Türkiye'nin etnik yapısı, Hitit Güneşi ve Türklük
Oğuz ÇETİNOĞLU
Fikir Adamı İBRAHİM METİN İle Ufuk Turu TÜRKİYE’NİN ETNİK YAPISI, HİTİT GÜNEŞİ VE TÜRKLÜK…
Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’mizde yaşayan insanların 36 etnik guruptan meydana geldiği iddia ediliyor. Ne dersiniz?
İbrahim Metin: Evet! Bu tür iddialar sık sık ortaya atılıyor. Ayrıca; Türk’ün de bu etnik gruplardan sadece birisi olduğu; üst yöneticiler tarafından da defalarca tekrarlanmıştır.
Gerçek şudur: Türkiye’de; Abazalar, Arnavutlar, Boşnaklar, Çeçenler, Çerkezler, Gürcüler, Kürtler, Lazlar, Pomaklar… gibi farklı etnik gruplara mensup insanlar bulunabilir. Bunların hepsi, Türk kültürü potasında eriyip tek bir millet hâline gelmişlerdir. Meydana gelen yeni oluşum, bardağın içerisindeki demlikten boşaltılan çay ve diğer kaptan boşaltılan sıcak su gibi birbirine karışmış, yeni bir bütünlük meydana gelmiştir. Çay bardağına demlikten konulan dem ile çaydanlıktan konulan sıcak suyu; fizik ve kimya kurallarıyla ayırmak nasıl mümkün değilse, millet kavramı içerisinde, tarihin derinliklerinde farklı etnik gruplara mensup unsurları da ayırmak artık mümkün değildir. Çok güzel bir halı veya kilim de çeşitli renklerden, değişik şekil ve motiflerden meydana getirilmiştir. Onların farklılıkları halı veya kilimin güzelliğine, bütünlüğüne halel getirmez.
Bunlar bilinen ve sık sık tekrarlanan gerçeklerdir. Böyle olmasına rağmen, Türkiye’deki etnik grupların sayısını artırmak gibi peşin hükümlerle, kötü niyetlerle ve haince planlarla hareket edenler; Afşarlar, Aleviler, Bektaşîler, Çepniler, Karaimler, Sarıkeçililer, Tahtacılar, Tatarlar, Türk Ortodokslar ve Yörükler… gibi tarih sahnesine çıktıkları günden beri Türk oğlu Türk olarak bilinen grupları da aynı etnik gruplar olarak göstermek gibi deli saçmalarına imza atmışlardır.
Şeytana, yerdeki taşları hatırlatmak gibi olacak ama söylemeden geçemeyeceğim: Bunlar, yakın bir zamanda; Edirne’de doğup büyüyenlerle Kars’ta doğup büyüyenleri, Şafilerle Sünnileri, Sünnilerle Alevileri, Rizelilerle Trabzonluları, Samsunlularla Sivaslıları, hatta Burdurlularla Bursalıları bile farklı etnik grup mensubu olarak gösterebilirler. Eh… bu güne kadarki iddialarına bakılırsa, sonrakiler de doğrusu zekâ seviyelerine pek yakışır. Kargalar da bu buluşlara katıla katıla gülerler, şenlik olur.
İşin çok acı tarafı da yok değil. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozi, Selanik’ten Avusturya’ya göçmüş Yahudi bir ailenin çocuğu iken, ‘Ben Fransalıyım.’ demiyor. ‘Fransız’ım.’ demektedir. Bizde ise, kendisini yönettiği milletten saymayan üst düzey siyasî yöneticiler var. Dünya üzerinde böyle bir yöneticinin benzerini bulmak mümkün değildir. Hani ‘dünyanın yedi harikası var.’ deyip sayarlar ya, bu sebeple bizimkilere; ‘Sekizinci Harika’ diyorum. Çünkü böylesinin eşi gerçekten yok. Cihan Devleti iken bile kendisini yönettiği milletten saymayan bir padişahımız yoktu. Hep birlikte dua edelim: Tanrı, bizi yönetenlere millî şuur nasip etsin!
Yalnız bu kadar değil çocukları da yanılıp kendilerini, bir arada yaşadıkları milletten saymasınlar diye -olsa gerek- eşinin de anasının şu, babasının da bu etnik guruptan geldiği, kamuoyu önünde ifade edilmiştir.
Çetinoğlu: Türk milletinin kültüründe ve genlerinde ırkçılık yoktur. Irk ve etnik köken meselesiyle ilgilenenler Türk olmasa gerek…
Metin: Evet! Türk, tarih boyunca, hiç kimsenin hangi soy ve soptan geldiğini araştırmamıştır. Selçuklu’da da Osmanlı’da da bu böyleydi; Cumhuriyet döneminde de aynen devam etmiştir.
Çetinoğlu: Soyları hakkında milleti bilgilendirmek ihtiyacını hissedenlerin maksadı ne ola ki?
Metin: Bu tarz ayırımlar bir bakıma cahiliye devri kalıntılarıdır. Irk nedir? Antropolojik manada ırk nedir? Etnolojik manada ırk nedir? Irkçılık nedir? Milliyetçilik nedir? Bu konularda bilgisi olmayanların hem başkalarını, bilmedikleri ırkçılıkla suçlaması hem de kendisini Türk milleti birliğinin dışına taşıması kolay oluyor.
Biz, hukukî vatandaşlık bağı ile milleti birbirine karıştırmayız. ‘Kendisini Türk sayan, başka bir soya mensubiyet şuuru taşımayan herkesi -dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın- hangi devletin vatandaşı olursa olsun, Türk sayarız.’
Çetinoğlu: İnsanların ırkını bilmek ne anlam ifâde eder?
Metin: Dünya üzerinde saf insan ırkı kalmamıştır. Reha Oğuz Türkkan, 35 sene önce yayınlanan bir yazısında; ‘Eskimolar ve Hotontolar hâriç’ diyordu. 35 yıl içerisinde onların ırkî özelliklerinde de mutlaka sapmalar olmuştur.
İnsanları ırklarına göre değil, kültürlerine ve karakterlerine göre değerlendirmek gerekir.
Çetinoğlu: Türkkan Hoca’yı anınca hatırladım. O’nun ‘Hitit Güneşi’ ile ilgili bir yazısı vardı.
Metin: Töre Dergisi’nin Mart 1977 dönemine ait 70. sayısında; ‘Anadolu Milleti Tezi’ başlıklı yazısında Hocamız: ‘Uzun bir süredir, kâh sessizce, kâh meydan okurcasına, maksatlı bir amaçla bir inanç oluşturulmak isteniyor. Türk milliyetçilerinin bunu iyice fark etmeleri ve yaygınlaşmasına meydan vermemeleri şarttır.’ Diyerek konuya girdikten sonra: Oluşturulmak istenen inancın ‘millî ihanet niteliğinde’ olduğunu belirtiyor.
Çetinoğlu: Neden ‘millî ihânet’ olduğunu da açıklıyordur…
Metin: Tabii! Yaygınlaştırılmağa çalışılan fikri; ‘Türkiyeli Türk'ün aslında Türklükle az bir ilişkisi olduğu’ şeklinde yorumluyor. ‘Bu iddiaya göre, bugünkü Türkiyeliler, Selçuk, yani Orta Asya Türklerinden çok; Hititlerin, Friklerin, Helenlerin torunlarıdır! Yani Anadolu Halkları’nın devamıdır. Sadece dilce ve biraz da kültürce Türkleşmişlerdir. Şu halde doğudaki Türklerle ilgilenmemiz manasızdır, yanlış yerde akraba aramaktır. Türkiyelinin Bozkurtla değil, Hitit Güneşi ile bağlantısı vardır.’ Deniliyor. Hocamız, kabul ettirilmeye çalışılan iddianın bu olduğunu belirtiyor.
Çetinoğlu: İddialardan bile rahatsızlık duymak… Ne derin bir hassasiyet…
Metin: İddianın mesafe kazanmış olmasından endişe duyuyor. ‘Bir nesil sonra, bu iddialar, iddia ve görüş olmaktan çıkıp, kanaat ve inanç haline dönüşebilir. Böylelikle de Türklükle akıl ve gönül bağımız kopar gider.’ diyor. Vardığı hüküm şu: ‘İddia henüz fikir düzeyindedir. İş işten geçmeden, savaşı bu düzeyde vermek gerekir. İnanç haline gelince, artık ters çevrilmesi çok zor olacaktır.’
Çetinoğlu: Sizce bu ikazlar dikkate alındı mı?
Metin: Ne gezer? Aksine; milleti ‘Türkiyelilik’le izah edenlere prim verildi, tercih edildi.
Çetinoğlu: Sebebini de söyler misiniz?
Metin: Herhalde ‘Müslüman olmanın, Türk olmaya engel olduğu’ zannediliyordur.
Çetinoğlu: Türk olmanın da Müslüman olmaya engel olduğunu iddia edenlere de rastlanıyor…
Metin: Gençliğimizin tuzak sorularından birisi idi: Önce Türk müsün? Önce Müslüman mısın? Veya üç kişi, sandalla giderken fırtınaya yakalandınız; iki kişiden birisi Türk ama Müslüman değil, diğeri Müslüman ama Türk değil; birini kurtarabilme imkânın var; hangisini kurtarırsın? Bu nevi tuzaklara düşmedik çok şükür. Biz tezimizi ‘Türklükle Müslümanlık atbaşı beraber gitmelidir.’ şeklinde sloganlaştırmıştık.
Türklük ve Müslümanlık konusunda hassasiyetler azalınca meydanı boş bulan devşirme zır-zoplar, daha çok ucube fikirler yumurtlayacaklardır.
Çetinoğlu: Tekrar Türkkan Hocamıza dönersek… Türkiye’de yaşayanlar için; ‘Biraz Türkleşmiş, Türkçe konuşan Hititler, Traklar, Frikler gruplardır.’ Diyenlere ne cevap veriyor?
Metin: Yaptığı araştırmalar sonucunda ulaştığı gerçekleri şöyle sıralıyor:
1- Ön-Hititleri (Proto-Hitit'leri) bilmem ama Hititlerin Türklerle ve Türklerin ecdadıyla ilgisi yoktur. Onlar düpedüz Hint-Avrupalı (hattâ İndo - Cerman) bir kavimdi. Traklar ve Frikler de Hint - Avrupalı idiler ve Ermenilerin kısmen ataları oldular. Asurlular ise karışık, Sami (Semitik) bir milletti. Elenler (veya Helenler) de Hint - Avrupalı idiler; Aka ve Tor olsun, sonraki İyonyenler olsun, Türklerle ilişiği olmayan kavimlerdi ve klâsik çağın Yunanlılarını doğuranlar da bunlardır.
2- Türkler, Batı Orta Asya'dan ve Orta Doğu'dan, on birinci yüzyılda Anadolu'ya girmeğe başladıkları sırada, ‘Bizans’ adı altında Rumca ve başka diller de konuşan Anadolu halkı, soyca Hitit - Trak -Frik ve Elenlerin karışığı bir kavimdi. Özellikle altıncı yüzyıldan beri Anadolu çok fakirleşmiş, hastalık salgınlarıyla kırılmış ve nüfusça çok azalmıştı. Tahminler, bir milyonun çok altındadır.
3-Selçukluların ve Osmanlıların Bizanslılarla yaptıkları savaşlarında Anadolu halkının büyük zayiata uğradığı bir gerçektir. Geri kalanların çoğu ise, Bizanslıların hâlâ ellerinde tuttukları şehirlere sığınmışlar; bugünkü dünkü ‘Rum’ halkını teşkil etmişlerdir. Bir kısmı ise (özellikle Ermeniler) oldukları yerde kalmışlar; dinlerini muhafaza etmişler ve Anadolu'nun ‘reaya’ halkı olmuşlardır.
Çetinoğlu: İslamiyet’i tebliğ etmeyi ilahî emir olarak kabul eden Osmanlılar, nasıl olmuş da Hıristiyanları Müslümanlaştırmamış?
Metin: Bugün Avrupa Birlikçilerin bize öğretmeye kalkıştıkları şeyleri biz asırlarca yaşamışız. İnsanı insan olarak görmüş; onların dillerine, inançlarına hiçbir müdahalede bulunmamışız. Yalnız vergi sistemi ile onların tercihini teşvik etmişiz, o kadar. Dörtyüz yıl Osmanlı idaresinde yaşayan Cezayirlilerin dili Arapça idi; kırk yıllık Fransız idaresinde dilleri Fransızca oldu. Hatta 2. Dünya savaşı sırasında kısa dönem İtalyan idaresinde kalan Ege adalarında yaşayanların dilini İtalyanca yaptılar.
Türkkan Hoca’nın belirttiğine göre esasen İslamiyet, zorla din değiştirtmeyi de yasaklıyordu. Gene de ufak bir kısım eski Anadolu halkının Müslümanlaşıp, Türklere karıştığı doğrudur.
Çetinoğlu: Kendi hür irâdeleriyle olsa gerek…
Metin: Aynen öyle. Hiç kimse Rumlara, Ermenilere Musevilere; ‘Türk müziğini benimseyin, şarkı besteleyin, türkü yakın.’ Demedi. Fakat onlar kendiliklerinden Türk musikisine çok güzel eserler kazandırdılar. Mevlevî âyinleri bile bestelediler.
Hâlide Edip Adıvar’ı düşünelim. Musevi kökenlidir. Fakat İstiklal Savaşı’mızda çok ateşli nutuklar irad etmiş, insanlarımızı, vatan müdafaasına dâvet etmiş, bizzat savaşa katılmıştır. Bunlar zorla olacak işler değildir. Müslümanlaştırma da zorla olmaz. Bu bir inanç meselesidir. Türkleştirme de öyle. Türk kültürünü benimseyen, Türk milletine hizmet edenleri de bu memleketin aslî unsurları olarak kabul etmişizdir.
Refik Hâlid Karay Musevidir. Karaim Türklerindendir. Türkçeyi O’nun kadar hatasız ve güzel kullanan çok az kişi vardır. Türkçesi muhteşemdir. Yeni nesil O’nu mutlaka okumalı.
Çetinoğlu: Sosyolog ve antropolog olmamasına rağmen, Biz Türk Ocaklı gençlerin Galip Erdem Ağabeyi, millet konusunda çok kafa yormuş bir mütefekkirimizdir. O’ndan feyz almış kişilerden biri olarak Galip Erdem Ağabeyimizin millet anlayışını da günümüzdeki çarpık düşüncelilere aktaralım mı?
Metin: Galip Ağabeyimiz, bütün tembelliğine rağmen 1969-1979 yılları arasında 10 Yıl süre ile 450 sayı haftalık olarak çıkarmış olduğumuz DEVLET GAZETESİ’nin en çok yazan, yazarı idi. Bu yazılarının çoğunluğunda millet ve milliyet konularını işlediği gibi, ‘Türk milliyetçilerine yapılan suçlamalar’ serisinin ikinci kitabı olarak ‘Irkçılık Suçlaması’ nı TÖRE-DEVLET Yayınlarından neşretmiştik. Ayrıca 2008’de bendeniz O’nun ‘TÜRK KİMDİR? TÜRKLÜK NEDİR’ adı ile bir kitabını yayımladım. Bu kitabı bizi yönetenler okumuş olsalardı, elma ile armudu toplama cehaletini göstermezler ve tarih önünde mahcup duruma düşmezlerdi.
Galip Erdem ‘Millet, mensubiyet şuuru esasına dayanır.’ Diyor ve ‘Kendisini Türk soyuna mensup hissetmeyi, milletimizin şartlarına uygun tarif’ olarak kabul ediyordu.
Çetinoğlu: Türkiye’yi paylaşmak isteyenlere ne dersiniz?
Metin: Garabet şuradadır ki, günümüzde tapunun Türk milletine ait olduğunun ispatı gibi bir durumla karşı karşıyayız. ‘3000 yer adını eskisi ile değiştirmek’ Güroymak’ı ‘Norşin’leştirmek, Güneysu’yu ‘Potamya’ yapmak isteyen zihniyet; yarın da Sakarya’yı, ‘Sangaryoş’; Konya’yı, ‘İkonium’ yapmak sevdasına kapılabilir.
Çetinoğlu: Avanos, Nevşehir, Ürgüp ve Göreme ile çevresine ‘Kapadokya’ denilmesine sessiz kalmanın sonucu olsa gerek. İstanbul’a ‘Konstantinopol’ denilmesinden rahatsız olmayanlarımız var…
Önemli konuları konuştuk. Sonuç bildirgesi gibi bir beyanınızla sohbetimizi sonlandırabilir miyiz?
Metin: Biz bu toprakları, adı sıkça sayılan hiçbir ‘etnik’ zümreden almadık. Günün birinde, ‘her millet aldığı toprakları eski sahibine geri verecek’ diye milletler arası bir anlaşma olur ise, ben bu toprakları Kürt’den, Ermeni’den, adı sayılan hiçbir ‘etnik’ten almadım. Tapu sahibi Doğu Roma İmparatoru idi. Ondan devraldım. O da tarihin mezarlıklarında gömülü… Seni de tarihin mezarlıklarına gömmek isteyenlere karşı uyan milletim!
İstersen söz uyanmaktan açılmışken kapanışı yine Galip Erdem’in ‘UYUYANLARA AĞIT’ başlıklı yazısı ile yapalım:
Derin bir uyku içindesiniz. Rahatsınız, huzurlusunuz, memnunsunuz! Olup bitenleri görememenin, uyandırılacağınızı düşünememenin keyfini sürüyorsunuz. Saadetinizin hep böyle devam etmesini, hiç uyandırılmamanızı isterdim.
Ama maalesef bir gün gelecek, siz de uyandırılacaksınız. Yazık ki o zaman, ‘Artık çok geç olacak!’ Bir daha uyumak şöyle dursun, yatak bile bulamayacaksınız. Ve o vakit, sizin hesabınıza üzülmek yine bize düşecek.
Biliyorum: Düşünmeyi sevmiyorsunuz. Düşünürseniz rahatınızın kaçmasından korkuyorsunuz.
‘Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar.’ Diyoruz, aldırmıyorsunuz. Sözümüze kulak verirseniz; tedbir almak gerekeceğini anlıyor, zahmete girmek istemiyorsunuz. Bir tek endişeniz var: Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.
Mücadeleden ürküyorsunuz. Öylesine ürküyorsunuz ki, sizin için yapılan mücadelelerle ilginiz olmadığını, göstermek ihtiyacını duyuyorsunuz.
Memleketimizin binbir dâvası var. Nizamımızı yıkmak isteyen düşman kuvvetler, sayılamayacak kadar çok. Diken üzerindesiniz. Fakat dikenli bir yolda ayağınızı yaralamadan yürümenin, mümkün olmayacağını unutuyorsunuz. Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya görürmüşçesine sırtınızı dönüyor; yeni ve eskisinden daha derin bir uykuya dalıyorsunuz… Canınıza kasdedenler, her geçen gün yatağınıza daha fazla yaklaşıyor; korunma imkânlarınızı gittikçe azaltıyorlar. Hiçbir feryat, sizi uyandıramıyor, tehlikeyi anlamanızı temin edemiyor. Yaklaşan düşmanın, ara sıra yumruğunu yiyor; hassas bir yerinize iğne batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor, şaşkın şaşkın bakıyor ve sonra da sayın başınızı, yastığa gömüyorsunuz. Kurtuluş ümitlerine veda etmeden; uyanmanızı istiyoruz!
İyi niyetimize akıl erdiremiyor, gayretlerimize yabancı kalıyorsunuz. Hatta biz olmasak, daha rahat uyuyacağınızı sandığınız, bu yüzden bize, düşman kesildiğiniz bile oluyor. Yine de başucunuzda, davul çalmaktan vazgeçmeyeceğiz. Gözünüzün açılması için, ne mümkünse yapacağız. Gafletten sıyrılmağa, biraz da sizin çalışmanızı bekliyorsak, acaba haksızlık mı ediyoruz?
İBRAHİM METİN KİMDİR?
1939 yılında Konya’da doğdu. İlkokula Ankara’da başladı. Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi’nden 1964 yılında mezun oldu.
Ankara’da Gıda ve İhtiyaç Maddeleri A.Ş. (GİMA) firmasında ve kendi işinde çalıştı. 1969 – 1979 yılları arasında haftalık Devlet Gazetesi’ni yayınladı. MHP Genel İdare Kurulu’nda görev yaptı.
1982 yılında İstanbul’a yerleşti.
ANDA Kitap Dağıtım A.Ş. ve TÖRE-DEVLET YAYINEVİ’nin kurucularındandır. TÜRK OCAKLARI başta olmak üzere, birçok sivil toplum kuruluşunda aktif üyelikleri oldu.
Emlak Bankası bünyesinde ve Bahçeşehir’de bulunan Emlak Pazarlama Proje Yönetim A.Ş. Genel Müdürlüğü’nden emekli oldu. Hâlen kitap yayıncılığı ile meşgul olmaktadır.
Üç kız 1 erkek evladından dokuz torun sâhibidir.
Yorumlar