İşadamı ve yazar TURGAY TÜFEKÇİ ile REHA OĞUZ TÜRKKAN’ı konuştuk.  
 
Oğuz Çetinoğlu: Reha Oğuz Türkkan adını ilk defa ne zaman, hangi vesile ile duydunuz? Tanışmanız nerede, ne zaman ve nasıl oldu?
Turgay Tüfekçi: Oğuz  Türkkan’ın  İstanbul’da 2000’ler Vakfında 1998 de tanıştık.
Oğuz Türkkan  adını 1963 de Ankara da duydum.
Çetinoğlu: Hatırlanacağı üzere Reha Oğuz Türkkan, 1944 yılında görülen ve ‘Irkçılık Turancılık Dâvâsı’ olarak anılan duruşmaların mağdurlarındandır. Konunun uzağında bulunanlar için, bilenlerin de hatırlamasına vesile olması bakımından söz konusu dâva hakkında özet bilgi verir misiniz?
Tüfekçi: Oğuz Türkkan ile Göztepe’deki evlerinde konuşmalarımızın birisinde 2008 de Ergenekon dâvasından konu açıldığında bir hâtırasını anlattı:
1944 de İstanbul da  Sansaryan Han’da hücre hapsindeyken savcının kendisine imzalatmak istediği bir evrakta Emekli general Ali İhsan SABİS ile ihtilal hazırlığı yaptığı gibi bir uydurma ifadeyi okur ve itiraz eder ve bu uydurma suçlamayı kaldırtır.
Bir ay kadar daha sonra  hücresinin kapı aralığından oldukça yaşlı bir tutukluyu görür ve gardiyana kim olduğunu sorar aldığı cevap Ali İhsan Sabis dir!. ‘’
Çetinoğlu:  Dâvanın sonuçlarını da hatırlayabilir miyiz?
Tüfekçi: Yargıtay kararıyla tüm tutuklular beraat etmiştir.
Çetinoğlu: ‘Irkçılık-Turancılık Dâvası’ doğru bir isimlendirme midir? Irkçılık-Turancılık nedir, ne değildir?
Tüfekçi: İsimlendirme de iddianamede de işkence hücreleri de yargılamada Türk Tarihinin yüz karasıdır.
Turancılık dünyada kendini Türk kabul edenler ile kültürel bağ kurmadır.
Çetinoğlu:  Siz bu dâvanın hangi sebeple açıldığını düşünüyorsunuz?
Tüfekçi: Türk Milletinden olmayı hazmedemeyenlerin Türk Milletine olan düşmanlıklarının 1944 model göstergesidir.  
Çetinoğlu:  Reha Oğuz Türkkan’ın Türk milliyetçiliği düşüncesine katkılarını değerlendirir misiniz?
Tüfekçi: Türk Milliyetçisi olarak ölene kadar çizgisi değişmemiştir.
Çetinoğlu:  Türkkan Hoca, çok yönlü bir insandı: Hukukçu, tarihçi, eğitimci, fütürolog, sosyolog, senaryo ve roman yazarı, antropolog ve diğerleri… Türkiye’de O’nun bu yönlerinden veya birkaçından yeterli ölçüde yararlanılabildiği kanaatinde misiniz?
Tüfekçi: Hayır.
Çetinoğlu: Neden?
Tüfekçi: Oğuz Türkkan hoca azınlık milliyetçisi olmadığı için  hayatı boyunca kendisine ilgi ve alaka gösterilmeyerek cezalandırılmıştır.
Çetinoğlu:  Türkiye’nin yeni Reha Oğuz Türkkanlara ihtiyacı olduğu kanaatinde misiniz?
Tüfekçi: Evet! Yeni ve milyonlarca Türk Milliyetçisine ihtiyaç vardır.
Çetinoğlu: Nasıl mümkün olabilir?
Tüfekçi: Eğitimin Millî olması halinde daha nice Oğuz TÜRKKANLAR yetişecektir.
Çetinoğlu:  Reha Oğuz Türkkan, kafatası tipleriyle ve insanların menşeiyle yakından ve çok ilgileniyordu. Sizce O’na ırkçı denilebilir mi?
Tüfekçi: Türkkan  hoca bana bir defasında tahsil için bulunduğu Paristen Türkiye ye  gelirken hâmile kadınların karınlarını ölçmede kullanılan bir aparat  getirdiğini ve arkadaşlarına  bunun  kafatası ölçmede kullanılan bir âlet oluğunu söyleyerek şakalaştığını anlatmıştı.
Tarihin en başından beri var olan Türk Milletini yaşadığı Asya ve Avrupa coğrafyasından bu günlere getiren kültür genleridir yani manevî mayasıdır. Türk milliyetçisi bilir ki  bu maya insan gönlünde  dille,  töre ile gelenek ile tarih bilinci ile  oluşur  ve tutar. Mayanın tuttuğu insanlar kendini Türk Milletine mensup sayarlar. Bu mensubiyet duygudur kanla geçmez. İlmî olarak kanda olan hemoglobindir.
Kan nakli yapılan insanın verene göre etnisitesi değişmez.  Çünkü asıl olan insanın kültürüdür mayasıdır.   
Çetinoğlu:  Türk Milliyetçiliği ile ırkçılık arasında bir ilişkinin varlığından söz edilebilir mi, Neden?
Tüfekçi: Türk ırkı nedir bilen var mı? Tarifini yapan var mı? Bu olmadığına göre hangi ilişkiden bahsediliyor.
Çetinoğlu: Sorularla sınırlı kaldığınız için Reha Oğuz Türkkan hakkında söylemek imkânı bulamadığınız duygu ve düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Tüfekçi: Oğuz Türkkan’dan yakın tarihimize ait pek az kişinin  bildiği düşündüğüm üç h3atırasını dinlemiştim onları nakletmek isterim.
Çetinoğlu: Lütfedersiniz…
Tüfekçi: Birinci hâtırası:
 ‘İran Şahı Rıza Pehlevi, Atatürk’ün misafiri olarak 1934’de Türkiye ye gelişinde Atatürk Şah’ı İstanbul’da Büyükada’ya getirir ve faytonla gezdirirken bizim evin önünde durup babam Halit Ziya Bey’in evde olup olmadığını sorar.
O sırada ben de evdeydim  koşarak Atatürkün yanına gelip babamın evde olmadığını söyledim. Atatürk benim başını okşayarak hangi okulda okuduğunu sordu ve Kabataş Erkek Lisesi’nde okuduğumu öğrenince Atatürk  bana ‘O okulda Türkistan’dan Türkiye’de okutmaya getirttiğim Türk çocukları var onlarla arkadaş ol, onları yalnız bırakma dedi.’ der.
Oğuz Türkkan o gün 14 yaşındayken Atatürk’ün bu arzusunu 90 yaşında ölene kadar dünyadaki bütün Türklerle hep ilgilenerek, onları araştırıp onları yazarak yerine getirdi. Evet! O Turancıydı  zaten Turancılık ta bütün Türklerle ilgilenmek değil midir?
Atatürk’ün Afganistan’dan getirdiği Türk çocukları konusuna biraz açıklık getirmek istersek:
1 Mart 1921 de  Moskova’da, Türkiye’yi temsilen bulunan, Doktor Rıza Nur ve Yusuf Kemal Tengirşek öncülüğündeki Türk heyeti ile bağımsızlığını henüz kazanmış olan Afganistan temsilcileri arasında, ‘Türk-Afgan İttifak Muahedesi’ imzalanmıştır. Bu antlaşmanın üçüncü maddesi hükmü gereğince; Afganistan, Türkiye’yi İslam Dünyası’nın lideri olarak tanıdı. Kararlardan bazıları şunlardır:
*Kardeş iki devlet ve millet, birbirlerinin bağımsızlıklarını tanıyacaklardır. 
*Taraflardan birine yapılacak saldırı, diğerine de yapılmış sayılacaktır.   
*Kültürel bağları güçlendirmek için, Türkiye’den Afganistan’a öğretmen ve subay gönderilecektir.  
10 Haziran 1921’de, Ankara’da, Afganistan büyükelçiliği açılma töreninde, elçilik gönderine bayrağı, Mustafa Kemal bizzat kendisi çekmiş ve  demiştir ki: ‘Her İslâm yönetimini Afganistan gibi özgür ve bağımsız görmekten gurur duyacağız.’   
25 Mayıs 1928 yılında ise, Afgan Kralı Emanullah Han Ankara’nın başşehir oluşuyla, ziyarete gelen ilk hükümdar olmuştur.    
Afganistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasî varlığını, bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden biriydi. Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyan ikinci ülke de Türkiye olmuştur.
Atatürk’ün yakın çevresinde bir diplomat olan Memduh Şevket Esendal, Büyükelçi olarak, 12 yıl boyunca; 1920 de Azerbaycan, 1925 de İran,1930 da Afganistan ve Sovyetler Birliği’nde bulunur. 1930’lu yıllarda, Esendal’ın, Doğu Türkistanlı bazı gençleri, öğrenci olarak Afgan harp okuluna da sokmuştur.  Ayrıca Afganistan’dan Türk asıllı Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız ve Hazara  asıllı onlarca öğrenci, 1934-1938 döneminde Türkiye’ye, askerî, tıbbî ve kültürel alanlarda yetiştirilmek üzere gönderilmiştir.        
İkinci hâtırası:    
‘1944 başları idi. İkinci dünya savaşı sonrasında  407  Azerbaycan Türk’ü, kadın ve erkek sınırı geçip Karsta Türk askerlerine sığınırlar.  Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Türkiye'ye  sığınan  Azerbaycan Türklerini Rusya'ya iade edileceğini duydum. Bunun üzerine  Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Gedeleç'i aradım, babamın arkadaşı idi. Kendisine  İsmet Paşa ile tanışmak istediğimi söyledim. Elini öpmek için bir randevu verir mi dedim.  Paşa  Yalova’daki Termal'e geliyor, sende gel görüştüreyim dedi .Yalova’ya gittim Paşayı  Termalde gördüm. Kemal Bey beni takdim etti.          
' Bize sığınan Azerbaycan Türklerinin Sovyetlere teslim edileceği rivayetini duyduk ama tabii inanmadık Paşam?' dedim.    
‘Siz kimsiniz, bu işe  ne karışıyorsunuz?' dedi. Babamı  tanırdı, söyledim ve 'Eğer Azerbaycanlı Türk kardeşlerimiz teslim edilirlerse muhakkak kurşuna dizilecekler!' ‘Dedim. Paşa 'Siz karışmayın, biz kararımızı verdik.' dedi.   
Ben 'Eğer kararınız teslim etmek yönünde ise tarih önünde çok ağır bir yükün altına gireceksiniz. Osmanlı Devleti bütün baskılara rağmen kendine sığınan Polonyalıları ve Macarları Ruslara vermemişti. Bu davranışından dolayı İngiltere giden Osmanlı Sadrazami Tefik Paşa’nın  at arabasının atlarını çözüp  atların yerine geçen gençler  arabayı çekmişti. O Sadrazam ne kadar şeref pâyesi almışsa siz de o kadar aksini alacaksınız' dedim. Çok kızdı polisler tarafından yaka paça dövülerek dışarı atıldım. Onun emriyle bu sığınmacılar yine trenle Kars sınırında Boraltan köprüsünde Ruslara teslim edilip  orada Ruslar tarafından kurşuna dizilerek öldürüldüler.
Azerbaycanlı Türklerinin ‘’bizi siz öldürün Ruslara teslim etmeyin’’ yalvarmalarıma dayanamayan Trende görevli bir üsteğmenimiz de tabancası ile intihar eder.  
Tren Türk topraklarını terk etmeden Azerbaycanlı Türk kadınları bilezik, yüzük  ve kolyelerini camlardan Türk topraklarında kalsın  Ruslara yaramasın diye Türkiye tarafına atarlar.   
Bu konuda  o yıllar sansür vardı, hiçbir haber yayınlayamadık. Bence İnönü bana karşı Yalova Termal’de başlayan kinini Sansaryan Hanı’ndaki tabutluk işkenceleriyle devam etti. 
Üçüncü hâtırası yine İsmet İnönü ile ilgiliydi:  
Oğuz Türkkan’ın  babası  Atatürk’ün de yakın arkadaşı olan ve Türkiye de  Tapu Kadastro teşkilatını kuran Halit Ziya Türkkan’dır. Cumhurbaşkanı İnönü İstanbul Maçka da Taşlıkta aslında saray arazisi olan bir ev arsasının tapusunu Halit Ziya Türkkan’dan ister. Bu talebi ret eden Halit Ziya Türkkan Bey,  Cumhurbaşkanı İnönü tarafından 1946’da re‘sen emekli edilir. Bugün söz konusu bu arsada İnönü’nün önünde atlı heykeli olan evi bulunmaktadır. 
Çetinoğlu: Teşekkür ederim efendim.

TURGAY TÜFEKÇİOĞLU

01.01.1950 tarihinde Ankara ‘da doğdu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Ankara’ da tamamladı. 1972 yılında Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu.
1972 yılında Ankara İktisadi ve Ticarî İlimler Akademisi’nde İşletme Yönetimi’nde lisansüstü çalışma yaptı.
1973 yılında Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi’nde Makine Bölümü’nde asistan olarak akademik kariyere başladı. 1974-1976 yıllarında Ege Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans yaptı.
1998 yılından itibâren Orkun Dergisi başta olmak üzere birçok dergi ve gazetelerde makaleleri yayımlanmaktadır.
Evli ve iki çocuk babasıdır.

REHA OĞUZ TÜRKKAN için dediler ki…

Av. HÜLYA KARADENİZ

Çok kıymetli Reha Hocayı lise yıllarında, o zamanlar ‘Millî Kültür’  isimli dergide yayınlanan makalelerinden tanımıştım. Yazılarından çok etkilenmiştim. Özellikle Amerika’daki Kızılderililerle akraba olma ihtimalinden söz eden ifâdeleri nedense beni çok heyecanlandırmıştı.
Hoca o vakitler ABD’de Yale Üniversitesi’nde ders veriyordu. Millî kimliğe, milli değerlere önem veren hocayla bizler uzaktan gönül bağı kurmuştuk. Bizim hocalarımızın yabancı memleketlerde itibar sahibi, saygın ve etkin bilim adamları olması ise bizler için ayrı bir övünç sebebi idi. Bizler için, bulundukları konumları özendirici idi.
Seneler sonra artik bizler büyümüştük ve büyüklerimizin bulundukları toplantılara katılır olmuştuk. Hoca ile başkanı olduğu Türk 2000’ler Vakfı’nın verdiği bir iftar yemeğine katılmıştım. Orada kendisi ve şimdi çok sevgili arkadaşım olan eşi Ece ile tanışma şerefine nail oldum. Diyaloglarımız zaman içerisinde arttı. Muhterem Hocamızın sevgili eşi arkadaşım Ece bizleri evinde aksam yemekleri tertipleyerek bir araya toplar,  çok entellektuel akşam sohbetlerine katılmamızı sağlar,  mutluluğumuza vesile olurdu.
Hoca ile son olarak vefatından kısa bir süre önce, gene Ece’nin evinde verdiği güzel bir akşam yemeğinde görüştük. Çok sevgili dostum Songül Kalyoncu ile her zaman olduğu gibi gene birlikte gitmiştik. O akşam hoca gene hatıralarından bahsetmişti. Tabutluklarda nasıl işkence gördüğünü anlatmıştı. Uzun sure gözlerinin dibine kadar yaklaştırılarak tutulan ışık sebebiyle, gözlerinin görme kaybına uğradığını anlatmıştı.
Bir ara Atatürk’ten bahsetti. Babası ile Atatürk iyi dostlarmış. Atatürk bir yaz günü Büyükada’ya gelmiş. Hoca ve ailesi de Büyükada’daki yazlıklarında imiş. O zamanlar Reha Hoca Orta Okulda okuyormuş. Atatürk Ada’ya gelmişken Türkkan Hoca’nın babasını da ziyaret etmek istemiş. Ancak o gün babası evde yokmuş. Atatürk ayaküstü Türkkan Hoca’mızla konuşmuş.  ‘Sen büyüyünce ne olacaksın bakalım?’  Diye sormuş. Daha sonra O’na ‘Sen iyi bir tarihçi ol, antropoloji oku.’ Demiş. Atatürk'ün o yönlendirmesiyle hoca sosyal konu olarak tarihe merak sarmış. Gerçekten de bu alanda iyi bir eğitim görmüş. Fransa’da Sorbon Üniversitesi’nde antropoloji okumuş.
Netice olarak, kendi alanında hoca en iyi isimlerden biri olarak bilim dünyasında yerini almış çok yönlü bilim adamı unvanına sâhip olmuş.
Vefatından kısa bir süre önce evinde ziyaret etmiştik. Ebediyete intikal ettiği haberini alınca çok üzüldüm. Cenaze merasimine katılarak O’na karsı son vazifemizi yerine getirdik. Hakikaten yıldız kayması denen şey bu olmalı. O ebedi âleme göçüp gitti ve yeri şu anda boş. Gönlümden hep onun , o âlemde güzel bir yerde olduğu geçer.
O çok enerjik çok yönlü, hakikaten entellektuel bir insandı.  Görme konusunda kısmî problemi olmasına rağmen, gözleri hep ışık ışıktı. Kendisini dâima haşarı, zeki, dikkatli ve muzip çocuk bakışları ile hatırlayacağım. Allah’tan kendisine sonsuz rahmet diliyorum. Nur içinde, huzur içinde olman dileğiyle hocam.

Av. HÜLYA KARADENİZ

1961 yılında İstanbul’un Bakırköy İlçesi’nde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra serbest avukatlık yapmaya başladı. Halen avukatlık mesleğini icra etmekte olup çeşitli dernek ve vakıflarda gönüllü olarak faaliyet göstermektedir.