Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Le Monde Diplomatique isimli Fransız dergisine verdiği mülakatta, İsrail ile Suriye arsında Türkiye’nin arabulucu olup olamayacağı şeklindeki soruya gülüyor ve “Önce birinin Türkiye ile İsrail arasında arabulucu olması lazım” diyor. Esad’ın son derece önemli olan müteakip cümlelerine geçmeden önce İsrail’le aramızın bozukluk sebebini hatırlamamızda fayda olacaktır. Evet, Türkiye ile eski dostu(!) İsrail’in arasının bozuk olduğunu herkes bilmektedir. İsrail’in Filistinlilere yaptığı katliama karşı, Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl Davos’taki sözleri tarihe geçmiştir. Bütün dünyanın gözleri önünde, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e, “Sivilleri, çocukları öldürüyorsunuz” diyen Erdoğan, Ortadoğu’daki bütün halkların gönlüne yerleşmiş durumdadır. Filistin Başbakanı İsmail Haniye, “Filistinli anneler, dünyaya getirdikleri yavrularına Recep Tayyip ismini koymaya başladılar” diyor. Filistinlilerin durumu sadece Davos’ta gündeme getirilmekle kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti’nin dışişlerinden sorumlu bütün yetkilileri, İsrail’in mezalimini dünya ülkelerine her fırsatta anlatmaktadırlar. Hatta İran’ın nükleer çalışmalar yapmasına itiraz eden ABD’ye bile “Elinde nükleer silahlar bulunduran İsrail’e neden itiraz etmiyorsunuz” sorusunu yöneltmektedirler. Geçtiğimiz günlerde tamamlanan “Gazze’ye Yol Açık” kampanyası dâhilinde yapılan yardım çalışması da oldukça önemli bir girişim olmuştur. Dünyanın dört bir tarafında birçok başarılı yardım çalışmalarına imza atan İHH (İnsanî Yardım Vakfı), başta ABD ve birçok AB ülkesinden kuruluş ve şahısların bu kampanyada bulunmalarını sağlamış ve İsrail ablukasındaki Gazze’ye ihtiyaç malzemeleri ve hatta araçlar götürmüştür. Bu kampanyayı asıl anlamlı kılan; Mısır’ın günlerce süren şiddete dayalı engellemesine direnen İHH kafilesi mensuplarının, Türkiye ve Filistin bayraklarını dalgalandırarak kanları pahasına yardım ulaştırmasıdır. Her türlü kaba kuvveti aşarak ve bayrağımızı dalgalandırarak mazlum durumdaki bir kardeş halkın imdadına yetişilmesi, tam da milletimizin tarihine yakışan bir davranıştır. Bu hareket sırasında başta değerli başkanı Bülent Yıldırım olmak üzere, İHH kafilesindeki bütün kahramanların yalnız bırakılmadıkları; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından siyasî destekle güçlendirildikleri de bir gerçektir. Ayrıca, şimdiye kadar Suriye açıklarında İsrail ile birlikte tatbikat yapan Türkiye, bu hükümet zamanında ilk defa o tatbikatları iptal edip Suriye ile birlikte askerî tatbikat yapmıştır. Afganistan’da Taliban’la savaşmak üzere, ABD’nin Türkiye’den asker talebini ise reddetmiştir. Yine bu hükümet döneminde, Irak ve Suriye ile stratejik işbirliği anlaşmaları yapılmış; Suriye, Ürdün ve Libya ile Türkiye arasında vize uygulamaları kaldırılmıştır. Önceki gün Başbakan Erdoğan ile Rusya Federasyonu Başkanı Putin’in yaptıkları müşterek açıklamaya göre, Rusya ile aramızdaki vize uygulamalarının kaldırılması da gündemdedir. Daha da ötesi Türkiye’de nükleer santral kurulması konusunda Rusya ile işbirliği yapılması karara bağlanmıştır. Birkaç gün önce, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısının Büyükelçimize karşı yaptığı çirkin davranışın temelinde, Türkiye’nin hem onlara, hem de bugüne kadar dostluğunu istismar eden bütün güçlere karşı koyduğu kararlı ve medenî tutumlardan duyulan endişe yatmaktadır. Şimdi tekrar Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın yazımızın başında verdiğimiz, Le Monde Diplomatique dergisine verdiği mülakata dönelim. Derginin muhabiri Gresh’in İsrail ile Suriye arasında Fransa’nın arabulucu olmasının etkili olup olamayacağı sorusuna Esad’ın verdiği cevap çok önemlidir. Esad, şöyle diyor: “Fransa küresel bir aktör, Türkiye ise bölgesel. Birbirlerini tamamlayıcı bir rol oynayabilirler. Ama biz, Türkiye’nin oynadığı rolü ön plana çıkarmalıyız. Fransa da ona destek olabilir.” Bu sözlere dikkat edildiğinde, Türkiye’nin artık bölgesini etkileyen bir güç olduğu komşularınca kabul edildiği gibi; “küresel aktör” olan Fransa’dansa, “bölgesel aktör” konumuna yeni gelmiş olan Türkiye’ye güvenildiği de anlaşılmaktadır. Türkiye bu noktaya gelirken ustaca politikalarla ABD ve AB ile de ilişkilerini ilerletmiş olduğu içindir ki, AB dönem başkanı İspanya’nın Dışişleri Bakanı Moratinos, Türkiye’nin AB’ye girişi için müzakereleri hızlandıracaklarını söylemiştir. Bu arada Türkiye, sadece komşuları ve büyük güçlerle değil, uzak ve küçük devletlerle de ilişkilerini geliştirmeye önem vermiştir. Bu ayın sonunda, Batı Afrika ülkelerinden Senegal ile yapılacak olan “Türkiye-Senegal Karma Ekonomik Komisyonu (KEK)” 2. Dönem toplantısı bu duruma örnektir. Önemli ölçüde Özal hükümetinin açtığı, her alanda dünyaya hitap etme yolunda çok başarılı adımlar atan Ak Parti hükümeti hakkında; muhalefetin önceden beri söylediği, “ABD ve İsrail’in güdümündeler” gibi suçlamaların, artık hiçbir inandırıcı yanı kalmamıştır. İşin doğrusu, bu hükümet döneminde Türkiye’nin küresel bir aktör olmaya çok, hem de çok yaklaştığıdır.