu ve istekleri asla yerine getiremez. Mesela, insanda gayet / son derece bir beka / daimilik / sonsuz yaşama arzusu vardır. İnsanın bu maksadını öyle bir Zat verebilir ki, bütün kainatı bir saray hükmünde tasarrufunda bulundurur ve idare eder. Bir odanın kapısını kapayıp, diğer bir menzilin / evin kapısını açmak gibi kolay bir surette, dünya kapısını kapayıp ahiret / öteki alem kapısını açar. İnsanoğlunun, bu beka / daimilik ve sürekli kalış arzusu gibi, ebede / sonsuzluk tarafına uzanmış ve alemin aktarına / her tarafına yayılmış, binler müspet – menfi / olumlu – olumsuz arzuları vardır ki; onları vermekle insanoğlunun iki dehşetli yaraları olan aczini ve fakrını tedavi eden / iyileştiren Zat ise, ancak Vahdet / bir oluş sırrı ile bütün kainatı kabzasında / elinde tutan ve Ehad olan Zat yani bir olan Allah olabilir. Zira insanın ebed arzusunu ancak tüm kainatı kudretiyle elinde tutan Zat sağlayıp, gerçekleştirebilir. Çünkü insanın içinde bulunduğu evren de, bu ebed ülkesinin mefruşatında - zamanı gelince - yer alacaktır. Bunu da bir ve yekta olan Allah yapacaktır. *** Hem insanın kalbinin selamet ve kurtuluşuna ve istirahat ve rahata ermesine ait, öyle incecik, gizli ve cüz’i / küçücük matlap, talep ve istekleri vardır. Ruhunun beka ve saadetine medar / sebep olacak, öyle büyük ve muhit / kuşatıcı, içine alıcı külli / kapsamlı maksatları vardır. Ve onları öyle bir Zat verebilir ki, kalbin en ince ve görünmez perdelerini görür, ona lakayt, bigane ve kayıtsız kalmaz. Aldırış etmezlik yapmaz. Hem kulların en gizli ve işitilmez gayet mahfi / gizli seslerini işitir. Asla cevapsız bırakmaz. Hem, semavat / semalar / gökler ve arzı / yeri; iki muti / itaatkar nefer gibi emrine musahhar / kendine ram ederek / kendine bağlayarak ve külli / kapsamlı hizmetlerde çalıştıracak derecede muktedir ve güçlüdür. Hem, insanın bütün cihaz, donanım ve hisleri, Vahdet / Allah’ın bir oluş sırrıyla; ancak Allah’ın bir oluş gerçeğiyle, gayet yüksek bir kıymet alırlar. Bunun tam tersi olan şirk / Allah’a ortak koşuş ve Allah’ın bir oluşunu kabullenmeyiş; yani küfür ve inançsızlık ile, son derecede sukut eder. Yani işlevsiz kalır. Adeta kötürüm olurlar. Hiçbir kıymeti harbiyeleri de kalmaz. Nasıl mı? İşte misal ve örneği: Mesela, insanın en kıymetli cihaz ve organı akıldır. Eğer akıl; Tevhit Sırrı / Allah’ın bir oluş gerçeği çerçevesinde ele alınsa; o akıl, hem İlahi kudsi / kutsal defineleri / İlahi isimlerin görünür hal almasından başka bir şey olmayan tüm varlık aleminin hikmetlerini açan pırlanta bir anahtar olur. Evet, insanın en değerli uzuv ve organı olan akıl; Tevhit açısından bakıldığı takdirde, o akıl; aynı zamanda kainat ve evrenin binler manevi hazinelerini açan elmas – misal bir anahtar hükmüne geçer. Allah’ın varlığı ve birliği yok sayılan bir ortamda, kendisini bulan akıl ise; bu durumda, geçmiş zamanın elim ve acıklı, gam ve hüzünlerini ve gelecek zamanın vahşi / ürkütücü korkularını, insanın başına toplattıran meş’um / uğursuz ve taciz sebebi / sıkıntı verici bir bela aleti olur. Çünkü insan; geçmişi düşünmeden, geleceği hesaba katmadan yapamaz. Geçmişi hiçlik ve boşluk olarak görürse, geçmişte kaybolanların üzüntüsü ile kahrolur. Hayattan lezzet almaz olur. Geleceği ise yine aynı akıbete duçar, bir girdap kuyusu olarak görür. Gelecek daha gelmeden, manen perişan olup kendini yiyip bitirir. Hem mesela insanın en latif ve şirin bir seciyesi / huy ve ahlakı olan şefkat ve karşılıksız sevgi; eğer Tevhit Sırrı / Tevhit Gizi onun yardımına yetişmezse, öyle müthiş / dehşetli bir hırkat / yanış, bir firkat / ayrılış, bir rikkat / acıma ve bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir. Güzel bir yavrusunu ebediyen kaybettiğini sanan; gafil ve cahil bir valide / ana, bu hırkati / bu yanıp yakılmayı tam hissedip duyar. Hem mesela, insanın en lezzetli ve tatlı ve kıymetli hiss ve duygusu olan muhabbet / sevgi, eğer Tevhit Sırrı / Allah’ı var ve bir biliş bilinci yardım etse, bu küçücük insanı kainat kadar büyüttürür ve ona genişlik verir ve mahlukata nazenin / nazlı bir sultan yapar. Eğer şirk içine düşüp, Allah’a ortak koşsa ve küfre düşse - Allah korusun – öyle bir musibet olur ki, daima zeval / yokluk ve fenada / hiçlikte mahvolan hadsiz / sayısız mahbup ve sevdiklerinin ebedi fırak ve ayrılıkları ile biçare / zavallı insan kalbini, her dakika parça parça eder. Fakat, gaflet / vurdum duymazlık veren lehviyatlar / haram eğlence ve oyunlar; geçici olarak hissi iptal ederek / hissi geçersiz kılarak, zahiren hissettirmez. İşte bu üç misal ve örneğe; cihazları / organları ve beşeri / insana has hisleri kıyas etsek; Vahdet / Allah’ın bir oluşu ve Tevhit / Allah’ı birlemenin; ne derece insanın mükemmelliğine / olgunlaşıp yükselmesine sebep olduğunu anlarız.