1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanununun (Anayasasının) birinci maddesinde; egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve yönetim şeklinin halkın kendi kaderinin kendisi tarafından belirlenmesi esasına dayandığı, vurgulanır. 

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra yürürlüğe giren 1924 Anayasası'nın hazırlanışında

18. yüzyıl felsefesinin ve Fransız İhtilali prensiplerinin oldukça derin etkileri görülür. Türklerin Kamu Hakları başlığını taşıyan beşinci bölümünün ilk maddesi olan 68. maddeye göre:

"Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer."

Bu maddede tabii haklar doktrininin etkisi sezilir ve 1789 "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin" özgürlük anlayışı tekrarlanır. 1924 Anayasası, koruyucu-klasik-hak ve özgürlükleri içerir fakat o zamanın yeni anayasalarına girmeye başlamış bulunan sosyal ve ekonomik haklara yer vermez. 

Anayasanın ilk şeklinde kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanımayan 1924 Anayasası 1934 yılında yapılan değişiklikle, zamanın birçok avrupa ülkesinden önce, kadınlara erkeklerle eşit olarak milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanır. 

1950'li yılların sonlarına doğru hürriyetlerde önemli sınırlamalara gidilir. Ardından bir anayasa komisyonu kurularak, 1924 Anayasasının eksik yönleri telafi edilerek, yeni bir anlayışla, yeni bir anayasa yapmaya girişilir. Bu girişimin sonucunda, 20 Temmuz 1961 tarihli Resmi Gazete' de 334 sayılı kanun olarak yayınlanan "1961 Anayasası" dönemi başlar.

1961 Anayasası hem devlet yönetimi alanında hem de kamu özgürlükleri rejimi ve getirdiği güvence mekanizmaları bakımından, Türkiye Cumhuriyeti'nin en ilerici anayasasıdır. 

Bu anayasada, 1971’den sonra olumsuz yönde yapılan bir takım değişikliklere rağmen, özgürlükçü yapısı ortadan kaldırılamaz. Daha sonra 1980’li yıllara gelindiğinde bu anayasada çeşitli gelişmeler sonucunda yerini 1982 Anayasasına bırakır.