“BU MÜNAFERETİN KAYNAĞI NEDİR/KİMDİR?..”

Doğrusu, Süleymancı olarak anılan cemaatin önder’lerinin din eğitimi kurumları aleyhine tutumlarının nereden veya kimden kaynaklandığı konusunda geçmişte ba’zı rivayetler ileri sürülmüşse de, güvenilir kaynaklardan duymadığım için yakın zamana kadar ben şahsen bu konuda bir şey söylememe’ye hep özen gösterdim.

Bu rivayetlerin en önemlisi, Merhum Şeyh’leri Süleyman Hilmi Tunahan’ın İmam-Hatip Okulları için “İmam-Hatip Okulları”, dediği ve bizzat bu okullar aleyhine talebelerine (talebesi olmalıydı) yön verenin bu zatın kendisi olduğu rivayeti idi. Gerçi ba’zı talebelerine (talebesine) sorduğumuz zaman bunun doğru olmadığını söylüyorlardı. Ama bu konuda onların söylediklerine ne kadar inanılabilirdi? Bu yüzden okullarımız için “hatap” sözünü ilk def’a gerçekten bizzat Şeyh Efendi mi söylemişti, yoksa onun adına mı uydurulmuştu? Bu konuda sarih ve sahih bir bilgim yoktu. Bu cemaatle yaşadığımız sıkıntılarda Kemal Kacar’ın olumsuz tutumu açık ve kesindi, ama Süleyman Efendi hakkında aleyh’te bir şey söylemek ihtiyata aykırı olurdu.” (Dr. Tayyar Altıkulaç/Zorlukları Aşarken/Cild, 2, S.727, 726)

Dr. Tayyar Altıkulaç’ın ihtiyatlı yaklaşımının aksine, bendeniz, tam bir katiyyet ve yakînî-şühûdî ma’lumat ile ifade ediyorum ki, Süleyman Efendi Hazretleri, asla ve kat’â, hiç bir zaman ve hiç bir yerde böylesine sakil bir cümle kurmamış ve böylesine bir tabir kullanmamıştır.

1) Süleyman Efendi Hazret’leri (k.s.), Evladü Resûl’den, Seyyid, Fatih Sultan Muhammed Han Hazret’leri tarafından kız kardeşiyle tezviç ettirilerek, Tunaboyu İllerine, Han olarak vazifelendirilen, es-Seyyid, İdris Bey’in torunlarından, özbeöz, Türk, Osmanlı ve İstanbul terbiyesiyle mü’eddep, zarif bir İstanbul Beyefendisiydi... Muhatapları, her kim olursa olsun, asla böylesine galiz bir ta’bir kullanmazdı, kullanmadı da...

2) Süleyman Efendi Hazret’leri, Vâris-i Nebî, Mürşid-i Kâmil ve Mükeimmil, Medar Mürşid ve Müceddid, Sahibizaman’dır. Varisi olduğu, Nebiyy-i Mükerrem, 13 yıl Mekke’de, 8 yıl, Hicret’ten sonra Medine’de kendisiyle muharebe eden, dayanılmaz eziyetlere ma’ruz bırakan, müşriklere la’net etmedi, hakaret etmedi, onlar hakkında kötü bir söz söylemedi. “Allah’ım! Kavmime hidayet ver, bütün bu mezalimi, bilmeden yapıyorlar,” diye, du’a etmeye devam etti. Zira, o an için, iman edenler, ümmet-i İcabet, henüz iman etmeyenler ise Ümmet-i Da’vet idiler. Nitekim, Mekke’nin fethi sırasında, Ümmet-i Da’vetten olanlar, başta, 8 yıl müddetle, müşrik’lerin Başkomutanı olarak, Allah’ın Resûlü ile harb eden, Ebu Süfyan bin Harp ve karısı Hind olmak üzere tamamı Müslüman olmuşlardı.

3) Tıpkı, bunun gibi, Sahibizaman olarak, me’mur olduğu, Dînî, Tecdid’de, müntesip’leri, Rahle-i Tedrisinde bizzat veya bilvasıta, oturanlar, İcâbet-i Tecdid, henüz oturamayanlar veya bu fırsatı bulamayanlar ise, Dâvet-i Tecdid’dirler. Bir müceddid’in, da’vet-i Tecdid olanlara böylesine galîz bir ta’bir kullanması mümkün değildir.

4) Süleyman Efendi Hazret’leri irtihal buyurduğunda, (16 Eylül 1959) İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü henüz açılmamış, İmam-Hatip Okulları da ilk me’zunlarını henüz vermemişti. Yani, İmam-Hatip Nesli, henüz sahada değildi ki, herhangi bir değerlendirme yapılmış olsun... 

5) İmam-Hatip Okulları, ilk me’zunlarını 1960 yılında, (istisnalar hariç), İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü de ilk me’zunlarını 1964 yılında verdi. 633 sayılı, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri hakkındaki kanun, Temmuz 1965’de mer’iyyete alınmıştı. Bundan evvel, diploma’ya değil, liyakat ve ehliyete önem verildiği için, Diyanet İşleri Reisliği en az senede iki def’a müftülük-vaizlik imtihanları açar, başarılı olanlar ta’yin edilirlerdi.

İmam-Hatip Okulları, ilk açıldığı yıllarda, yaşlarına bakılmaksızın, ilkokul me’zunu olanları talebe olarak kaydediyorlardı. Aralarında, imam, müezzin, Kur’ân Kursu Muallimi, 25-30 yaşlarında olanlar bile kaydolmuşlardı. İmam-Hatip Okulu birinci devre me’zunları, okullarının bulunduğu il veya ilçelerde boş bulunan kadro’lara, İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sünde okuyanlar, İstanbul’da münhal kadro’lara ta’yin edilmişlerdi. Hatta, aralarında ba’zıları, hem Yüksek İslam Enstitü’süne, hem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte’sine devam ediyor, hem de imamlık yapıyorlardı. Aralarında, bütün bunların yanında, yayınevi ve matbaa işletenler bile vardı. İmam-Hatip Nesli’nin, Diyanet İşleri Reisliği bünyesinde vazife almaları, daha ziyade 1965’den sonraki yıllara rast’lar. İmam-Hatip Nesli, ilk önceleri, büyük şehir’leri tercih eder. Küçük şehir’lere, ilçe’lere, hele hele, kasaba ve köylere hiç rağbet etmezlerdi. Diğer taraftan, Anadolu’nun her yerinde, illerde, ilçe’lerde, kasaba ve nahiye’lerde, hatta, merkezî durumdaki köy’lerde, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve müntesiplerinin müzahir olduğu, müderris ve muallimlerinin, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi olmakla birlikte, tamamı, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an Kursları vardı.

1965 yılı sonrasında, Anadolu’nun, Mahrumiyyet bölge’lerindeki, küçük il ve ilçelerden, boşalan müftülük-vaizlik kadro’larına, İmam-Hatip Okulu, ikinci devre me’zunlarıyla, İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü me’zunları ta’yin edildiler. Bunların içerisinden ba’zıları, bulunduğu il veya ilçe’deki, Kur’an Kursu’nu, “Bunlar, Kur’an Kursunda, yalnız Kur’ân okutmuyor, Arapça, sarf, nahiv, fıkıh, hadis ve tefsir gibi ders’leri de okutuyorlar. Bunlar, A....T.... düşmanı, Cumhuriyeti yıkıp, yerine bir İslam devleti kuracaklar, v.b.” diye, Cumhuriyet Savcılıkları’na, valiliklere ve kaymakamlık’lara şikayette bulundular. Şikayette bulunulan yerlerdeki valiler, kaymakamlar ve Adlî makamlar Kur’an Kurslarını ve idarecilerini yakînen tanıdıkları ve onların, Devletine, Milletine bağlılıklarını ve vatan sevgisini  bildikleri için, bu şikayetleri dikkate almazlar, güler, geçerdiler. Müftü’lerin bu kabil şikayet dilekçe’lerini, bilgimiz olsun, diye bize verirdiler. Hususi arşivimde, bu örneklerden ba’zıları mahfuz olmakla birlikte ba’zılarının mümzî’leri, ebediyyete intikal ettiği için halef’lerin’in mü’te’ezzi olmalarını istemem ve asla açıklamam... Fakat buraya bir mim koyalım, bu çalışmanın ileriki bölümlerinde yer, zaman ve isim vererek anlatılacak vak’a’lar karşısında, “Bu münaferetin kaynağı nedir/kimdir?” suali ile, “Cemaatin önderlerinin din eğitimi kurumları aleyhine tutumlarının nereden veya kimden kaynaklandığı,” suali, cevabını bulacaktır, zannederim...

Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi, müntesip’leri açısından, İmam-Hatip Nesli’ne karşı, münaferet, adavet, kin ve buğuz söz konusu değildir.

Süleyman Efendi Hazret’leri, İmam-Hatip Nesli’nin, Müzahir çatı kuruluşu olan, İlim Yayma Cemiyeti’nin, 1952 yılında, kuruluş çalışmaları sırasında, Konyalı, Mustafa Doğanbey, Refik Bürüngüz, Süleyman Kuşçulu, Nazif Çelebi, Mehmed Üretmen gibi, en yakınında bulunan müntesiplerine izin vermiş, teşvik etmiş, her biri, İlim Yayma Cemiyeti’nin kuruluşuna maddî-ma’nevî her türlü yardımı ve desteği vermişlerdir.

Yalnızca, Süleyman Efendi Hazret’leri değil, devrin, dersiam’ları, müderrisleri, Diyanet İşleri Reisi, Diyanet Müşavere Hey’etindeki müderrisler, Üniversite’lerimizdeki, Osmanlı bakiyesi, Daru’l fünûn, hocaları, “Kemalizm’i, din kabul eden, laikliği, dinsizlik olarak tatbik eden, Darvinizm’i esas alan, (Her şeyin halıkı, “Yaradanı” inkar eden, Hasan Âlî Yücel, İsmail Hakkı Tonguç’un idare ettiği, Maarif’in, (Millî Eğitim Nazareti’)nin, plân, program ve müfredatı ile ve Millî  Eğitim Bakanlığı’nın idare ettiği mekteplerden, asla, din adamı yetişmez, prensibini peşinen ortaya koydular.

Devrin, İlim Yayma Cemiyeti İdare Hey’eti’nin, “Efendim, beraber çalışalım, Zât-ı Âlî’niz için hangi pozisyon uygun ise, Siz ihtiyar buyurunuz,” dediklerinde teşekkür ettikten sonra, “Benim tavrım, asla sizlere karşı bir tavır değil, bir prensip mes’ele’sidir. Ben, Medrese’lerin kapatılmasından i’tibaren, Ashabu Suffe, usûlü, tedrisatta bulunuyorum. Namaz vakitleriyle, iki öğün yemek vakti hariç, en çok, iki-üç saatlik bir uyku ile, bir kısım talebe’ye akşama kadar, diğer bir bölümü’ne de sabaha kadar ders okutuyorum. Başkaca bir meşgale için ise, hiç vaktim yoktur. İki sene, bizzat veya bilvasıta okuttuğumuz talebe, Allah’ın izni, Pîran’ın himmetiyle, Diyanet İşleri Reisliği’nin açtığı müftülük-vaizlik imtihanlarını kazanıp, hemen vazife’lerine dönüyorlar. Müftülük-vaiz’lik imtihanlarını kazanamayan veya bu imtihanlara katılmayanlar ise, İmam-müezzin ve Kur’an Kursu muallimi olarak vazifeye koşuyorlar. Ümid ederim ve İnşa Allah! Öyle olur, iaşe ve ibate’lerini te’min ederek, Millî Eğitim’in mekteplerine gönderdiğiniz talebe, en erken, yedi yıl sonra ancak hizmete hazır hale ulaşacaklar.- o devirde henüz, İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü açılmamıştı. İmam-Hatip Okulları yedi sınıflı, Enstitü, dört sınıflı, hiç takılmadan devam eden bir öğrenci, 11 yılda, ortalaması ise,18 yıl...- ne benim, ne de Ümmeti Muhammed’in bu kadar uzun bir zamana tahammülümüz yoktur. Allah yolunuzu açık etsin! Siz, o kulvar’da, ben bu kulvar’da hizmetlerimize devam edelim...

Mese’le, açık seçik, dost’âne bir şekilde bir prensibin ortaya konulmasıdır. Bunun, münaferet’le, adavet’le, hased, kin ve buğuz ile ne alakası vardır?...