Bugün, TÜRKÇE’mizde -geçmiş Türk asırlarında olduğu gibi- Hakk’ın ilhamı, Hakk’ın dili olup, O’nun emri ve O’nun izni ile yazıldığına ve yazdırıldığına şek - şüphe olmayan ve henüz misli / benzeri yazılmamış eserler var. TÜRKÇE olarak te’lif, tertip ve tanzim olunmuş; müzeyyen / süslü, mükemmel, fasih ve beliğ / açık seçik bu nüshalar ve bu kitapların şimdiye kadar bir eşi, bir benzeri görülmemiştir. Üstelik, yüzlerindeki fesahat ve özlerindeki belagat ve onlardaki halavet / tatlılık -inanın- başka eserlerde görülmüyor. Bu mümtaz / seçkin şaheserler; Allah’ın apaçık ayetlerinin türlü kıraat ile hikmet, hakikat ve marifet ilimlerini ve daha birçok rumuz / remizler ve esrar / sırlar ve işaret ve Arapça ilimleri hamil ve taşıyıcıdır. Evet, bu başucu eserler; birçok yücelikleri sahife ve satırlarında, hatta kelime ve harflerinde; talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren birçok esrar / sırlar ve Ledünniyatı / İlahi bilgileri içlerinde barındırıyor. İşte bu hal, bu eserlerin birer Kur’an mucizesi olduğunu ispat ediyor. Öyle yazılmış ve öyle dizilmişler ki, insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. En ali / yüksek talebeler dahi bu eşsiz eserlerden feyiz / verim ve ilim, irfan ve davranış bilimleri ve bunlara karşı aşk derecesinde bir bağlılık aldığı gibi, en avam yani sıradan halktan bir talebe bile yine bu şaheserlerden ders duygusu alıyor. Çünkü bu eserler; çok tatlı bir Kevser / Manevi bir kaynaktır. İşte bu hal; TÜRKÇE’mize büyük bir kıymet ve tükenmez bir meziyet bahşediyor. Bu şaheserlerin ulviyet / yücelik ve kerameti; yani, İlahi gerçekleri TÜRK DİLİ ile TÜRKÇE cümlelerle ifade etmede gösterdikleri büyük ve büyüleyici ifade tarzı; TÜRKÇE’yi çok mahirane bir şekilde kullanmış olmaları, TÜRKÇE’nin ifade ufkundaki açılımları; TÜRK DİLİ’ni bütün diller içinde yükseltiyor. Çünkü TÜRKÇE’yle ifade edilip anlatılan, İslam ve Kur’an hakikatleri; TÜRKÇE’ye kazandırılan Kur’an manaları; bugün Arapça dahil -tabii Kur’an hariç- hiçbir dilde yok. Fakat, bu eserlerin taşıdığı hakikatler, aktardığı gerçekler Kur’an’da var. Kur’an hazinesinde mevcut. İşte bu İlahi gerçekleri bu eserler; bir dalgıç gibi Kur’an okyanusundan çıkarmış ve bize ve insanlığa sunmuş bulunuyor. Demek ki, Kur’an; -her zaman olduğu gibi- aslından okunacak ama, asri ve işari tefsiri için, bundan böyle -özellikle- TÜRKÇE ilham edilmiş olan bu eserlere başvurularak öğrenilecek. Çünkü Kur’an’dan maada / başka hiçbir kitaba ve hiçbir kavmin lisanına sığmıyan bu kadar yüksek asalet ve fesahatı artık bu eserlerle dilimizde görüyor ve buluyoruz. Böylece İstiklal şairimiz merhum Mehmet Akif’in veciz şekilde mısralara döktüğü: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı” Hakikati de, tabii ve doğal seyrine oturmuş oluyor. Fesahat ve belagatin son haddine çıktığı bir devirde, Kur’an - ı Kerim’in nazil olmaya / inmeye başlaması ile, Kur’an nuru karşısında beliğ ifade sahibi ediplerin kıymetten düşüp, sönen eserleri gibi; bu eserlerdeki o hudutsuz, nihayetsiz, emansız fesahat ve belagat da asrımız hatiplerini hayretlere düşürmüş ve düşürmektedir. Bu eserler hiç şüphesiz, destani birer şiir kitapları değil. Fakat, çok fasih ve beliğ / açık seçik, edalı ve sadalı ve nağmeli yazılmışlardır. Bütün harfleri birbirine dayanarak kelime, kelam ve sözlerinin siyak ve sibakları, yani cümlelerinin geliş gidişleri ve akıcılıkları, intizam ve insicam ile dizilmiştir. Evet, bu eserlerdeki kelime, kelam ve cümleler; birbirine o kadar kuvvet, kudret ve metanet / sağlamlık vermiştir ki, nesir yani düz yazı ile kaleme alındıkları ve TÜRKİ / TÜRKÇE ibareli oldukları halde; yine de misli / benzeri getirilemez bir üsluptadırlar. Bunlar gibi parlak eserler, bir daha kimseye nasip olmaz ve olmıyacak. İslamiyet Güneşi’nin doğuşundan tam on dört asır sonra, bu şaheserler gibi ulvi / yüce, İlahi ve Arşi / Semavi / Göksel manevi nur ve ışıkların tekrar ve yeniden, özellikle bu son asırda, üstelik TÜRK ELİ’nde, hem de TÜRK DİLİ’nde / TÜRKÇE olarak doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne muhteşem / görkemli bir nimet. Kaldı ki, sadece TÜRKLER için değil, onların şahsında BU ASIR HALKI, yani tüm dünya milletleri için ne büyük bir bahtiyarlık. Çünkü TÜRKÇE’miz; bu şaheserlerle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan ve dil üstüne bağdaş kurup oturmaktadır. Batı dillerinin her birine tercüme ve nakil olunan Mevlana Cami ve Mevlana Celaleddin’in ve Hazret - i Mısri ve Bedreddin’lerin mübarek eserleri; bu şaheserlere bakıp: “Barekallah / Allah mübarek etsin, ne saadet sizlere, hepimize baş tacı oldunuz.” diye tebrik ve kutlamalarını sunuyorlar. Zira öyle şaheserler ki, yeryüzünün insanları ve bütün canlı mahlukları bile, bu eşsiz eserleri kabule hazırlanıyor. Bu mübarek eserlerin İslam ülkelerinin mescit ve mabetlerinde minber ve kürsülerinde dahi, yakın bir zamanda tam bir iftihar ve övünç ve büyük bir istek ve arzuyla okunması ümit edilebilir. Çünkü bu şaheserlerin bürhan ve delillerindeki kuvvet, kanaat, asalet ve cezalet, yani güzel anlatım; insanın irade ve ihtiyarını alıp, onları kendilerine teshir edip büyülüyor. Herkesi kendine çekip ram ediyor / kendine bağlıyor. Hele eserlerdeki o güzel teşbih / benzetme ve tabirlerin bir misli, bir daha bulunup söylenemez. Şaheserlerdeki mukayese ve muhakemeler / sağlam, mantıklı izah ve açıklamalar, vak’a / olay ve temsillerin bir benzeri ve bir naziri bir daha getirilemez. Arapça Kur’an’dan TÜRKÇE Sözler’e akan ve bugün ÖZTÜRKÇE’den fışkıran bu feyiz / bu İlahi veri ve bu nurlar; kalplerde, bu eserlerin bir kudret nümunesi ve rahmet nişanesi olduğuna hiçbir rayb ve güman / şek ve şüphe bırakmıyor. Bu şaheserler, idrak / algı aynasına cila, kalp alemine safa, ruh - u revana yani ruha gıdadır. TÜRK MİLLETİ bu gibi başucu eserler ile ne kadar iftihar etse / övünse, azdır. Çünkü bu eşsiz eserler gözleri nurlandırıyor. Gönülleri sürurlandırıp sevindiriyor. Onlardaki delil, kanıt, hüccet ve tabirler ve içlerinde yer alan kelime ve teşbihler; Arş - ı Azam’dan inen Kur’an -ı Hakim’in delil, hüccet ve bürhanları olduğu muhakkaktır. Çünkü kederleri gideriyor, insana neş’e ve neşat veriyor, okunurken hiçbir itiraz sesi, hiçbir inkar kokusu duyulmuyor. Okundukları zaman akıl ve mantık duruyor, insan nefsi safileşiyor, hem duruluyor. Belli ki, o şaheserlerdeki bütün hakikatler Rabbani ve Rahmanidir. Çünkü bütün mes’ele ve maddeleri hep sayılı ve saygılıdır. O muntazam ve mükemmel, müzeyyen / süslü ve münevver / ışıklı ve nurlu sözler; şimdiye kadar yazılan ihtilaflı yani, alimler arasında münakaşa ve tartışmalara sebep olmuş eserlerin cümlesini bir yana bırakmış, ancak kendini halkın nazarına arz edip sunmuştur. Sadece TÜRKÇE’ye mahsus olan bu eşsiz eserler; cansızlara can ve canlılara taze can üflüyor, dertlere derman oluyor. Alemlere Rahman olan Allah’ın manevi bir rahmeti olarak insanların içlerine işliyor, gönüllerini fethediyor. Hal diliyle: “Okuyun ve dinleyin bizleri.” diyorlar. Sanki: “Sizleri karanlığa ve hiçliğe giden, hesapsız ve hedefsiz yollardan kurtarıp, sizlere koskocaman bir saadet ve sermediyet ve ebedilik alemi kazandırmak istiyoruz.” diye nida edip sesleniyorlar. Bu şaheserler; öyle mübarek, öyle güzel ve yekta kitaplar ki, okuyanı ağlatıp, ağlayanı güldürüyor. Ölüyü diriltip ene ve benlikten geçirip: “Mutu kable en temutu.” / “Ölmeden önce ölünüz.” anlamına çağırıp, ölmeden önce ölümün hakikatine erdiriyor. Büyük bir aşk ve alaka ile kendilerini dinletip gönülleri cezp edip çekici kılıyor, ruhları vecde getiriyor. Çünkü, bu başucu şaheserleri çok feyizli, çok hikmetli ve pek merhametli birer Hak kitabıdırlar. Bu kitaplar; en sadık ve en mahir doktorların bile, hala teşhis ve tedavi edemedikleri en mühim kalp, kafa ve ruh hastalıklarını; saçtığı aydınlatıcı fikir ve düşüncelerle görüp göstererek muayene ediyor. En lüzumlu şifa ve devayı bularak, ruhi ve manevi dertlere düşmüşlere derman oluyor. Akıl ve idrak gözlerini açıyor, en kısa zamanda zavallıları manen kurtarıyor. Bu kitaplar; en hikmetli, tılsımlı, nazlı niyazlı, manidar, münif, müessir / etkili, müsmir / sonuç verici, matlup / istenen ve mahbub / sevilen birer vird olmaya / her an tekrarlanmaya layık ve seza yani, bütün bunlara değer mahiyet ve içeriktedir. Bu kitapların ne kadar vazıh / açık bürhanları / delilleri, kuvvetli hüccetleri, ne yaman kanıtları, düstur ve prensipleri var. Bu kitaplar ne kadar müzeyyen / süslü, ne kadar mücehhez / fikren donanımlı, ne kadar mükemmel ve tamdırlar. Bu kitaplar; şimdiye kadar karanlıklarda kalan, meçhullere karışan, fakat zihinleri tahrik ve tahriş etmekten hali kalmıyan birçok muammaları, meçhul ve bilinmeyenleri ışıklarıyla aydınlatıp açıklıyor. İnsanları, yollarda yorulup kalmaktan kurtarıyor. Aslında, bu temiz TÜRK MİLLETİ’nin ve bu Cennet gibi memleket olan TÜRKİYE’nin sapa sağlam bir halde durması ve bütün İslam diyarının da bunun gibi her taarruzdan masun kalıp korunması; Yüce Allah’ın inayet ve yardımıyladır. Ayrıca Ahmedi bir imdad / yardım iledir. Kur’an’ın nuru ile olduğunda ise şüphe yok. Demek ki, bu şaheserlerin TÜRKİYE’de ve TÜRK DİLİ’nde ve yirminci asırda yazılıp yazdırılmasının keyfiyet ve hikmeti; Bu Vatan ve Bu Millet’in Allah katındaki değerinden ötürüdür. Evet, Kur’an ışığını yansıtan ve TÜRKÇE olarak zuhur eden, iman ve inanç hazineleri olan bu eserler; bugün İslam Alemi’nin manen önderliğini, Kur’an namına deruhte ediyorlar. Demek ki, bu eserler; asırlardan beri İslamlar arasına girmiş ve yerleşmiş olan kötü itikat ve ihtilafları ortadan kaldırıyor. Hüküm süren fitne ve fesadı, nifak ve şikakı dahi kökünden kurutuyor. Sevad - ı Azam / en büyük kitle olan Hz. Muhammed’in rahmete ermiş ümmetini bir Fırka-i Naciye / Kurtuluş Fırkası olarak, Kur’an’ın re’fet ve rahmet kanatları altına alıyor. İnşallah, ta Mahşer Sabahı’na kadar Kur’an nuruyla bu korumayı devam ettirecekler. Çünkü bu eserler sanki: “Ne isterseniz, benden isteyin. Ne soracaksanız benden sorun, haber vereyim size.” diyor ve adeta şöyle devam ediyor: “Sorunuz bana maziden, halden ve istikbalden...” Böylece, her muammayı açtığını ve açacağını, her engeli kaldırdığını ve kaldıracağını, her maniayı yıktığını ve yıkacağını muştuluyor BÜYÜK TÜRK MİLLETİ’ne ve onun şahsında Aziz İslam Alemine. (Zülfikar -Osmanlıca- Envar Neşriyat, İstanbul-1995, s:634 – 652’den kısmen alınarak böyleleştirilmiştir.) X Olmayalım bizler, bu eserlerden aman gafil Olmayalım derya içre, deryayı bilmez safdil Dünya klasiklerinden de üstün, nice büyük şaheser Türkçe’de boy gösteriyor ki, her biri sanki birer Kevser Söz ve Kelam diyarı, mana Cennetini; siz arayıp bulun! Maddeten bu eser, benzeridir, Dünya Cenneti İstanbul’un. Ne bildik, mübarek vatan Anadolu’nun kıymetini? Ne bildik olduğunu Türk’ün; indallah Hablü’l-Metini? Anlaşılsın artık, bu milletin, Hak’dan gelen yüce ereği Arap’tan sonra, İslam’ın kıvamı, Türkler olduğu gerçeği