MİLLETLEŞMEMİZDE KÜRTLER  

Ondördüncü yüzyılın ünlü seyyahı İbr Batuta, Anadolu'yu batısı, doğusu, kuzeyi, güneyi ile tamamen dolaşmış. Seyahatnamesinde kırk civarında şehrimizi isim isim sayarak vatandaşlarımızı övgülerle anlatmış. Bugün fitne tohumlarının ekilmeye çalışıldığı Güneydoğulu kardeşlerimiz için söylediklerine bakalım:  

"Cizre halkı, erdemli kişiler olup yabancılara yardımı sever"  

"Nusaybin halkı; dindar, doğru sözlü, emanete hiyanet etmeyen kimselerdir."  

"Sincar halkı Kürt olup, şecaat ve kerem sahibidir."  

"Mardin hakimi Melik es-Salih, keremi ile şöhret yapmıştır ki emsali ne Irak, ne Suriye, ne de Mısır'da bulunur."  

"Kürt" ismini kullanarak bu insanlarımızı överken diğer bölge insanlarımızı da aynı tür ifadelerle övüyor ve onlar için "Türkmen" ismini kullanıyor. Türkmen yani Oğuz.  

Peki bu Oğuz, Kürt beraberliği ne zaman başlamıştır?  

Reşideddin'in Oğuznamesi'nde Kürt beylerinin Oğuz Han'ın huzuruna gelerek ona bağlandıkları, "il oldukları" anlatılmaktadır. İl olmak; devlet olmak, millet olmaktır. Biz yine de destanlardan tarih ilmine dönelim:  

Oğuzlar'ın bugünkü İran, Kafkasya, Irak, Suriye, Anadolu bölgelerine gelmeleriyle; Hazar Denizi'nin güneydoğusundaki Türkmenistan hariç Orta Asya, Oğuz nüfusu açısından tamamen boşalmış oldu. Sayılan bölgelere hakim olacak olan Selçuklu Devleti, bu Oğuzlardan olan Tuğrul Bey tarafından 1040 yılında kuruldu.  

1046 yılında Cuzkan sülalesinden Kürt Beyi Sadi, 1050 yılında Marvani sülalesinden Kürt Beyi Ebu Nasr, Tuğrul Bey bağlandılar.  

Kürtler o dönemlerde Önasya ve İslam tarihi açısından önemli faaliyetler yapmaktaydı. Mesela 1031 yılında Kürt Ahmed bin el-Zahhak, Bizans İmparatoru 2. Basil'in bir generalini öldürmüş, öylece Bizanslıların ilerlemelerini durdurmuştu. Ne var ki bu dönem, Kürtlerin; Arap, Fars, Ermeni, Bizans toplumlarıyla yapmış oldukları savaşlarla erimeye yüz tutmuş oldukları dönemdi.  

Selçuklular da geldikleri bu yeni coğrafyada hem civar ülkelerle hem de maalesef kendi soydaşları olan bir kısım Oğuzlarla savaşıyorlardı. Barthold'un belirttiği gibi Oğuzlar bile Selçuk sultanlarının sadık tebaları değildi. Aralarında savaşlar oluyordu hatta Sultan Sancar bir müddet Oğuzların elinde esir kalmış ve ancak kaçarak kurtulmuştu.  

İşte bu şartlar altında Kürtlerin Selçuklularla birlikte hareketleri her ikisine de güç veriyor ve bir kitle olmalarını kolaylaştırıyordu.  

Sultan Alp Arslan 1065-66 kışında Merv ve Harzem taraflarına yürürken 300.000 kişilik ordusunda önemli miktarda Kürt vardı. Malazgirt seferine de 10.000 kişilik müslüman Kürt iştirak etmişti. Bu savaştaki ordu mevcudumuzun 50.000 kişi olduğu hatırlanırsa, bu 10.000 askerin önemi daha iyi anlaşılır.  

Melik Şah'ın Kavurt'a karşı mücadelelerindeki kuvvetleri arasında önemli miktarda Kürt vardı. Suriye seferine Kürt Revadi kabilesinden Meraga beyi Ahmed bin Vahsudan iştirak etmişti.  

Melik Şah, Kürtlere bir bölge verdi. Daha sonra bu bölgeyi Sultan Sancar "Kürdistan" diye adlandırıp eyalet haline getirdi ve valiliğine yeğeni Süleyman Şah Ayba'yı atadı. Tarihte ilk defa "Kürdistan" diye bir bölge bilerlenmişti ki merkezi Hamedan civarında Bahar'dı.  

Eyyubi Devleti kurucusu Selahaddin-i Eyyubi de Kürt idi. Bazı eski Selçuklu atabeylerinin çocukları, Eyyubilere tabi olarak hüküm sürüyorlardı. Selahaddin-i Eyyubi, Haçlı seferlerine göğüs germiş, Türk'lüğün kendisiyle iftihar ettiği büyük bir kahraman ve devlet adamıdır.  

Eyyubi orduları, Oğuzlar ve Kürtlerden oluşuyordu. Kürt komutanlardan Hakkarili Ebu Hayca, Haçlıların kuşattığı Akka Kalesinin savunmasını yaptı ve Kudüs'e vali tayin edildi. Eyyubilerin Kudüs müdafaası ise başlı başına bir kahramanlıklar manzumesidir.  

Mısırlılar, tıpkı Çerkez Memlükleri gibi, Eyyubilere de el-Guzz yani Oğuz diyorlardı.  

Moğolların saldırılarına karşı da Musul şehrini Kürtler ve Oğuzlar birlikte savundular. Oğuzlar ve Kürtler, Memlüklerin tarafını tutuyorlardı. Daha önce yazdığımız gibi, Memlük sultanları Kıpçaklar veya Çerkezlerden oluyorlardı. Memlük Sultanı Baybars, Barkay Han'a gönderdiği mektubunda Türkmen, Kürt ve Araplardan oluşan ordularını övüyordu.  

1281 yılında Türkmen ve Kürtlerden kurulu ordular Kilikya'ya girdiler. Kilikya; Adana ve İçel illeriyle Konya ilinin güneyi ve Antalya ilinin doğusunu kaplayan bölgedir.  

Türkmen devletlerinden Akkoyunlu ve Karakoyunlular açısından da Kürtler önemli bir unsur teşkil ediyorlardı. Timur'un saltanatına son verdiği Karakoyunlu Kara Yusuf, onun ölümünden sonra Kürtlerin arasına geldi ve iyiliğiyle tanınan Bitlisli Şeref el-Din'in yardımı ile eski hakimiyetini yeniden kurdu. Hakkarili Melik-izzel Din'de bu devrin etkili olmuş isimlerindendi.  

kürtler genellikle, Akkoyunlu-Karakoyunlu mücadelesinde Karakoyunlu taraftarı; Akkoyunlu-Osmanlı mücadelesinde Osmanlı taraftarı ve Osmanlı-Safevi mücdaleseinde yine Osmanlı taraftarı oluyorlardı. Saydığımız Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi ve Osmanlı hanedanlarının hepsi Oğuz yani Türkmenlerdendi. Bu devletler arasındaki savaşlarda Doğu ve güneydoğu Anadolu sürekli el değiştiriyordu.  

Çaldıran Savaşında, Yavus Sultan Selim, Safevi Şah İsmail'den Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu kesin olarak aldı. Zaten dediğimiz gibi onlar da Osmanlı yanlısıydılar. Yavuz, Çaldıran bölgesini Kürt Dünbül-Yahya aşiretine verdi.  

Ta o dönemlerde bile Kürtler kendilerini Türkmenlerle aynı görüyorlardı. 1597 yılında Bitlis Emiri Şeref Han, kaleme aldığı "Şerefname" isimli eserinde; Kürtlerin, Oğuz Han  soyundanr geldiğini yazmıştı. O yıllarda Osmanlıların da Oğuz soyundan geldiklerine dair eserler yazılıyordu.  

Bu saydığımız tarihi olayların geçtiği asırlar boyunca Kürtler, Türkmen ve Kafkasyalılarla öylesine kaynaşıp Batı Türk'lüğünü oluşturmuştu ki Lozan'da İsmet İnönü şöyle diyordu:  

"Kürtler, Türklerden hiç bir şekilde farkıl değildir ve ayrı diller konuşmakla beraber; ırk, inanış ve adetler bakımından tek bir bütün teşkil etmektedirler."