Türk asıllı Avustralyalı ünlü oyuncu Didem Erol, kendine yeni bir hayat kurmaya karar verdi. Avustralya'da doğup büyüyen daha sonra ailesiyle Türkiye'ye yerleşen Didem Erol, Avrupa Yakası’ndan Emret Komutanım’a kadar birçok başarılı projede rol almıştı. 

Bir döneme damga vuran Didem Erol, sürpriz bir kararla Amerika’ya yerleşip oyunculuk kariyerine Amerika’da devam ediyor. Erol, adını ‘Serah Henesey‘ olarak değiştirdi ve kendine yeni bir hayat kurdu. 10 yılı aşkın süredir ABD’ye yaşayan Serah Henesey’in aslında evi California, Los Angeles’ın meşhur yeri Beverly Hills’te fakat korku filmi için şu sıralar Virginia eyaletine gelen ünlü oyuncuyla Başkent Washington’da röportaj gerçekleştirdik...


Röportaj: Anıl Sural

Fotoğraf: Rona Doğan

Önce Vatan Gazetesi Washington DC




Öncelikle ABD hikayeniz nasıl başladı? 

Amerika’ya ilk 2000 yılında geldim. New York’ta mı yaşarım, Los Angeles’ta mı yaşarım gibi  bir kararsızlık içindeydim… İlk birkaç ay New York, birkaç ay Miami’den sonra Los Angeles’a vardım ve dedim ki ‘Evet ben hayatımın sonuna kadar burada yaşamak istiyorum’ . Los Angeles’a aşık oldum. Doğup büyüdüğüm yer Sydney. Los Angeles ve Sydney çok benzer görüntü, iklim, plajlar- hatta Okaliptüs ağaçları bile bana çok benzer geldi ve kendimi evimdeymişim gibi hissettim. Üzerine de oyunculuğun, sinemanın Mekke’si. Ben buraya aitim dedim. 2 yıl kaldım Los Angeles’ta. 2002’de bir İngilizle tanışıp nişanlanınca Londra’ya taşındım. Nişan bozulunca 2004’te Türkiye’ye döndüm. Ama aklım hep Los Angeles’ta. 2004’te Türkiye’ye dönünce başta Avrupa Yakası olmak üzere, Almanya’da Euro D için yarışma programı sundum 2 yıl Düsseldorf’ta kaldım, 6 ay Hollanda, üzerine Türkiye’de pek çok dizi ve sinema filmi, üzerine Bulgaristan’da 2 tane Amerikan yapımı sinema filmi derken yıl oldu 2009- dedim benim artık Los Angeles’a dönme vaktim geldi. 10 yılı aşkın burdayım. Amacım hep uluslararası bir kariyer ve anadilim İngilizce olduğu için bana ütopik gelmedi açıkçası. Ben dünyanın her yerinde çalışabilecek ve ayakta durabilecek özgüvende bir kadınım. Şanslıyım ki öyle de oldu.


ABD’yi Türkiye’de yaşarken nasıl görüyordunuz? Taşınınca farklı geldi mi?

Yoo hiç farklı gelmedi. Yabancı olmadığım bir hayattı. Türkiye bana farklı gelmişti. (Gülüyor). Bireysel bir hayat. Ben ‘başkaları ne düşünür’ üzerine kurmadığım için hayatımı bana gayet uygundu. Kolay olmayacağını biliyordum. Türkiye’de oyuncular nispeten daha rahat. Diziler Türkiye’de 9 ay. Yani 9 ay sürekli iş ve maaş garantin var. Burda diziler 2 ay. Burda sürekli çalışan, büyük dizi ve filmlerde rol alan arkadaşlarım dizileri bitince garsonluk işlerine dönüyorlar. Bende burdaki oyuncular gibi hem Los Angeles’ta hem de tiyatro öğrenimi görürken Londra’da herkes gibi garsonluk yaptım. Türkiye’de herkesin harcı değil. Ben çalışmaktan hiç gocunmam. Hele hele kendi hayalimi gerçekleştirmek adına çalışıyorum. Ne mutlu bana!


Aslında Avusturalya doğumlusunuz. Türkiye’de kısa bir süre kaldınız. Türkiye’de ne kadar kaldınız neler yaptınız?

Türkiye’ye ilk geldiğimde Türkçem çok kötüydü, o yüzden Yurtdışı Haber Masası’nda görev aldım, ilk işim TGRT’de muhabirlik (yurtdışından gelen politikacı, sporcu vs olunca habere beni gönderiyorlardı) ve gece yarısında Türkiye’de yaşayan yabancılara yönelik İngilizce Haber Spikerliği yaptım. O zamanlar CNN vs hiçbir şey yok tabii… Orada çalışırken Türkçe diksiyon dersleri aldım ve yavaş yavaş Türkçe sunuculuk işleri almaya başladım, ilk işlerimden biri ATV’de Korcan Karar ile birlikte ‘Şok’ programıydı. Sonra 1999 yılında David Carradine ile beraber ‘The Donor’ isimli sinema filminde oynadıktan sonra ünlendim. 2000 yılında da önce Cannes Film Festivali arkasından Los Angeles’a geldim. 2004’te Türkiye’ye döndüğümde oynadığım dizilerden bazıları Emret Komutanım, Arka Sokaklar, Çok Özel Tim, Eksik Etek, Omuz Omuza ve tabii Avrupa Yakası. Onun dışında Kanal D’ye Magazin D sunuculuğu, Euro D’ye yarışma programı, Fox Haber’de Spor Spikerliği yapmışlığım ve yine pek çok sinema filmim var.


Oyunculuktan çok manken olarak mı biliniyorsunuz Türkiye’de?

Hiç öyle bildiğimi sanmıyorum. Ben oyunculuğa ilk Avustralya’da başladım. Tiyatro sahnesine ilk adım attığımda 15 yaşındaydım. Mankenliği çok kısa süreli 20’li yaşlarımda yaptım. Türkiye’ye ilk geldiğimde oyunculuk ajansları yoktu, zaten böyle bir sektör de yoktu. Mankenlik ajanslarına yazılıp ordan gönderilirdik oyunculuk görüşmelerine. Şimdi şimdi Türk dizilerinin popüleritesiyle ve böyle bir sektör oluşması sebebiyle oyuncu ajansları, menejerleri oluşmaya başladı. Bizim zamanımızda Erol Atar vardı. Ben Türkiye’yi bilmiyorum ki- bana Türkiye’de bütün ünlü oyuncular, şarkıcılar Erol Atar’a poz verirler dediler, bende tamam dedim. Türkçe konuşmayı yeni öğrenmişim. Herkes onla çekim yapıyor dediler, öyle bir dönemdi. Herhangi bir yol gösteren, kariyer planlaması yapan menajer, ekip yok ki? İnsanlara anlatmaya çalışıyorum, ben Tiyatro öğrenimi gördüm, sahnede Shakespeare oynadım, 17. Yüzyıl Restorasyon Komedyası oynadım diyorum karşımdaki gazeteci ‘Aaa boşver bunları, burası Türkiye diyor’ kendimi nasıl ifade edeceğimi bilemedim?


Şu an neden Virginia’da bulunuyorsunuz?

Film çekimi için! Korku filmi çekeceğiz çok eski, tarihi bir alanda… Aslında Mart ayında çekecektik, senaryo başka bir senaryoydu. Çocukların olduğu biraz daha ‘Stranger Things’ tarzı bir korku filmi olacaktı. Korona çıktı olmadı. Biz yine burda çekim yapmayı kafamıza koyduk ama, nasıl yaparız, nasıl ederiz derken, korona zamanı çocuklarla çalışmanın bizi zorlayacağını düşündük. Tamamen sil baştan başka bir senaryo- sınırlı sayıda kast ve ekiple korona zamanı çekim yapabileceğimiz türden bir şey üzerine kafa yorduk. Kendi filmimi kendim çekeceğim. Yıllardır işin içerisindeyim. Başkasının işini, vaktini, keyfini beklemektense kendim yapımcı koltuğuna oturur kendi yönetmenimle, kendim çekerim dedim. Bakalım. İnşallah yüzümüzün akıyla çıkarız. Heyecanlıyım.

Çekeceğiniz filmden biraz bahsedebilir misiniz?

Çok değil! Sürpriz bozulmasın. Türümüz korku. Tamamı bir ev ve arazi üzerinde geçiyor. Daha önce 2 filmde beraber çalıştığım yönetmen arkadaşım çekecek. Başrolde ben ve isimli bir Amerikan aktör var. Eylül sonu gibi başlayacağız çekimlere inşallah.


California’da yaşıyorsunuz neler yapıyordunuz koronavirüse kadar? Ve elbette koronavirüs süreci nasıl geçti?

Los Angeles’ta kendi evim Beverly Hills’de. Oyunculuğa devam. Bir makyaj markasının yüzüydüm, onlara reklam çekiyordum, bir de saç ürünleri markasıyla çalışıyordum. En son yine bir tiyatro oyununda yer aldım. Bugüne kadar rol aldığım en büyük Tiyatro prodüksiyonuydu- 53 oyuncu vardı ve sadece 9 seyirciye oynanan bir oyun - çünkü 9 ayrı hikaye var içinde. Gece’de 1,5 saat süren 10 oyun oynadık aylarca! Amerika’nın önemli korku filmleri yönetmeni olan Darren Bousman- (Testere II, III, IV ve en sonuncusunu çekti) yazıp yönettiği interaktif bir tiyatro oyunu. Seyirciyi de içine alıyor. İzlemeye gelenler arasında Netflix üst düzey yöneticileri, Marvel Stüdyosunun önde gelen yönetmenlerinden Russo Kardeşler, Monsters Ball filminden Halle Berry’e Oscar kazandıran yönetmen Marc Forster, Olivia Wilde ve eşi Jason Sudeikis ve Paris Hilton var. Benim için muhteşem bir deneyim, muhteşem ötesi bir oyun ve prodüksiyondu ‘Theatre Macabre’.

Pandemi süresini erkek arkadaşımın Malibu yakınlarındaki evinde geçirdim. Bahçesi olması nedeniyle, bütün bahçeyi baştan aşağı yeniledim. Mutfakta çok fazla vakit geçirdim, yeni yemek tarifleri denedim. Pandemi’den önce haftada 7 gün iki işte birden çalışıyordum. 3.5 yıldır ara vermeden, günde ortalama 4 saat uykuyla. Dolayısıyle çok yorgundum. Açıkçası evde vakit geçirmek, bahçeyle uğraşmak bana çok iyi geldi.


Türkiye’yi ileride düşünüyor musunuz?

Çok iyi proje olursa neden olmasın? Ben oyuncuyum. Bana Kuzey Kutbu’ndan teklif gelirse ben gider Kuzey Kutbu’nda da film çekerim.


Türkiye’den en çok özledikleriniz neler?

En çok ailem tabii ki. Yemekler. Türkiye’yi gezmiş bütün yabancı arkadaşlarım gibi bende ‘Torkish dondurma’ diyeceğim! İskender Kebap! Yazın Bodrum ve Çeşme’yi çok severim. Sokakta kestane kebap yemeyi. Bir de mesela Kapalıçarşı’yı çok severim ben, böyle tarihi yerlerde vakit geçirmeyi özlüyorum bazen


ABD’de hayattan memnun musunuz?

Memnunum. Huzurluyum çünkü. Sevdiğim işi yapıyorum. Sevdiğim, kendimi evimde hissettiğim bir şehirde yaşıyorum. Kışı, soğuğu sevmem ben, yaz insanıyım. Sürekli güneş görmem lazım. Yılın 365 günü güneşli ve masmavi bir gökyüzüne uyandığım bir şehirde doğdum, Avrupa’yı çok sevmeme rağmen mesela Londra’da ben kışın depresyona girerim. Sevmem öyle kasvet, gri. Eee Türkiye’de kışın biraz kasvet ve gri yapar. Bana göre değil. Mutluyum burda. İnsanlar mutlu olduğu yerde yaşamalı.


Hep soruyorlar ben de sorayım karşımızda artık Didem Erol yok Serah Henesey var...

Serah bana spiritüel bir önder, bir hoca tarafından verildi. Uğuruna inandım ve kullanmaya başladığımdan beri hayatim çok degisti. Sonuçta sesler, sözcükler de bir enerji. Didem ismi benim doğum haritamla doğmuş biri için çok ugurlu değilmiş, ben de uğurlusunu kullanmaya karar verdim (gülüyor) moda olsun diye yapılmış, acele verilmiş bir karar değildi. Sonuçta anne ve babam için hep Didem olacağım ama onun dışında herkes Serah diye hitap ediyor. İsim değiştiren ne ilk insanım, ne de son. Türkiye’de onlarca unlu var kendi ismini kullanmayan.


California’dan Virginia’ya onca yolu karavanla geldiniz... Nasıldı seyahat? ABD’de seyahat yapacaklara önerileriniz neler? 

Muhteşem bir seyahat oldu! Uzun yolu çok severim kaldı ki hep hayalimdi Amerika’yı Batı’dan Doğu’ya geçmek. Korona sayesinde bütün Amerika’yı görmüş oldum! Aslında daha fazla vakit ayırıp daha ağır bir tempoyla gezmek isterdim ama Virginia’da toplantılarımız vardı dolayısıyle biraz acele ettik ve yorucu oldu ama yine de muhteşemdi! Büyük şehirlerde - kalabalık içerisinde olmak istemedik yine Korona’dan dolayı, daha doğayla içiçe bir seyahat oldu. Ama yine mesela Memphis’te Elvis Presley’in ilk kayıt yaptığı ve Roy Orbison’dan BB King’e kadar pek çok şarkıcının keşfedildiği Sun Studios’u gezdik, Memphis’in meşhur BBQ’sünü deneyelim derken (bizde Bursa’da İskender yemek gibi düşün, Martin Luther King’in öldürüldüğü Lorraine Motel’in hemen yanı başında olduğumuzu fark edip orayı da gezdik.

North Carolina, Asheville’de bulunan Biltmore Estate’i yine biletimizi alır gireriz mantığıyla düşünürken meğersem Korona’dan dolayı sayılı insan içeri aldıklarından rezervasyonlar günler öncesinde tükeniyormuş. Kapıdaki görevlilere bol yakarıştan sonra son bir saat bilet alıp girmemize izin verdiler. Dilim tutuldu. Türkiye’de tarihi yerleri çok gezerdim. Topkapı Sarayı’na hiç yoksa 20 kere gitmişliğim var, her yurtdışından gelen arkadaşımı gezdirdim. Biltmore Estate içine 10 tane Topkapı Sarayı alır! Avrupa’da da çok şato veya tarihi yer gezdim ama Amerika’da bu denli büyük ve ihtişamlı tarihi yerler olduğunu bilmiyoruz mesela…

Araştırma yapsınlar! Gidecekleri güzergah üzerinde kalacakları karavan parkları araştırsınlar. Çünkü çoook var. İnternet üzerinde fotoğraflarını vs incelediğiniz zaman düzgün mü değil mi anlaşılıyor. Ben harita tapu kadastro memuru gibi elimde harita bir hafta plan, program ve güzergah çizdim. Road trip’in mimarı benim yani (gülüyor) Ancak şu an Korona’dan dolayı kimse uçakla seyahat etmek istemiyor ve otellerde kalmak istemiyorlar, dolayısıyla karavan satışlarında patlama var, karavan parklarda da çok doluluk. Rezervasyon ve araştırma şart. Ben hergün kaç mil yol yapacağım, nerde ne kadar kalacağımı önceden bilerek çıktım mesela. Arada uzatmalar ve değişiklikler de olmadı değil..