MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI
OĞUZ ÇETİNOĞLU
[email protected]
Malazgirt Meydan Savaşı, 942 Yıl önce, 26 Ağustos 1071 tarihinde kazanıldı.
Elde edilen zaferle Anadolu, resmen Türklerin hâkimiyetine girdi. Malazgirt Savaşı, Türk’lerin yalnızca Anadolu’yu fethetmek için yaptığı bir savaş değildir. İslâmiyet için, İ’lâ-yı Kelime-t-ullah için gerçekleştirilmesi şart olan bir mücâdele idi. Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerini ve Anadolu üzerindeki hâkimiyetini sağlayan bu zafer, Cihan tarihinin dönüm noktasıdır. Başlı başına emsalsiz ve muhteşem bir âbidedir. Hıristiyanlığın doğudaki kalesi olan Bizans, bundan sonra kendisini bir daha toparlayamamıştır. Allah (cc) ismini yüceltmek için şehid olmayı göze almış ve and içmiş bir orduya ve o ordunun mensup olduğu millete, yaptıklarının mükâfatı olarak, Kâinatın Sâhibi, güzel Anadolu’yu yurt olarak ihsan buyurmuştur. Malazgirt Zaferi’nin özet anlatımı budur.
Büyük Selçuklu Devleti’nin hükümdarı ve başkumandanı Tuğrul ve Çağrı Beğler vefat edince, Türk beylerinin ve Selçuklu hanedan üyelerinden çoğu hükümdarlık için Alp Arslan’ı desteklediler. Alp Arslan, taht iddiasında bulunan kardeşi, amcası ve yeğenini yenerek 1064'te hükümdarlığını ilân etti. Kardeşi Kavurd ve öbür akrabalarından bir bölümü Alp Arslan'ın sultanlığını tanımayarak ayaklandılar. Alp Arslan bu ayaklanmaları kısa sürede bastırdı ve Horasan Valiliği sırasında danışmanı olan Nizamülmülk'ü kendisine vezir yaparak ülkede düzeni sağladı.
Alp Arslan tahta çıktığında Selçuklu Devleti'nin toprakları İran, Horasan ve Afganistan (Toharistan) ile sınırlıydı. Anadolu'da ele geçirilen yerlerin bütün Türkmenleri barındırmaya yeterli olmadığını düşünen Sultan Alp Arslan artık Suriye ve Mısır üzerine bir sefer düzenlemenin gerekli olduğuna inanıyordu. Suriye ve Mısır'daki Fatımi egemenliğinin zayıflamış olmasını da fırsat bilerek 1070'te Mısır'a doğru yola çıktı. Önce Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu'ya geçerek Malazgirt Kalesi’ni aldı ve kısa bir kuşatmadan sonra Halep'i ele geçirdi.
Tam Mısır üzerine yöneldiği sırada Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'in büyük bir orduyla Azerbaycan'a doğru ilerlediğini öğrendi. Bunun üzerine ordusunun bir bölümünü Suriye'de bırakan Alp Arslan geri dönerek Ahlat'a geldi. Bizans ordusunun Malazgirt Kalesi'ni alması üzerine buraya yönelen Alp Arslan önce elçiler göndererek barış önerdi. Ordusuna çok güvenen imparator bu öneriyi geri çevirdi.
İmparator Diogenes, Türklere son ve kesin bir darbe vurmak istiyordu. Bu sebeple 200.000 kişilik büyük bir ordu ile gelmişti. Bu orduda Ermeni, Gürcü ve ücretli Frank, Norman, Rus askerlerinin yanı sıra, Türk soyundan Uz ve Peçenek kuvvetleri de bulunmaktaydı.
O dönemin tarihçilerinin yazdıklarına göre Bizans'ın 200.000 kişilik ordusuna karşı, Selçuklu kuvvetleri 50.000 kadardı. İki ordu Malazgirt Ovası'nda mevzilendi. İslâm ülkelerinin her köşesinde, Alp Arslan'ın zafer kazanması için hutbe okunuyor, dua ediliyordu. Nihayet Alp Arslan ordusu ile cuma namazını kıldıktan sonra askerini etkileyen heyecanlı bir konuşma yaptı. Şehit düşerse üstündeki beyaz elbisenin kefeni olduğunu, onunla gömülmesini vasiyet etti. Sonra eski Türk geleneğine uyarak atının kuyruğunu bağladı ve 26 Ağustos 1071 günün sabahında ordusunun başına geçti. Savaşın daha ilk saatlerinde, Bizans ordusundaki Peçenek ve Uz askerleri, karşılarındakinin Türk olduğunu görünce Selçuklu tarafına geçmişlerdi. Alp Arslan sayıca çok üstün olan Bizans kuvvetlerine karşı Turan Taktiği olarak adlandırılan savaş yöntemini başarıyla uyguladı. Askerlerin bir kısmı savaş alanının iki yanındaki tepelerde pusuya yattı. Diğer kuvvetler düşmana saldırdı ve kaçar gibi yaparak geri çekildiler. Türklerin bozguna uğradığını zanneden Bizans kuvvetleri disiplinsiz bir şekilde Selçuklu kuvvetlerini takibe başladı ve merkezden epey ayrıldılar. Pusuya doğru çekilen Bizans ordusu, bu tuzağı geç fark etti. Geri çekilmeye çalıştıkları sırada Ermeniler ve yedek kuvvetler savaş alanından kaçtılar. Tam anlamıyla çembere alınan Bizans ordusu, akşama kadar süren Türk hücumlarıyla âdeta yok edildi. İmparator yaralı olarak ele geçirildi Alp Arslan, İmparator'a iyi davranarak kalıcı bir anlaşma yapmak istedi. Romen Diyojen her yıl vergi ödemeyi, Bizans'ın elindeki Müslüman esirleri salıvermeyi, başka düşmanlara karşı Selçuklulara askeri yardımda bulunmayı ve Sonradan adı İstanbul olarak değiştirilen ülkesinin başşehri Konstantinopolis'e dönüp yeniden tahta çıkmayı başarırsa Antakya, Urfa, Münbiç ve Malazgirt kalelerini Selçuklulara bırakmayı kabul etti. Bu anlaşma üzerine serbest bırakılan Romen Diyojen Konstantinopolis'e dönmeyi başaramadı. Bizans tahtını ele geçiren Yedinci Mikhael Dukas, Romen Diyojen'in yaptığı anlaşmayı tanımayınca Alp Arslan, Selçuklu beylerine Anadolu'yu ele geçirmeleri buyruğunu verdi. Kısa sürede Orta ve Doğu Anadolu'da Danişmendliler, Mengücekler, Saltuklular, Dilmaçoğulları, İnaloğulları, Ahlatşahlar, Artuklular gibi beylikler kuruldu.
* Malazgirt Zaferi Türklere yeni bir yurt ve yeni bir tarih hazırladı. * Savaşı kazanan Türkler, ikinci bir vatana sahip oldular. * Bizans İmparatorluğunun İslam Dünyası üzerindeki baskısı sona erdi. * Anadolu'da ilk Türkmen Beylikleri kuruldu. * Haçlı seferlerinin başlamasına yol açıldı. * Ticaret yolları Türklerin kontrolüne girdi. * Dünya tarihinde çağ değişiklikleri ve önemli olaylara temel hazırladı. * İlk Türk denizciliği başladı. * Bizans vergiye bağlandı.
İran'a döndükten sonra ordusunu yeniden toparlayarak 1072'de Türkistan'daki Karahanlılar üzerine yürüyen Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın bu son seferi oldu. Alp Arslan'ın kuşatmasına uzun süre direnen Balzam Kalesi Komutanı teslim olduktan sonra huzura çıkarıldığında, çizmesine sakladığı bir bıçakla sultanı ağır yaraladı.
Alp Arslan oğlu Melikşah'ın sultan olarak tanımaları için devletin ileri gelenlerinden söz aldı ve birkaç gün sonra ebedî âleme intikal etti.
TÜRK DÜNYASINDAN ÂBİDE ŞAHSİYETLER;
SULTAN ALP ARSLAN
Anadolu Fâtihi, Selçuklu hümüdârı Sultan Alp Arslan, 25 Kasım 1072 tarihinde, 43 yaşında iken hançerlenerek şehit edildi. Doğumu: 20 Ocak 1029.
Henüz küçük yaşta iken, babası Çağrı Beğ’in hastalanması üzerine, idâreyi ele alarak Gazneli hücumlarını durdurması, yine babasının sağlığında, 1049 yılında Karahanlılara, 1058 yılında Gaznelilere karşı zaferler kazanması, zaten Çağrı Beğ’in son yıllarında veliaht sıfatıyla fiilen yönettiği Horasan Selçuklu Devleti’nde ve hatta bütün Selçuklu topraklarında büyük bir itibar kazanmasına yol açmıştı. Bu sebeple Çağrı Beğ’in 10 Mart 1060’ta ölümü üzerine Horasan Meliki olduğu zaman, hânedânın diğer mensupları arasından itiraz eden çıkmamış, ayrıca O’nun tutum ve davranışlarından, ileride Selçuklu Sultanlığı için de kuvvetli bir aday olacağı anlaşılmıştı.
Tuğrul Beğ’in vefatından sonra, sağlığında veliaht ilan ettiği oğlu Süleyman, Alp Arslan’ın ağabeyi Kirmen Meliki Kavurd, amcasının oğlu Mûsa İnanç Yabgu, Çağrı ve Tuğrul Beğlerin amcazâdeleri olan Selçuk Beğ’in torunu Kutalmış da taht üzerinde hak talep ediyorlardı. Alp Arslan hepsini birer birer bertaraf edip 27 Nisan 1064 tarihinde resmen tahta oturdu.
Sultan Alparslan, tahta çıkışını tâkip eden iki ay içerisinde idârî işlerle ve ordunun hazırlıklarıyla meşgul olarak Şubat 1064’te Rum Gazâsı adı verilen batı seferine çıktı. Hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne daha çok önem verdi. Batıda fetih, doğuda ise genellikle asâyişi temin maksadıyla hârekâtta bulundu. Bunun başlıca sebebi; Babası Çağrı Beğ’in, 45 yıl önce Bizans topraklarına yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkmenler için en uygun yerleşme alanı olarak görülmesidir.
Hıristiyanların elinde bulunan Anadolu topraklarının fethedilmesi ihtiyacı bu şartlar içerisinde doğdu ve vazgeçilmez ideal hâline geldi. Bu ideale ulaşmak için önce Bizans’ın uç karakolları olarak Urmiye Gölü çevresinden Tiflis’e kadar olan bölgede bulunan prensliklerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Sultan Alparslan, çocukları arasında en fazla sevdiği Melikşah ve Horasan’dan getirdiği veziri Nizâmülmülk ile Rey’den Azerbaycan’a hareket etti. Türkmen Reisi Tuğtekin de Sultan’ın ordusunu takviye ediyordu. Gürcüstan’a böylece girildi, Ahılkelek’e kadar gelindi. O dönemde bölgenin en önemli kalesi olan Ahılkelek 1064 yılı Haziran ayında fethedildi. Doğu Anadolu yolu açılmıştı. 16 Ağustos 1064’te şiddetli çarpışmalar sonucunda Ani Kalesi de Selçukluların eline geçti. Halife Kâim-Biemrillâh Sultan Alparslan’a Ebû’l-Feth unvânını verdi.
Sultan bir müddet, âsi hareketlerde bulunan ağabeyi Kavurd ve Şiraz Meliki Fazlûye ile meşgul olmak mecburiyetinde kaldı. 1068 yılı başlarında ikinci defa Kafkasya üzerine yürüdü. Bu defa maksadı bütün Azerbaycan’ı bir daha huzursuzluk kaynağı olmayacak şekilde Selçuklu Devleti’ne bağlamaktı. Çünkü Kavurd ile meşgul olduğu dönemde, daha önce fethettiği topraklardaki prenslerin hepsi başkaldırmışlardı. Berâberinde Nizâmülmülk ve güçlü kumandanlarından Sav Tegin ile birlikte hareket ederek Tiflis, Kartli, ve Gence gibi bölgelerde hüküm süren prenslikler ile Şeddâdî emirliğini hâkimiyeti altına aldı.
Bu arada, Sultan Alparslan’a bağlı Türk güçleri Anadolu’da azar azar da olsa ilerlemelerini sürdürüyorlardı. Bunlar, Tuğrul Bey zamanında bölgeye gelmiş uç beyleri ile Sultan Alparslan’a tâbi olmayan, ondan uzaklaşan bazı kumandanlardı. Biri birinden bağımsız hareket eden bu kuvvetler, bâzı önemli bölgeleri ele geçirmişler, Bizans İmparatorluğu için açık bir tehlike oluşturmaya başlamışlardı. Anadolu’nun ellerinden gitmekte olduğunu sezen Bizanslılar, 1068 yılında dul imparatoriçe ile evlenmek suretiyle tahta geçen Romanos Diogenes’e kurtarıcı gözü ile bakıyorlardı. Diogenes, Balkanlarda Peçeneklere karşı zafer kazanarak iyi bir kumandan olduğunu ispat etmişti. 1068 yılında, çoğunluğu ücretli askerlerden oluşan bir ordu ile Anadolu Seferi’ne çıktı. Kayseri, Sivas, Malatya üzerinden güneye inip Suriye yolunda stratejik önemi olan Menbiç Kalesi’ni fethederek kış ortalarında Bizans’a döndü. Diogenes ertesi yıl ikinci Anadolu Seferi’ne çıktı. Kayseri ve Sivas civârında harekâtta bulundu. Buna karşılık Türkmen akıncıları Konya’ya kadar ilerleyip şehri yağmaladılar. Diogenes, saraydaki muhalefet sebebiyle Bizans’a döndü. Selçuklu kumandanlarından Afşin Bey, Marmara sâhillerine kadar ilerledi.
Diogenes, Türk meselesini kökünden halletmek üzere, kalabalık ve çok mükemmel teçhiz edilmiş bir ordunun başında üçüncü Anadolu Seferi’ni başlattı. Maksadı, Anadolu’yu Türklerden temizledikten sonra İran içlerine kadar uzanarak Selçuklu başşehrini zapt etmekti. 13 Mart 1071 günü yola çıktı.
Artık Sultan Alparslan ile Romanos Diogenes’in karşı karşıya gelmeleri, kaçınılmaz duruma gelmişti. İki ordu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt’te karşı karşıya geldi. Zafer Türklerin oldu.
Bu zafer aynı zamanda Anadolu’yu Türklere ebedî yurt hâline getirdi.
TÜRK CUMHURİYETLERİNDE ORTAK İLETİŞİM DİLİ
Sovyetler Birliği'nde, Ağustos 1991'deki başarısız darbe teşebbüsünden sonraki aylarda, bu devleti oluşturan cumhuriyetler sırayla bağımsızlıklarını elde edince gözlerimiz öncelikle Kafkasya ve Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri'ne çevrildi. Çünkü artık bu ülkelerle siyasî, ekonomik ve kültürel alanlarda ilişki kurarken söz konusu olan sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalkmıştı. Bu sebepledir ki, bazı genel pürüzlerle doğan gecikmeler hesaba katılmazsa, artık düzenli olarak Türk Cumhuriyetleri'nin Devlet Başkanları, Başbakanları ve hükümet temsilcileri biraraya geliyor ve çeşitli alanlarda işbirliği imkânları oluşturmaya çalışıyor, en azından ilişkileri geliştiriyorlar. Buna ek olarak da düzenli aralıklarla dil kongreleri düzenlenmeye başlanmış bulunmaktadır. Bu kongrelerde ana hedef, öncelikle bir ortak iletişim dilinin en kısa zamanda oluşturulması, gerekli altyapı şartlarının incelenmesi ve bunların oluşturulması olarak özetlenebilir.
Bu faaliyetler ve alınan sonuçlar memnuniyet verici olmakla birlikte, genel kanaat, ilerlemenin çok yavaş olduğu şeklindedir.
SELAM DARAĞACI
Yolumu gözledin her seher-ahşam,
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Ecelle ölmeye doğulmamışam…
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
O hansı milletdir, taleyi sirdir?
Yüz adla bölündü… Yene de birdir.
Meni huzuruna bu derd getirdir,
Selam darağacı… Aleyküm selam!
Hezer’i, Baykal’ı, Aral’ı gördüm,
Gördüm can üstedir, yaralı gördüm.
Tanrı’nı bendeden aralı gördüm,
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Çarhı ters fırlanır felek garının,
Turan kölkesinde budaglarının,
Rengi bayrağımda yarpaglarının
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Evvelin ahırı, sonun evveli,
Buymuş, bilmemişem bunu men deli.
Gorhum yoh, ne olsun boyun göy deli,
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Eli yağmalanan, bölünen, bölen,
Çayları guruyan, gölleri ölen.
Hag-hesap çekmeye gelen menem, men.
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Danış, Emir Teymur, bu son neydi be?..
Boynumda ağ kefen, dilimde tövbe.
Dersini ters bilen, menimdi növbe,
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Seni men ekmişem… Mene sen genim,
Seni suvarmağa halaldır ganım.
Yarpağın reng alsın ganımdan menim.
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Ey darın ağacı. Kimden kemem… Kem?
Ya seni yendirrem, ya sene yennem,
Ya da budağında yarpağa dönnem.
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Kırgız’am, Özbek’em, Kazak, Türkmen’em,
Başkırd’am, Kerkük’em, ele görk menem,
Senin gözlediyin garip Türk menem,
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
Gabul et, növbeti gurbanın menem,
Menim canın sende; bil, canın menem,
Ele gurrelenme… Her yanın menem,
Selam, darağacı… Aleyküm selam!
RÜSTEM BEHRUDİ
(1957 doğumlu Azerbaycanlı Şair)