24 NİSAN MASALI
Çığırtkan Ermeniler, her yılın Nisan ayında, Mart kedileri gibi ortalıkta dolaşırlar. Son birkaç yıldır sesleri fazla çıkmıyor. ‘Açılım’ yaparak asılsız iddialarından vazgeçtikleri için değil… Asılsız Ermeni soykırımının 100. yıldönümünü etkin bir şekilde anmak için 2015 yılını bekliyorlar.
24 Nisan 1915’te ne olmuştu?
Ermeni yandaşları bu tarihte ilk sürgünün gerçekleştirildiğini yazarlar. Sürgün edilenlerin sayısı, değişik kişi ve kaynaklara göre 600 ile 180 arasındadır. Kesin bir rakam verilemediği gibi, çoğunda sürgün sebepleri belirtilmez.
Sürgün edilen kişilerden biri olan Gomidas Vartabed, Ermeni asıllı, Osmanlı vatandaşı olan bir müzisyendir. Bu zat, Osmanlı Devleti’ne karşı İstanbul’da düzenlenen ayaklanmalarda aktif rol oynayan Ermeni militanlara yardım ve yataklık ettiği için 3 Nisan 1915 târihinde tevkif edildi. Yargılama sonunda suçlu bulunarak Anadolu’ya sürgün gönderildi. Bir müddet sonra millî şâirimiz Mehmet Emin Yurdakul’un teşebbüsüyle cezası affedildi ve İstanbul’a döndü. Hükümet, özür dileme anlamında Vartabed’i meslekî eğitim için Fransa’ya gönderdi. Eğitimi bittikten sonra Türkiye’ye dönmedi ve 22 Ekim 1935 târihinde Paris’te öldü.
Türkiye aleyhinde geniş bir iftira kampanyası başlatan Fransa Ermenileri, 24 Nisan 1943 tarihinde, Ermeni (sözde) soykırımını sembolize etmek üzere Vartabed’in heykelini diktiler. Heykelin dikiliş târihi, daha sonra Ermeni Soykırım Günü olarak ilân edildi.
Vartabed bir kahraman değildi. Üzerine kahramanlık şalı örtülmüş sıradan bir adamdı. O da, 24 Nisan târihi gibi semboliktir.
Sürgüne gönderilen insanların toplam sayısı olarak verilen rakamlar da tutarsız ve son derece abartılıdır.
Şöyle ki: Osmanlı resmî istatistiklerine göre 14 Mart 1914 tarihinde Osmanlı yönetimindeki topraklarda 1.294.851 Ermeni vardı. Ermeniler tehcir sırasında 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiğini söylüyorlar. Verdikleri rakam 3 sebepten gerçek dışıdır:
1-Katledildiği iddia edilen Ermeni sayısı, toplam Ermeni nüfusundan fazladır.
2-Rus işgali altında bulunan Van ve Kars bölgelerindeki Ermenilere ilişilemedi. Onların bir kısmı, kendi istekleri ile Ruslarla birlikte Anadolu’yu terk ettiler. Ankara ve Kayseri gibi vilâyetlerde yaşayan Ermeniler Türk katliamına girişmedikleri için onlara da ilişilmedi. Tehcir edilen Ermenilerin sayısı 700.000’den fazla değildir. Bunu, aşağıda açıklanacağı gibi, kendileri de söylüyorlar. Bunun 500.000’i Suriye’ye gönderilmiştir. Osmanlı arşivlerine göre tehcir sırasında ölenlerin sayısı 8.500 civarındadır. Vicdan sâhipleri, 8.500 rakamının küçümsenemeyeceğini bilirler. Fakat onlar, Rusya’nın Doğu Anadolu’muzu işgal ettiği o dönemde; Ermeniler tarafından katledilen, açlık, bakımsızlık ve ilaçsızlık sebebiyle ölen Türklerin sayısının, Ermenilerin tehcir sırasında öldüğünü iddia ettikleri insanların sayısından çok daha fazla olduğunu da bilmek mecburiyetindedirler.
3- 1915 tehcirinden 3 yıl sonra, Paris’te Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Osmanlı Paşası Boghos Nubar adındaki kişi, Fransa Dışişleri Bakanlığı’na başvurup, tehcir edilen Ermeniler için yardım istemiştir. Tehcir edilen Ermenilerin sayısını 600-700.000 olarak bildiriyor. Ortalama 650.000 kabul edelim. Yardıma muhtaç olan 390.000 kişidir. Sağ kalanların hepsinin yardıma muhtaç olduğunu düşünelim: Bu durumda 650.000 – 390.000 = 260.000 kişi kayıp demektir. Kayıpların hepsi ölmüş olamaz ise de diyelim ki öyledir. Ermeniler 1.500.000 kişinin katledildiğini iddia ediyorlar. Hesapları mı zayıf, yalanları mı kuvvetli?
Dikkati çeken başka bir durum da şudur: Osmanlı yönetiminde yaşayan 1.294.851 Ermeni’nin ortalama 650.000’i tehcir edilmiştir. Geri kalan yaklaşık 650.000 kişiye, Türk katliamı yapmadıkları için ilişilmemiştir.
Hıristiyan batının Ermenilerle ilgili görüşleri
Ermeniler Türklere katliam yapmayı yıllar öncesinden planlamışlar ve fırsatını bulduklarında uygulamaya koymuşlardır.
İşte ispatı:
Türkiye’deki Amerikan misyonerlerinin en tanınmışlarından biri olan, İstanbul’daki Robert Kolej’in kurucusu ve uzun yıllar bu okulun müdürlüğünü yapmış olan Dr. Cyrus Hamlin’in 28 Aralık 1893 tarihli Congregationalist Dergisi’nde yayınlanan makalesinde şu bilgiler bulunuyor:
‘Kusursuz İngilizce ve Ermenice konuşan çok zeki bir Ermeni bana, Rusya’nın Anadolu’yu istila edip ele geçirmesini hazırlamayı kuvvetle ümit ettiklerini bildirdi. Bunu nasıl yapacaklarını da şöyle anlattı: Hınçak çeteleri, Osmanlı Devleti’nin her tarafında örgütlendiler. Türkleri ve Kürtleri öldürmek ve onların köylerini ateşe vermek, sonra dağlara çekilmek için fırsat kolluyorlar. Bunu yapınca gazaba gelecek olan Müslümanlar, savunmasız Ermenilerin üzerlerine çullanacaklar ve onları barbarca kılıçtan geçirecekler. Bunun üzerine Rusya, insanlık namına ve Hıristiyan uygarlığı adına Anadolu’ya girecektir.’
Adam, daha sonra gösterime girecek olan bir filmin senaryosunu okuyor…
İngiltere’nin tanınmış devlet adamı Lord Curzon, Avam Kamarası’nda Ermeniler için şunları söylüyor: ‘Bana öyle geliyor ki sizler, Ermenilerin, 7-8 yaşında pek mâsum ve temiz bir kız çocuğu olduğunu sanıyorsunuz. Bunda çok yanılıyorsunuz. Zira Ermeniler, özellikle son hareketlerindeki vahşetle, ne ölçüde kan dökücü, vahşi bir millet olduklarını bizzat kendileri ispat etmişlerdir.’
Ermeniler isyanlar çıkardılar. Köyleri basıp insanları kesip öldürdüler. Düşmanla işbirliği yaptılar. Savaş zamanında işlenen bu suçların cezâsı, dünyanın her ülkesinde kayıtsız şartsız idam’dır. Osmanlı devleti, idam yerine tehcir cezâsı uygulamıştır.
Savaş şartları içerisinde 600.000 kişinin bir yerden başka bir yere götürülmesi zordur. Olumsuzluklar yaşanabilir. Fakat cezalandırılan insanların zor şartlara mâruz kalmış olmasından daha tabii bir durum olamaz.
Ermenistan Tarihçesi
Ermenistan’ın bilinen gerçek tarihi; Çarlık Rusya’sında 1917 yılında başlayan Komünist İhtilali’nden sonra, 1922 yılında oluşturulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ile başlar. Ermenistan bu birliğin, 15 kurucu ülkesinden biridir. Yüzölçümü yaklaşık 30.000 Km2, 2011 sayımına göre nüfusu 3.000.000 civarındadır. Nüfusun % 97,9’u Hay, daha sonra da Ermeni olarak anılan yerli halktan, % 1,3 Yezidilerden, % 0,5 Ruslardan, % 0,3’ü diğer milletlerden oluşur.
1922 yılından önce yeryüzünde ‘Ermenistan’ adlı bir devlet yoktu. Hatta ‘Ermeni’ olarak anılan bir millet de yoktu. Hâlâ da yoktur. Ermeniler kendilerine ‘Hay’ derler.
Günümüzde Ermenilerin oturduğu topraklar, Lenin tarafından kendilerine bağışlanmış Türk ülkesidir. Bu topraklarda yaşayan Azerbaycan Türklerinin son kütlesi, 1920 yılında Azerbaycan’a sürgün edilmişlerdir. Türklerin büyük bir bölümü de katledilmek suretiyle yok edilmiştir. Bu tarihten önce Ermeniler, Kafkasya’da ve Anadolu’da çok sayıda yerleşim bölgesinde dağınık gruplar hâlinde, azınlık olarak yaşamakta idiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’yu işgal eden Ruslarla birlikte ve kendi istekleriyle Anadolu’yu terk etmişlerdir. 1915 yılında tehcir kararı ile savaş bölgelerinin dışına yerleştirilen Ermeniler de yeni kurulan Ermenistan’a göç ettiler.
Ermeniler tarih boyunca en huzurlu dönemlerini, Osmanlı Devleti’nin yönetiminde iken yaşadılar.
Bu dönemde ‘Millet-i Sâdıka-Sâdık Millet’ olarak anıldılar. Osmanlı idaresinde, Ermenilerden 22 kişi bakan, 33 kişi milletvekili, 21 kişi paşa, 7 kişi büyükelçi, 11 kişi başkonsolos ve 40’a yakın kişi genel müdürlük ve benzeri yüksek kademelerde görev yaptı. O dönemde; İngiltere ve Fransa parlamentolarında, İngiliz ve Fransız olmayanların milletvekili olmalarına imkân tanınmıyordu.
Ecdadımız Osmanlı, Türk olmayan gayrimüslim azınlıklara, seçme ve seçilme hakkı vererek çok üstün bir hoşgörü sâhibi olduğunu ispat etmiştir.
Rusya, İstanbul ve Çanakkale boğazlarından sıcak denizlere açılma ümidini kaybedince, Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerinden Akdeniz’e açılmayı planlayınca Ermenileri kullandı. Proje gerçekleştirildiğinde kendilerine bağımsız bir ülke bağışlanacağı vaadinde bulunuldu. Bu vaat üzerine Ermeniler, isyanlar, ayaklanmalar çıkararak, katliam yaparak, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ı öldürmek maksadıyla Yıldız Suikastı’nı düzenlemek suretiyle Osmanlı Devleti’ni içten çökertme faaliyetine giriştiler. ‘Sâdık millet’ unvanı ile şımaran Ermeniler ‘Hâin millet’ olmayı tercih ettiler.
Hind-Avrupa ırk grubunun İran ırkları topluluğundan olan Ermenilerin tarih boyunca bağımsız bir devletleri olmadı. Bizans İmparatorluğu’na, İran’a ve azınlık olarak bulundukları bölgelere hâkim olan siyasî yapılara bağlı prenslikler idaresinde yaşadılar. Bizanslılar ve Ermeniler birbirlerinden nefret ederlerdi. Bu sebeple Selçukluların Anadolu’yu fetihlerinde Bizans’ın aleyhinde çalıştılar. ‘Sâdık millet’ unvanı biraz da bu sebepten verilmiş olmalıdır.
Ermeniler, Rusya’dan ‘bağımsız devlet’ olma hakkını elde etmekle tatmin olmadılar. Günümüzde; ‘Denizden Denize Büyük Ermenistan’ hayalini gerçekleştirmek ümidinin peşinde koşuyorlar. ‘Denizden Denize’ kavramı, Hazer Denizi’nden Akdeniz’e uzanan bölgeyi ifâde ediyor. Akıllarını fırlatıp sokağa atmış olacaklar ki, bu hayalin gerçekleşeceğini zannediyorlar farz-ı muhal, balık kavak ağacına çıktığında gerçekleşse bile sonrasında Rusların bu toprakları ellerinden alacağını düşünemiyorlar.
Anadolu’muzun asil ve necip ve de hem akılı hem zeki hemi de ârif insanı boşuna dememiş; ‘Aç tavuk, kendini arpa ambarında zanneder…’ Diye.
Gregoryen Mezhebi:
Ermeniler Hıristiyanlığın, M.S. 301 yılında Gregor adlı bir Hıristiyan Papazı tarafından kurulan Gregoryen Mezhebi’ne mensupturlar. Bölgede yaşayan değişik ırklara mensup insanları ‘Ermeni’ kimliği altında birleştiren, Papaz Gregor’dur. Ancak Ermenilerin hepsi Gregoryen değildir. Ortodoks, Katolik ve Protestan Ermeniler de vardır.
Gregoryenler, Hz. İsa’nın sâdece ‘insanî’ yönünün bulunduğuna inanırlar. Bu sebeple Ortodoksluktan tamamen ayrılırlar. Ortodokslar, Hz. İsa’nın % 100 insan ve % 100 tanrı olduğunu kabul ederler.
Bölgenin huzuruna konulmuş bomba…
Zannedilmemeli ki Ermeniler yalnızca Türkiye ile anlaşmazlık içerisindedir. Azerbaycan ve Gürcüstan’dan da toprak istiyorlar. Gürcüstan'ın güney ve batı bölgelerindeki tarihî-dinî yapılar ve mezar taşları için kataloglar hazırlayarak, bunları ‘tarihî Ermeni yapıları’ gibi tanıtıyorlar.
1986 yılında yapılan 23. Dünya Ermenileri Kongresi kararlarına göre ‘Ermenistan, gelecekte kurulacak Büyük Ermenistan'ın çekirdeğidir.’
Bu düşünceye hizmet etmeyen Ermeni’ye Ermenistan’da yaşama hakkı tanımazlar. Ermenistan eski cumhurbaşkanlarından Levon Ter Petrosyan bu sebeple görevinden istifa etmek mecburiyetinde kalmış, , yerine ‘Denizdan Denize Büyük Ermenistan’ hayaline inanmış olan Robert Koçaryan seçilmiştir.
Sonuç:
Türkiye, Ermenilerin tehciri ile ilgili arşiv belgelerinin tamamını tarih ve siyaset araştırmacılarının incelemelerine açmıştır. Ermeniler; İsrail’de İngiltere’de, Fransa’da ve ABD’de bulunan konu ile ilgili arşivleri ise gizli tutuyorlar. Anlaşılıyor ki; uygulamanın belgelere göre değil, hayallere göre gerçekleşmesini istemektedirler. Bu durum; Ermenistan’ın Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasının orta ve hatta uzun vâdeli gelecekte mümkün olamayacağını gösteriyor.
Ümit edilir ki Ermeniler; Türkiye’nin, son derece insancıl olmakla birlikte ‘acıların ortak olduğu’ şeklindeki ‘24 Nisan 2014 Ermeni açılımı’nı ‘özür dileme’ olarak algılayıp, tehcirin 100. Yıldönümünü beklemeden daha kısa zamanda ve daha büyük taleplerle ortaya çıkmazlar.
KIRIM
Sürgün treninde ağlar bebekler.
Ana yürekleri ağıtlar bekler…
Nöbetçi elinde soysuz tüfekler.
Doğuya batıya sürdüler beni.
Tutsaklık içimde en derin acı
Yarası onmaz derin bir sızı.
Alnımda taşıdım üç dipcikli izi.
Kızıltaş yolunda yordular beni.
Ketenden köyneyim kana boyandı.
Güneş hicap etti erken karardı.
Sarı şeytan kapımıza dayandı.
Kalleş kurşunuyla kırdılar beni.
Bostargoy kuşcuğun cılga yuvası.
Adaklı kızanın yandı kınası.
Karalı salgının cevan sunası.
Yadel toprağına sardılar beni.
Kırımdan gelirim adım Sinan.
Onlar da insandı bizler de insan.
Moskaf’ta Alman’da yok din iman.
Akmescid boynunda vurdular beni.
ZEHRA OKUR
KIPÇAK TÜRKLERİ
Kıpçaklar en kalabalık üç Türk boyundan biridir. Diğerleri: Oğuzlar ve Karluklardır.
Bu günkü Ukrayna topraklarında bulunan Dinyeper Nehri’nden İdil Irmağı’nın doğusuna kadar, Karadeniz’in kuzey sâhillerini yalayarak uzanan bölge, Arap ve Acem kaynaklarında ‘Deşt-i Kıpçak: Kıpçak Bozkırları’ olarak anılır. Bu bölgede yaşayan Türklere de Kıpçak Türkleri denilmektedir. Ruslar, bölge için Polovets, bölge halkı için de Tatar kelimesini kullanırlar. Bizanslıların bölge halkı için uygun gördükleri isim: Kumanlar’dır.
Kıpçakların etnik teşekkülü ilim adamları ve araştırmacılar arasında tartışma konusu olmuştur. Hâkim görüş, Kıpçakların, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Türk Kültürü’nü benimsemiş Moğollar olduğu şeklindedir.
Tarihî kaynaklar; Kıpçaklarla Hıristiyan Ruslar arasında ticarî ilişkiler kadar, kız alıp verme konusunda da sıkı işbirliği olduğunu belirtirler. Bu sebeple bütün Sovyetler Birliği’nde, ‘Rusların kökenine inilirse, Tatarlar çıkar. Sözü çok yaygındır. Hatta Moskova şehrinin Tatarlar tarafından inşa edildiği de söylentiler arasındadır. Bu konuda gerçeği söylemek gerekirse, şehrin inşa meselesinin, profesyonel eleman olarak çalışmak suretiyle gerçekleştiği ifade edilebilir. Çünkü küçük bir köy olan Moskova, Ortodoks Hıristiyan rahipler tarafından merkez olarak seçilip kilise inşa edilince, göç almaya başlamış ve gelişip büyümüştür. Dolayısıyla şehre ilk gelenler, Hıristiyan Ortodokslar olmuştur.
Kıpçaklar göçebe olarak yaşamışlardır. Kıpçak Türklerini oluşturan topluluklar şunlardır: Tatarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Başkurtlar, Nogaylar, Karakalpaklar, Karaçaylar, Balkarlar, Kumuklar, Ortadoğu ve Mısır Memlükleri.
Bâzı kaynaklarda Müslümanlığı benimsemiş Ermeniler olarak adlandırılan Hemşinlilerin de Kuman Türkleri olduğu yazılır. Belirtildiğine göre Hemşinliler Şamanist Kuman Türkleri iken Gürcüstan etkisi ile Hıristiyan olmuş, daha sonra Osmanlı himayesine ve bu sebeple de Müslümanlığa geçmişlerdir.
Kıpçak diyarının Moğol istilasına uğramasıyla Başbuğ Kötön komutasında Yaklaşık 40.000 haneli bir grup Kıpçak, bugünkü Macaristan’a gitmiş ve ‘Kunlar’ denilen etnik grubu oluşturmuştur.
Macaristan Kıpçakları Hıristiyan olarak dil ve kültürlerini kaybetmiştir. Son yıllarda, Türk kökenli olduklarını idrak eden Macarlar, 2 yılda bir ‘Türk Kurultayı’ adı altında Türk olmalarının sevincini şölenlerle kutlamaktadırlar.
Günümüzdeki Makedonya Cumhuriyeti’nin kuzeyinde, Sırbistan-Bulgaristan sınırı yakınlarında bulunan Kumanova Şehri’nin halkı, 11 ve 12. yüzyıllarda etkin olmuş Kuman Türkleridir.