YALNIZ, AMA KARARLIYIZ!

Rusya’nın Suriye’deki savaşa doğrudan katıldığı ilk günden itibaren Türkmen yerleşim birimlerini hedef almasıyla Türkiye açısından zorlu bir süreç başlamış oldu. Diğer taraftan ABD İle Rusya’nın PYD/YPG konusunda ortak tutum sergilemeleri, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artıran gelişmeler oldu. Son günlerde, bu gelişmeler paralelinde PYD/YPG üslerini hedef alan, fakat aynı zamanda ABD ve Rusya’ya da mesajlar içeren çok ciddi askeri operasyonlar gerçekleştirmekteyiz.

Türkiye’nin, “savaşa mı gidiyoruz?” tedirginliği yaratan bu operasyonları göze alması, çok kararlı bir duruştur. Bu kararlı duruş, Suriye ile tarihi ve kültürel bağlantıları olan Türkiye’nin, kendisini Ortadoğu denklemi dışına itme çabalarına ve güvenliğini tehdit eden komplolara karşı gösterdiği tepki olarak değerlendirilmelidir.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Rusya, Kilis-Halep bağlantısını kesmeğe çalışan YPG güçlerini Fırtına Obüslerle bombalayan Türkiye’yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) şikayet etti. Rusya’nın Esad güçleriyle birlikte Türkmenlere yaptığı katliamı görmezden gelen BMGK de, Türkiye’ye “YPG’yi vurma!” çağrısı yaptı!

Türkiye Cumhuriyeti, BMGK’nin “YPG’yi vurma çağrısıyla, Ortadoğu denkleminden dışlanmaya, yalnızlığa mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye, Osmanlı’nın varisi olarak, Kırım Savaşı’nın devamını yaşamaktadır. Türkiye, gelecek ve güvenlik stratejisini bu tarihi gerçekler çerçevesinde belirlemek durumundadır.

Eski komşusu Rusya ve “stratejik ortağı” ABD ile çıkar çatışması yaşamakta olan Türkiye, bu olumsuz gelişmelere rağmen, varlığını ve toprak bütünlüğünü koruma konusunda kararlıdır!

M. KEMAL SALLI

Türkiye günlerdir Kilis ile Halep arasında nefes borusunu kesmeye çalışan PYD’nin vurucu gücü YPG’yi hedef alan yoğun topçu ateşiyle tarihi bir kararlılık duruşu sergilemekte.

Karşısındaki düşman kuvvetler tablosuna bakıldığında, Türkiye’nin çok ilginç, çok karmaşık bir süreçten geçtiği kolayca görülebiliyor.

Türkiye, ABD ve Rusya’nın küresel aktör sıfatlarını Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik kazanımları üzerinden sürdürme kararlılıkları nedeniyle, çok ciddi bir kuşatılmışlık ve çok ciddi bir yalnızlık yaşamakta.

ABD, Kuzey Irak Kürt Yönetimine kazandırmayı planladığı Musul ve Kerkük petrollerini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e akıtacak “Kürt Koridoru”nu, Türkiye’nin terör örgütü saydığı PYD/YPG yardımıyla biran önce hayata geçirme telaşında. Bunun için de, müttefiki Türkiye’nin karşı çıkmasını dikkate almayarak, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kantonlarının birleştirilmesine askeri, diplomatik ve maddi destek sağlıyor. Türkiye, sınırından Halep’e, Bayır-Bucak’a uzanan kültürel coğrafyasıyla bağlantısını kesecek, kendini güneyden kuşatacak, içerde terör olaylarını cesaretlendirebilecek bu oluşuma şiddetle karşı çıkıyor, ama ABD “İlk hedef Akdeniz!” diyor. Bu çıkar çatışması nedeniyle, Türkiye- ABD ilişkileri, “müttefik” ya da “stratejik ortak” ilişkilerinin dışına savrulmuş durumda. Ortadoğu’da kıyasıya bir bir paylaşım savaşına tutuşmuş olan ABD ile Rusya’nın PYD/YPG sevdası, Türkiye açısından kaygı verici bir tablo oluşturuyor.

RUSYA SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ NEDEN SAVUNUYOR?

Rusya da, Suriye’deki kazanımlarına ve “enerji tedarikçisi” sıfatına büyük darbe vuracak olan “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e uzanmasına karşı çıkıyor. Bu nedenle de, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunarak, Esad’ı yönetimin başında tutmaya çalışıyor. Esad’ın masaya eli daha güçlü olarak oturmasını sağlamak için muhalif güçleri, özellikle de Halep’te ve Bayır-Bucak’ta yoğun olarak yaşamakta olan Türkmenleri vuruyor.

Çarlık Rusyası’nın Tartus üssüne tutunmuş olan Putin Rusyası, kazanımlarını elde tutabilmek için, “Esad’sız bir Suriye” isteyen Türkiye’nin Suriye’deki tarihi ve kültürel uzantılarıyla olan bağlarını koparabilmek amacıyla, Suriye krizine hava saldırılarıyla bizzat katıldığı 29 Eylül’den bu yana bölgeye bomba yağdırıyor. Türkiye’nin, Suriye’deki tarihi ve kültürel bağları nedeniyle, krizinin başladığı 2011’den bu yana yakın ilişkiler kurduğu Halep ve Bayır-Bucak Türkmenleriyle olan bağlantılarını keserek, Suriye Türkmenlerini Türkiye’ye göç etmeye zorluyor.

Hem ABD’nin hem de Rusya’nın desteklediği PYD’nin vurucu gücü YPG, Suriye’nin kuzeyindeki kantonları birleştirmek ve Tükiye ile Suriye Türkmenleri arasındaki Kilis-Halep bağlantısını kesmek amacıyla yaptığı saldırılara Türkiye, Fırtına Obüs atışlarıyla karşılık veriyor.

BMGK’NİN ŞOK ÇAĞRISI: “YPG’Yİ VURMA!

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Rusya, Kilis-Halep bağlantısını kesmeğe çalışan YPG güçlerini Fırtına Obüslerle bombalayan Türkiye’yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) şikayet etti. Rusya’nın Esad güçleriyle birlikte Türkmenlere yaptığı katliamı görmezden gelen BMGK de, Türkiye’ye “YPG’yi vurma!” çağrısı yaptı!

Türkiye Cumhuriyeti, BMGK’nin “YPG’yi vurma çağrısıyla, Ortadoğu denkleminden dışlanmaya, yalnızlığa mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye, Osmanlı’nın varisi olarak, Kırım Savaşı’nın devamını yaşamaktadır. Türkiye, gelecek ve güvenlik stratejisini bu tarihi gerçekler çerçevesinde belirlemek durumundadır.

29 Eylül’den bu yana Suriye’de yaşananları kısaca özetleyerek, BMGK’nin “YPG’yi vurma!” çağrısının ne kadar “gerçekçi” olduğunu görelim..

Rusya, vekalet savaşlarına son vererek Suriye’de doğrudan savaşa katıldığı 29 Eylül’den bu yana, “IŞİD’ı bombalıyorum” kamuflajı altında, sürekli Halep ve Bayır-Bucak Türkmenlerini hedef aldı. Uçak krizi sonrasında Türkiye’nin Suriye Türkmenleriyle olan bağlantısını koparabilmek için hava saldırılarını giderek yoğunlaştırıyor. Bu arada, ülkenin kuzeyinde ABD eliyle oluşturulan Kürt ikliminin, Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar vermeyecek bir yapılanma şeklinde hayata geçirilmesi için, PYD ile yakın temaslar kuruyor, Moskova’da büro açmalarını sağlıyor. Güneydoğu’muzda kalkışma provası yapan PKK’ya destek veriyor.

Rusya’nın Suriye’deki savaşa doğrudan katıldığı ilk günden itibaren Türkmen yerleşim birimlerini hedef almasıyla Türkiye açısından zorlu bir süreç başlamış oldu. Diğer taraftan ABD İle Rusya’nın PYD/YPG konusunda ortak tutum sergilemeleri, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artıran gelişmeler oldu. Son günlerde, bu gelişmeler paralelinde PYD/YPG üslerini hedef alan, fakat aynı zamanda ABD ve Rusya’ya da mesajlar içeren çok ciddi askeri operasyonlar gerçekleştirmekteyiz.

Cumartesi günü ve Azez’in Maranaz ve Mınığ köylerindeki hava üsleri, Sirucuz, Keştear ve Malikiye’deki silah depoları Fırtına obüsleriyle vuruldu.

Pazar günü Fırtına obüslerimizin hedefi Tel Rıfat’tı. Mare Dağı’nı ele geçirerek “muhalif güçlere” darbe vurabilmek açısından Tel Rıfat bölgesinin stratejik önemi çok büyük. YPG Pazar günü Tel Rıfat’a da saldırdı, ama Fırtına öbüslerin ateşiyle karşılaştı.

YPG ve Rusya destekli Esad güçleri Azez’e birlikte yürüdüler ve Türkiye’ye doğru yeni ve güçlü bir göç akını oluşturmak istediler. Azez-Kilis hattında 10 mülteci kampı var. Azez’e balistik füzelerle saldırılar düzenlendi. Orada IŞİD/DEAŞ olmadığına göre, hedef Türkmenler.. Tel Abyad’da yapılan Azez’de tekrarlanmak isteniyor. Hatırlanacağı gibi, YPG Tel Abyad’ı ele geçirdiğinde, 25 bin kişi Türkiye’ye sığınmıştı.

PYD/YPG gerçekleştiği operasyonlarla Afrin kantonunu doğuya doğru genişletirken, kantonları birbirine yaklaştırırken, Rusya da düzenlediği hava saldırılarıyla Esad’a “sorunlardan” arındırılmış bir Suriye coğrafyası oluşturmaya çalışıyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan “Rusya’nın Azez ve İdlip saldırıları bir savaş suçudur” açıklaması Batı dünyasında beklenen yankıyı yaratamamıştır.

Bölgede bir Şii iklimi oluşturma çabasında olan İran da, Suriye krizinin başından beri Rusya ve Lübnan Hizbullah’ı ile birlikte Esad’ı desteklemeye devam ediyor. Afganistan’daki iç savaştan kaçmak zorunda kalan Türkleri, geri göndermekle tehdit ederek Suriye’ye “muhaliflerle”, yani kan kardeşleriyle savaşmaya götürüyor.

Rusya’nın ve İran’ın verdiği destekle Esad muhaliflerinin gücü giderek tükenmektedir. Bundan sonraki süreçte kozlar IŞİD/DEAŞ ile PYD/YPG üzerinden paylaşılacaktır. IŞİD/DEAŞ İle PYD/YPG’nin sahaya sürülmeleriyle bütün bölge ülkelerinin kaosa sürüklenme, siyasi ve ekonomik krizler yaşama olasılığı artacaktır. Bu çalkantılı ortamda Türkiye-Suriye sınırı giderek Afganistan- Pakistan sınırına dönüşürken, Türkiye’yi Ortadoğu denkleminin dışına itebilmek amacıyla, güneydoğuda yaşanan terör olaylarının tırmandırılma olasılığı da artacaktır.

Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye, ABD ile Rusya’nın PYD merkezli olarak oluştukları ortak cepheye karşı gerçekleştirdiği stratejik anlamı önemli olan Fırtına Obüs saldırılarını kararlılıkla sürdürmektedir.

Türkiye’nin, “savaşa mı gidiyoruz?” tedirginliği yaratan bu operasyonları göze alması, çok kararlı bir duruştur. Bu kararlı duruş, Suriye ile tarihi ve kültürel bağlantıları olan Türkiye’nin, kendisini Ortadoğu denklemi dışına itme çabalarına ve güvenliğini tehdit eden komplolara karşı gösterdiği tepki olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan bakıldığında, BMGK’nin “YPG’yi vurma!” çağrısının ne kadar haksız olduğu kolayca görülmektedir.

SURİYE KRİZİ NE ZAMAN, NASIL NOKTALANABİLİR?

Gelinen noktada Suriye krizinin kısa sürede çözülemeyeceği anlaşılmıştır. Suriye’de kıyasıya bir paylaşım savaşı yaşamakta olan küresel aktörler arasında pazarlıklar sürmektedir, sürecektir. ABD’nin Suriye’deki başarısızlığını Obama’ya yüklemeye çalışan Cumhuriyetçiler, “Sen çıktın Rusya girdi” şeklinde eleştiriyorlar. Obama’yı savunan Dışişleri Bakanı Kerry de, “Ne yapalım yani, Rusya ile savaşa mı girseydik?” diyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Hammund da, dolaylı yoldan Obama’yı eleştirenler kervanından sesleniyor: “Bugün yeryüzünde, Suriye krizini bir telefonla çözebilecek tek kişi Putin’dir.”

Putin’e yapılan iltifatları, Suriye’de inisiyatifi Rusya’ya kaptıran Nobel Barış Ödülü sahibi Obama’ya yönelik eleştirilerin yansıması olarak değerlendirmek de mümkündür. Rusya açısından bakıldığında ortada bir başarı vardır, ama bu başarı, çok ciddi ekonomik ve siyasi riskler yüklenmek pahasında Suriye’deki kazanımlarını koruma kararlılığı sergileyen Putin’in başarısı değil, Ortadoğu petrollerini yağmalayabilmek adına, İslamiyet’i saygınlaştırmak adına, bölgede insanlık tarihinin en acımasız katliamlarının yaşanmasına neden olan ABD’nin başarısızlığıdır. ABD, 1990’da dağılan Sovyetler Birliği’nin yeniden toparlanması için gerekli ortamı hazırlamış, Ortadoğu’nun kaderinin belirlenmesinde ABD’yi, Rusya ile masaya oturmak zorunda bırakmıştır.

Görünen o ki, ABD’nin yeni başkanı seçilene kadar Suriye konusunda ciddi bir gelişme olmayacaktır. Suriye ile ilgili gelişmelerde kullandıkları dile bakılırsa, ABD ile Rusya arasında, Ortadoğu’nun paylaşımı konusunda yeni bir Yalta Konferansı (1945) sürecinin yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bundan böyle Suriye sahnesinde YPG/PYD-IŞİD/DEAŞ ve Esad’ın askerlerini göreceğiz, ama perde arkasındaki aktörler ABD ile Rusya olacaktır.

BMGK’nin “YPG’yi vurma!” çağrısında da görüldüğü gibi, Türkiye, Ortadoğu’daki mirası paylaşılan Osmanlı’nın varisi olarak yalnızlığa itilmektedir. Eski komşusu Rusya ve “stratejik ortağı” ABD ile çıkar çatışması yaşamakta olan Türkiye, bu olumsuz gelişmelere rağmen, varlığını ve toprak bütünlüğünü koruma konusunda kararlıdır!