Geçen sene güz döneminde yüksek lisans programına kayıt yaptırmış Suriye uyruklu bir Türk idi. Kayıttan sonra kendisiyle birkaç kere görüşebildim. O zaman Suriye’de yer yer protesto gösterileri yaşanmakta idi. Yaklaşık altı ay süren gösterilerde 17 kişi ölmüştü. Muhalefetin silahlanmasından sonra bir günde 17 vatandaş katledildi. Öğrencimiz Suriye ve bölge konusunda bilgili olup analiz yeteneği de iyiydi. Kendisinin de talebi ile danışmanlığını üzerime aldım. Fakat haftalar geçtiği halde derslere gelmiyordu. Soruşturdum, “cihada gitti” dediler. Üç dönem geçtiği halde kendisinden bir haber alamıyorum.
İki hafta kadar önce mail kutuma bu öğrenciden bir mesaj geldi: Aaaah! Başka hiçbir kelime yok. Onunla son durumları, kendisinin ve ailesinin sağlığını, güvenliğini konuşmak istiyordum. Günlerdir ne zaman elim klavyeye gittiyse kahreden düşücelerden sonra titreyerek geri geldi. Halen bir cevap yazabilmiş değilim.
Üniversitemizde başka öğrenciler de var. Bazen gidiyorlar, bir taraftan da gelip dersleri takip ediyorlar. Bunlarla da sık görüşemiyoruz. Son görüşmemizde biri “hocam, çok büyük oyuna geldik. Elimize kalaşnikof verip ailelerimizi ordan oraya savuran dost görünenler ‘beş on kişi ölsün, ondan sonra ağır silahlarla müdahale ederiz, sizi bu beladan kurtarırız’ demişlerdi. Fakat on binler öldüğü halde ciddi destek yok. Üstelik Suriye de viraneye döndü” sözlerini haykırmıştı.
İki sene önce ülkenin diktatörü belki de ömrünü doldumak üzereydi. Türkiye ile 1980’lerde başlayan ilişkiler, gittikçe sınırı anlamsız hale getirmişti. Beş on aileden birinin bir ayağı sınırın öbür tarafında idi. Türkiye’den mal geliyor, bir kısmı Türk şirketlerinin acentası, bir kısmı bir şekilde bu şirketlerde çalışıyor, bir şekilde Antep’le, Hatay’la, Gebze’yle bağlantılı ticaret veya üretim zincirinde yer alıyordu. Dönem alışverişleri için sınırdaki Türk şehirlerine ailecek gelenler çığ gibi büyümekteydi. Türkiye’ye alışverişe gelmek adeta aylık markete gitmek gibi bir şey olmuştu. Belli şehirlerin gittikçe ilerleyen ticari entegrasyonu peşinden sosyal bütünleşmeyi sürüklüyordu. Kültürel bakımdan zaten sadece devlet sınırları vardı ki bu da gittikçe yumuşamaktaydı.
Böyle bir gelişme siyaseti de zorlamaktaydı. Hiçbir iktidar bu halkların entegrasyonunun önüne geçemezdi. Suriye diktatörü de bunu görmüş, yumuşama işaretleri vermişti. Her halükarda koltuğunda oturması eskisi kadar kolay gözükmüyordu.
Suriye’de büyük çoğunluk ikinci sınıf muamelesi görüyordu. Yönetimin belli kademeleri sadece azınlıklara tahsis edilmişti. Buna karşın çoğunluğun da iyi kötü bir yaşantısı bulunmaktaydı. Gecekondu görüntüsünde de olsa sıcak yuvaları, eşleri, çocukları, hayalleri, gelecekleri bulunmaktaydı. Öğrencilermiz ise belki evli, belki nişanlıydı.
Bugün şehirler harabeye dönmüş, yıkılmamış evlerde yaşamak da işkence haline gelmiş. Genç erkekler “cihada” sürülürken, kadınlar, kızlar, daha güvenli bölgelere, ülkelere gönderildiler. Güvenli zannedilen bölgelere gidip haber alınabilenler az. Zaten “cihada” kalanların bir kısmı toprağın altında, bir kısmı sakat kalmış. Büyük çoğunluk anadan, yardan haber alamıyor.
Gelen haberler Suriye’de insan ticaretinin dört nala gittiği. Esed’in kontrolünde olmayan bölgeler kurtarılmış zannedilmesin. Muhalifler de parça parça. Bu arada istihbarat domuzları ile kadın ve çocuk ticareti çaylakları her tarafta tezgah kurmuş. Satılan çocuklar ve tecavüz edilen kadınlarla ilgili rakamlar tüyler ürpertici. Biz rakam derken, bunlar birilerinin eşi, birilerinin nişanlısı, kız kardeşi, ablası. Birçok öğrencimiz mezun olmadan evlenir. Derslere devam ederken bebek haberleri gelir. Aaah çeken öğrencimiz bilmiyorum hangi durumdaydı. Ancak felaketin bu türlüsünü de yaşayanlar oldukça fazla.
Bir öğrencimiz sormuştu: “Niye bizim ellerimize bu kalaşnikofları verdiler? Bu silahlar nereden bize geldi? Bugün barış olsa viraneye dönmüş yuvalarımız, yavrularımız, gönül bağından bir demet alıp koklayamadığımız hayat arkadaşlarımız sağ salim geri gelecekler mi?
Sovyetler Birliği tek kurşun atılmadan dağıldı. Çekoslovakya aynı şekilde bölündü. Müslüman ülkelerin başına gelen kanlı, katliamlı, iğfalli hadiseler tamamen tesadüf mü. Bu ülkeler tarihin doğal seyrinde mi ilerliyor. Yoksa bitmeyecek savaşlar, tecavüzler, katliamlarla finansal krize derman olacak tedbirler mi alınmakta? Suriye muhalefetine kalaşnikofu verip iki yıldır arkadan seyreden bu ülkeler gerçekten bu halkı kurtarabilecek mi? Madem bizi kurtarabilecekti de niye bunların başımıza gelmesini tezgahladı?
Şimdi ben öğrencime ne cevap yazayım?. “Biraz daha sabret, söylendiğine göre fetih yakındır” desem, kendisiyle dalga geçildiğini zannederek ah ü vahını da mı bizimle paylaşamaz?