Türk Milleti binyıllar boyu kendileri için güzel ve savaşsız yaşamı seçmiş ve doğal hayatın merkezinde yaşamışlardır. Bu güzel yaşamı sürdürürken komşuları ile de barış içeresinde yaşamayı tercih etmişlerdir. 

Ama kendilerine saldıranları önce uyarmışlar ve en son diplomatik olarak uyarmışlardır. Nihayet dilden anlamayanlara elden anlama zorunda kalmışlardır. Yakın tarihimizde dilin kılıçtan daha etkin olduğunun yüzlerce örneği vardır. 

Yani Türkler hazır cevaplığıyla tanınan bir millettir. Konu cevap vermeye gelince pratik zekâmızı verimli bir şekilde kullanır ve konuyu kapatırız. İşte hazır cevaplılığımızdan birkaç örnek:

Necip Fazıl'ın Cezayirli gence verdiği cevap:

Fransa'da bir toplantıda Cezayirli bir genç Necip Fazıl merhuma Fransızca sorar:

“Osmanlı emperyalist değil miydi?”

Necip Fazıl: 

“Evlâdım! Eğer Osmanlı emperyalist olsaydı, şu anda bu soruyu Fransızca değil, Türkçe sorardın!

Mustafa Kemal Atatürk'ün İngiliz Ataşesi’ne verdiği cevap:

Cumhuriyet'in ilânından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir... Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeler de davet edilir... Davet güzel bir şekilde devam etmektedir fakat İngiliz Ataşesi olan binbaşının bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz... Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.... Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir, yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:

“Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da banaMustafa Kemal'in Çanakkale’de babasını öldürdüğünü söyledi... Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:

“Git sor bakalım babasının Çanakkale’de ne işi varmış?”

Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in Rus Çarı’na verdiği cevap:

Rus çarı, hızlı hızlı yemek yiyen Şamil’i diğer krallara gösterir ve der ki;

“Şuna bakın neredeyse beni yiyecek.” 

Bu sözün üzerine yemek yemeği bırakan Şamil arkasına yaslanır ve Çar’a; 

“Merak buyurmayın Çar hazretleri benim dinimde domuz eti yemek haramdır, endişelenmeyin” der. 

Barış Manço'nun Fransız spikere verdiği cevap:

Barış Manço ile Fransız spiker arasında geçen unutulmaz diyaloğu takdire şayandır! Barış Manço, Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga geçmektedir. Sürekli, "İşte Türk, yani barbar, vahşi ..." demektedir... Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere:

“Yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar. Bu soruya spiker şaşırır ve: “Evet var ama n'olacak” der.

Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır. Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında “Anahtar” adlı şarkısını söylemiştir... Bu şarkının bir bölümü şöyledir: “Beş Akif - bir saat kulesi, iki kule - bir Fatih, beş Fatih - bir Mevlana, iki Mevlana - bir Sinan” Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir.

Barış Manço spikere sorar: "Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim?”

Spiker: “General...”

Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, Spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, “general...”, “amiral..”, “komutan..”  spikerin bu “falanca general, falanca amiral, falanca komutan” cevabından sonra, bu sefer de BarışManço cebinden Türk paralarını çıkarır. Spikere der ki:

Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy'dur. Şairdir... Bu fotoğraftaki kişi Mevlana'dır, düşünürdür... Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’tir. Adaletin sembolüdür... Bu paradaki kişi ise Atatürk'tür. “Yurtta barış, Dünyada barış” diyen kişidir... Bizim paralarımız bunlar... 

Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına "şairlerimizin", "düşünürlerimizin", "bilim adamalarımızın" fotoğraflarını bastık... Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş adamlarının fotoğraflarını basmışsınız!" der... 

Barış Manço'nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, Başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, Yeni spiker Barış Manço'dan ve Türker’den özür diler, programa böylece devam edilir..

Kısacası; Türk Milleti’nin bütün fertleri hümanizmin mükemmeliyetini hazır cevaplılıkları ile çok güzel bir şekilde anlatırlar-anlatmışlardır. Yani Türk Milleti “savaşı asla sevmez” ama milletine, vatanına, inancına istiklaline ve istikbaline dokunan olursa; “savaşmayı çok da iyi bilir.”