24 Nisan 1915 günü Ermeni Soykırımı günü değil de; kendi mensubu olduğu Osmanlı Devleti’ne karşı İstanbul’da silahlı eyleme kalkışan; 235 Ermeni militanı ile Anadolu’nun birçok vilâyetinde benzeri eylemleri yapanların tutuklandığı gündür.

Bilindiği üzere; Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, Osmanlı’ya karşı olan Batılı devletlerin ve Rusya’nın desteklediği Ermeni Milliyetçileri tarafından bağımsız Ermenistan’ın kurulabilmesi için büyük bir fırsat olarak görülmüş, silahlı isyanlara tekrar başlamışlardır. Savaşın başlarında doğrudan Rus ordusuna katılan Ermeni gönüllüleri olduğu gibi, Antranik ve Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan gibi kişilerin komutasında Ermeni gönüllü alayları da Ruslarla birlikte savaşmışlardır. Aralık 1914- Ocak 1915 tarihinde Osmanlı ordusunun Sarıkamış’ta yenilmesine paralel olarak Zeytun, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Muş, Sivas, Van çevresinde isyanlar artmış, Rus işgali altında bulunan Kars ve Ardahan’da 30,000 Müslüman Ermeni Komiteleri tarafından öldürülmüştür. Osmanlı Devleti bu isyanları başlangıçta idari ve askeri tedbirlerle önlemeye çalışmıştır. 27 Şubat 1915’te ordudaki Ermeni askerlerinin silahsızlandırılması kararı alınmış, 24 Nisan 1915 tarihli genelge ile Ermeni Komiteleri kapatılmış, 

bu genelge ile İstanbul’da komite mensubu 235 kişi tutuklanmış, Ermeni komiteleri kapatılmış, çok sayıda silah yakalanmış, ayrıca İstanbul dışında Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde de 321 örgüt üyesi tutuklanmıştır. 24 Nisan olayı budur yani bugün ve onun dışındaki günlerde ve aylarda katliam, ölüm gibi olumsuzlukları devlet asla yapmamış ve de yaptırmamıştır. Öyle ki; Osmanlı hükümeti Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz şartları içinde tehciri uygularken Ermenilerin can ve mal güvenliklerinin sağlanması konusunda gerekli tedbirleri almıştır. Ancak alınan tedbirlere rağmen, bazı bölgelerde olumsuzluklar yaşanmış, Ermeni kafilelerine saldırılar olmuştur. Bu sebeple Osmanlı hükümeti tarafından taşrada kafilelere saldıran, mallarını gasp eden, kanun dışı davranan ve yetkilerini kötüye kullanan devlet görevlileri ile çetecilik yapan 1673 kişi 1915-1916 yıllarında Divan-ı Harplerde yargılanarak idam dâhil çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Yani soykırım yaptığı iddia edilen devlet kendi vatandaşlarına ve üstelik üst düzey memurlarına idam olmak üzere en büyük cezalar vermiştir. 

Oysa, bugün Osmanlı Devleti’ni ve dolayısıyla Türk Milleti’ni soykırımı yapmakla suçlayan, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve ABD kendi topraklarında ve sömürgelerinde “soykırımı” yapan üst düzey yöneticilerini yargılamamış, cezalandırmamış tam tersine onları ödüllendirmiştir.

Tehcir konusuna tekrar dönersek. Tehcir kararı sınırlı olarak terör ve anarşiye bulaşmış kişiler için uygulanmıştır ve devlet için bir tehlike oluşturmayan gruplara dokunulmamıştır.

Tehcir kararı zor durumdaki kadınları, askerî imalathane çalışanlarını, Ermeni misyonerleri, devlet hizmetinde bulunan Ermenileri, kısacası zararlı faaliyetlere bulaşmamış Ermeni vatandaşlarını kapsamamıştır. Dâhiliye( İçişleri Bakanlığı) Nezareti’nden çeşitli yerel yönetim merkezlerine çekilen ve bölgede bulunan Ermenilerin yerlerinden edilmemesini salık veren telgraflar vardır.

Bunun dışında tehcir sırasında Ermenilerin canına ve malına zarar veren kimselerin idam dâhil çeşitli cezalara çarptırıldığını gösteren Osmanlı mahkeme kayıtları da tarihteki yerini almıştır. Stanford Shaw, Ezel Kural Shaw, Mim Kemal Öke ve Salahi Sonyel gibi isimler, 30 Mayıs ve 10 Haziran tarihli tehcir kararnamelerinin içerdiği maddeler bakımından bir topyekûn imha niyeti olasılığını ortadan kaldırdığını ifade eder. Bu kararnamelerde rastladığımız maddelerden bazıları şöyledir:

27 Mayıs 1915 Tarihli Tehcir Kanunu;

1-Maddesinde; Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi,

2-Maddesinde; silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi,

3-Maddesinde; Kanunun yürürlüğe giriş tarihi,

4-Maddesinde; Kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. Kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin ismi belirtilmemiştir. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur. Başbakanlık tarafından 30 Mayıs 1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezaretleri’ne gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şunlar dile getirilmiştir;

“Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir,”

“Göçmenler, yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır,”

“Göçmenler, eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir,

“ Göçmenlerden muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecektir. Ayrıca, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir,”

“Göçmenlerin geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;

“Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir,”

“Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir talimatname hazırlanacaktır.”

Bu kararnamelerde Ermeni kiliselerinde bulunan resim ve kutsal kitapların yeni Ermeni yerleşim bölgelerine gönderilmesi konusunda bile bir talimat bulunması, planlı bir soykırım düşüncesinin olmadığının en kesin kanıtıdır. Yani soykırımı anlamına gelmemektedir.

Belgelerle tehcirden muaf tutulduğunu bildiğimiz Ermenilerin yanı sıra, bir kısım Ermeni’nin de suçsuzlukları anlaşıldığında evlerine geri dönmelerine izin verildiğini veya ülkede bulunan diplomatların araya girmesiyle serbest bırakıldıklarını biliyoruz. Ayrıca Gunter Lewy’ye göre; Halep’teki Ermeni nüfusun büyük bir kısmı da savaştan zarar görmeden sağ çıkmayı başarmıştır. Tehcir kararının bütün Ermenileri kapsamadığını kesinlikle reddeder. Hatta Osmanlı’nın özellikle tehciri yaparken bir kısım Ermenilere muafiyet uygulamasının, Batılı devletler üzerinde daha da olumsuz bir etki bırakmamak olduğu konusunu da yalanlar. Osmanlı Devleti’nin uyguladığı bu muafiyetin insani olduğunu 

satır aralarında önemle belirtir.

Bütün bu hususlara titizlikle riayet edildiği belgeleri ile sabit olmasına rağmen Tehcir/Sevk ve İskân olayının günümüze kadar “Ermeni Soykırımı” olarak taşınmış olması Türkiye ve Türklük karşıtı cephenin gücünü göstermektedir.

Kısacası; Sağduyulu Türk gençlerine sesleniyorum! Ey Türk genci; alnın açık başın dik olsun. Tarihini iyi öğren göreceksin ki; senin ataların senin başını öne eğdirecek ve de yüzünü kızartacak hiçbir insanlık suçu işlememiştir. Atalarına ve sana olmayan suçlamalar yapanlara cevap verebilmen için de; tarihini iyi oku ve iyi öğren. Çünkü “sen tarihini bilmezsen bir gün seni tarihle cezalandırabilirler!