Kur’ân-ı Kerim’in Nüzulü:
Nüzûl, bir şeyin yukarıdan aşağıya inmesidir. İnzal, Tenzil de bir şey’i yukarıdan aşağıya indirmek demektir. İnzal ve Tenzil, Kur’ân-ı Kerim’in defa’ten, topyekûn, Levh-i Mahfûz’dan Sema-i dünya’da nurdan bir kürsî üzerine indirilmesi, Nüzûl, 23 yılda peyder peypey, tedriç ile müteferrik olarak, Hazreti Resûl-İ Ekrem’e vahiy tarikıyla inmiş olmasından ibarettir.
Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri, sureleri vakit vakit Cibril-i Emin vasıtasıyla indirilmiş, Resûl-i Ekrem’e vahyedilmiş olması i’tibariyle de, Kur’ân’a “Kitâb-ı Münzel” denilmektedir.
Şüphe yok ki, Kur’ân-ı Kerim, bir Kelâm-i İlahî’dir, Hak Teâlâ’nın zâtiyle kâim, kadim bir sıfatıdır, ezelî, gaybî olan Kudsî kelime’lerden ibarettir. Bu ezelî kelime’lerin mazharları olan hissî, dünyevî kelimeler suretinde tebarüz eden bir kısım mübârek lafızların, delillerle işaretlerin vahiy yolu ile inmesi indirilmesi kabildir, vâkı’dir ki bu mübarek lafızlara da bir hakikat-i şer’iyye olarak, “Kelâmüllah” ve “Kur’ân” ismi verilir. İşte bu mübarek Kelimat-ı Hissiye, Resûl-i Ekrem Efendimiz’e nazil olmuştur.
Kur’ân, “Nazmüd’-dâl ale’l-ma’nâ”dır. (ma’na’ya delalet eden lafızlar, ancak Kur’ân’dır.) Yalnız mefhum ve ma’na’ya, ya da yalnız nazm ve lafza Kur’an itlak olunamaz. Kur’ân’ın nazmı, lafzı, manası ve mefhumu vahiy mahsûlü mu’cize olduğu gibi, tanzimi, tertibi de vahiy mahsûlü ve mu’cize’dir. Kur’ân-ı Kerim’de, tanzimi ve tertibi i’tibariyle 114. ve en son sure, “Nas” Suresi, en son nazil olan sure değildir. Tercih edilen kavle göre, Kur’ân-ı Kerim’de, en son nazil olan âyeti Kerime, Bakara Suresi’nin, “Allah’a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılamayacağı bir günden sakınınız,” Meâl-i  Âlî’sindeki Bakara Suresi’nin 281.âyeti Kerimesidir. Cibrîl-i Emîn, bu âyeti Kerime’nin, Bakara Suresi’nin, 280 ve 282.âyetlerin arasına konulmasını vahyetmiştir.
“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. “İşte böylece sana da emrimizle Kur’ân-ı vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki, sen doğru yolu göstermektesin,” “(O, yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (Şûrâ 42/51, 52, 53)
(Kur’ân diye tercüme edilebilinecek “ruh” kelimesi ayrıca Cebrail’i de ifade ettiği belirtilmiştir. Bu âyette risalet ve kitabın önemi belirtilmiş, Haz.Peygamber’in kendisine gelen vahiyle, doğru yolun rehberi olduğu açıklanmıştır.) Vahy’in geliş şekillerinin belirtildiği bu âyete göre vahy, kalbe ilham veya Cenab-ı Hakk’ı görmeksizin perde arkasından konuşma ya da vahiy meleği (Cebrail) aracılığıyla kelâm işitmek suretiyle gerçekleşmektedir…
İLÂHÎ VAHY’İN MAHİYETİ VE MERTEBE’LERİ:
Vahiy, lugatta işaret, kitabet, risâlet, ilham, gizli söz, teshîr gibi ma’nalara gelir. Istılahta, bir şeyi nefse sür’atle ve gizlice ika etmek ma’nasınadır. Vahiy, din ıstılahınca, “Allahu Teâlâ’nın dilediği şeyleri Peygamber’lerine muhtelif hallerden birisiyle bildirmesi” demektir. Peygamber’ler, insanlar arasında fıtrî safvetleriyle (yaratılıştan temiz ve seçilmişlikleriyle) akıl ve irfanlarıyla mümtaz yaratılmış zâtlardır. Allahu Teâlâ bunları vahyine mazhar kılmış, bunların vasıtalarıyla beşeriyyete kurtuluşlarına rehber olan hükümleri, esasları bildirmiş, insanları isti’datları nisbetinde, Zât-I Ülûhiyyetten haberdar buyurmuştur. İşte insan ancak bu sâyede mebde’ ve me’âdı (başlangıç-yaradılış, son-varılacak yer) anlamış, yaradılışındaki gayeyi öğrenmiş, saâdet yollarını öğrenebilmiştir.
VAHY’İN DOKUZ MERTEBESİ, NEV’İ VARDIR:
1) Rü’yây-ı Sâliha’dır. Şöyle ki, Peygamber’lerin gördükleri rü’ya’lar, birer İlâhî i’lamdır, mahz-ı hakikattir, gördükleri gibi zuhur eder. Peygamber’lerin mübarek kalpleri hayâlata ma’kes olamaz, misal aleminde kalplerine gelen herhangi bir şey, aynıyla hakikattir, başka bir şey değildir. Onların rü’ya’ları yakaza (uyanıklık) hükmündedir. Nitekim, bir hadis-i Şerifte: “Biz nebiler zümresiyiz, gözlerimiz uyur, kalplerimiz uyumaz,” buyrulmuştur. Peygamber Efendimize rü’ya ile vahyin zuhuru Rebîu’l-Evvel ayına müsadiftir. Alt ay devam etmiş, sonra Ramazan-ı Şerif içinde ve uyanık olduğu halde İlâhî vahiy başlamıştır. Haz.Âişe-i Sıddıyka vâlidemizden rivayet edilen bir hadis-i Şerifte: “Haz.Peygamber bir rü’ya gördü mü, hemen sabahın aydınlığı gibi zuhûr ederdi!” Sabahın ziyasında şek edilemeyeceği gibi bu rü’ya’ların doğruluğunda da şüpheye mahal bulunmamaktadır. Vahyin böyle bir rü’ya ile başlaması, yakaza halinde (uyanıklık) tevali (sürekli gelecek) edecek olan Vahy-i İlâhî ile ünsiyet te’min hikmetine mebnidir. Vahy-i İlâhî’nin mehâbeti her türlü tasavvurların fevkındedir. Buna ancak Allahu Teâlâ’nın inayeti sâyesinde Peygamber’ler takat getirebilmiştir.
2) Rü’ya aleminde Cenab-ı Hakk’ın cemâl-i bâ kemâlini müşâhede ve süphânî hitabelerini istima (işitme) suretiyle vuku’ bulur.
3) Silsile-i ceres halinde vuku’ bulur. Şöyle ki, vahiy’den evvel çan sesine benzer gayet heybetli bir ses duyulur, bunun kesilmesini müte’âkip vahyolunan şeyler Peygamber’in kalbine tamamen mahfuz bulunmuş olur. Böyle bir sesin meydana gelmesi Peygamber olan zâtın bütün alakalardan soyularak vahye olanca varlığı ile yüz tutması hikmetini tazannum eder.
4) Peygamber olan zât vahye aid sesi işitir, sesleri göremez. Bunun bir vahy-i İlâhî olduğuna zarûrî bir ilimle muttalî olur. Allahu Tealâ, bu sesi hava boşluğunda ya bizim bildiğimiz kelâm nev’in’den olarak yaratır, veya başka bir nev’i olarak vücuda getirir de bundan murad ne olduğunu Peygamber’ine bildirir.
5) Kalbe vasıtasız bir halde ika olunur. Şöyle ki, Peygamber olan zâtın kalbinde dinî hükümler husûsundaki içtihadı anında taraf-ı İlâhî’den melek vasıtası olmaksızın ilim husûle gelir.
6) Kalbe vasıta ile ika olunur. Şöyle ki, vahiy getirmeye me’mur olan melek, Hak Teâlâ’nın emirlerini Peygamber olan zâtın kalbine yakaza (uyanıklık) halinde ikaü ve ifza eder. Nitekim, Hadis-i Şerifte:”Cibril-i Emîn kalbime üfledi ki: Bir kimse ecelini ve rızkını büsbütün bitirmedikçe ölmeyecektir.Artık Allah’dan korkunuz, rızkınızı araştırmada güzel bir yol tutunuz” buyrulmuştur.
7) Melek vasıtası olmadan yakaza halinde (uyanık iken) vukû’ bulur. Şöyle ki: bu vahiy, ya hicab (perde) arkasından zuhûr eder veya hicab bulunmaksızın müşâfeheten tecelli eder.Sema’ların fevkınde namazın farziyyetine dair taraf-ı İlâhî’den vukû’ bulan vahiy bu nevi’dendir.
8) Vahiy meleğinin bir başkasının kılığına girerek tebliğ’de bulunmasıyla vukû’ bulur. Nitekim, Sevgili Peygamber’imiz, “Cibrîl bana gelir, benimle konuşur; Nitekim birinize arkadaşı gelip konuşur onu arada bir hail (mani, perde) olmaksızın görür.” buyurmuştur. Cibril-i Emîn çok kerre Ashab-ı Kiram’dan “Dahyetü’l-Kelbî” suretinde temessül ederdi. Meçhûl bir a’râbî suretinde temessül-teşekkül edip Ashab-ı Kiram’a göründüğü de vakı’dir. Dahye radiya’llahu anh Bedir Gazvesinden sonra İslâm ile şereflenmiştir. Bu halde Haz.Cibril’in Dahye suretinde temessülü Bedir Gazvesinden sonraki vahiylerde olmak i’cab eder.
9) Vahiy Meleği’nin kendi suret-i asliyesi üzere görünerek tebliğ’de bulunmasıyla olur. Bu suretle vahiy, Resûl-i Ekrem Efendimize iki def’a vukû’ bulmuştur. Şöyle ki; bir def’a bi’setin evvelinde, (Peygamber olarak ilk gönderildiğinde) Peygamber Efendimiz Hira’da iken Cibrîl-i Emîn’i Ufuk-ı A’lâ’da müşahede etmiştir ki, Cibrîl’in altıyüz kanadı şark ile garbı kapamış bulunuyordu. “Ya Muhammed! Sen Allah’ın Resûlü, ben Cebrail’im” “Şüphesiz onu apaçık ufukta gördü,” Nazm-ı Celili de bunu natıktır. Resûl-İ Ekrem Hazretleri ikinci def’a olarak da Cibril-i Emîn’i Mi’rac Gecesi bu vechile müşahede buyurmuştur. “Cibrîl-i Emin’i, Sidre-i Müntehâ’da bir kerre daha görmüştür” Nazm-i Celili de bunu natıktır.
Meleklerin kanatları Allah bilir haiz oldukları melekiyyet sıfatlarından ruhânî kuvvetlerden ibarettir, yoksa kuşların kanatları gibi değildir. Melekleri kendi ruhânî fıtratları üzere görmek pek güçtür. Buna beşerî kuvvetler tâkat getiremez, meğer ki, bir insan, Haz.Peygamber gibi İlâhî te’yidata mazhar olsun...
Vefat tarihi (794) Zerkeşî, “El-Burhan fî fenni Ulûmü’l-Kur’ân” ünvanlı eserinde Resûlü Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Kur’ân-ı Mübin’in âyetlerini iki yol ile telakkî buyurmuştur. Birisi, Resul-i Ekrem beşeriyyet hâlinden melekiyyet haline intikal ederek Cibril-i Emin’den vahyolunan âyetleri telakkî buyurdu ki, bu vehyin en güç bir tarzıdır. İkincisi de Cibril-i Emin melekiyyetten beşeriyyet suretinde zuhûr eder, inzaline me’mur olduğu âyetleri Resûl-u Ekrem’e tebliğ ederdi. Cibril-i Emin de Kur’ân-ı Kerim’in nazmını ma’nalarını ya taraf-ı İlâhi’den ruhani bir takarrup ve ittisal suretiyle ve hemen zâtında mürtesem olacak bir sür’atle telakkî eder, yahud Levh-i Mahfuzdan telekkî ve hıfz ederek yere nüzul eder, Resûl-i Ekrem’e tebliğ ederdi. Velhâsıl Kur’ân-ı Azîm’in nüzulü başlıca bu nev’i vahye müstenittir...