Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlandığı inkar edilmeyen “GİZLİ RAPOR”da, yer alan, ba’zı tespitlere bundan önceki yazılarımızda yer vermiştik; Raporda, camia’lar ve cemaatler hakkında tespitler olduğu gibi, şahıslar hakkında da, tespitler var. Bu tespitlerden ba’zıları, aynı zamanda bir camia ve cemaati temsil ettiği iddiasındaki bir şahsa aittir.

“SÜNNE’TÜLLAH’I İPTAL EDEN DU’A ANLAYIŞI:”

“Her Müslüman du’a’nın gücüne inanır ve du’a sayesinde Allah ile olan bağını her daim canlı tutar. Ancak du’a’nın kavlî boyutunun dışında fiîlî boyutunun da göz ardı edilmemesi, farklı şekillerde du’a’lara icabet olunacağı ve istenilen bir şeyin her zaman istenildiği haliyle kabul edilmeyebileceği gerçeği bilinen bir husustur. Ünlü ise, du’a’lara dair yazdığı kitaplarda, “şu du’a’yı şu kadar okuyanın şu isteği olur,” şeklindeki nakilleri bu gerçeği çoğu zaman göz ardı ettiği izlenimini vermektedir. Mesela Erbain-i İdrisiyye adlı eserinde belirli vird’leri belirli sayı ve günlerde okuyacak kişinin bu dünya’da sahip olamayacağı hiç bir şey neredeyse yok gibidir. Dünya’daki mevkisini artırmak, doktorların iyileştiremediği hastalıklara şifa bulmak, karı-koca arasındaki sevgi ve muhabbeti artırmak, fakirlikten kurtulmak ve ticaretini kârlı kılmak, ömrü uzatmak, kaybolan veya çalınan bir şeyi bulmak ve gayba muttalî’ olmak gibi daha pek çok mes’eleye dair formüle edilmiş vird’ler söz konusu kitap’ta yer almaktadır.

“Bir erkeğin sakalını kesmesi, fıtarata müdahale ederek yaratılışı bozmaktır ki, bunun altında Allahu Teâlâ’nın kendisini yaratış şeklini beğenmeme kastı aranır ki, bu, insanı küfre kadar götürür” demek suretiyle bu konuda ifrata varan bir tutum sergilemektedir.”

Uzun sakalın kesilmesi, sünnete, usule uygun hale getirilmesinin, fıtrata müdahale olduğunu kabul etmemiz halinde ve bu mantıktan hareketle, Hazreti İbrahim’in sünneti olarak Millet-i İbrahim’in ve Ümmet-i Muhammed’in benimsediği ve sünnet kabul ettiği, tırnakların kesilmesi, bıyıkların kaşlarına uygun kısaltılması, koltukaltı ve etek tıraşlarının da, fıtrata müdahale olduğunun kabulünü gerektirir. 

Halbuki böyle bir durum söz konusu değildir. Diğer taraftan, sakal bırakmak, Sünnet-i Hüda ve Sünnet-i Mü’ ekked değildir, Sünnet-i Zevaid’dendir. Sakal bırakan, zevaid’den de olsa bir sünnete temessük ettiği için takdire ve tebrike şayandır. Bırakmayanlar ise, takbih edilmez, kınanmaz.

Ashab-ı Kiram’dan ba’zıları, sakalların ne kadar uzun olması gerektiğini sorduklarında, Peygamber’imiz, salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Kabze” buyurmuştur. “Kabze” bir tutam demektir. Kabze’yi, (bir tutamı) ba’zı müçtehidler parmak uçlarıyla tutulacak kadar uzunluk, diğer ba’zı müçtehid’ler ise, bir elin beş parmağı kadar bir uzunluk olarak içtihad etmişlerdir.

Müteahhirîn Ehl-i Sünnet uleması, ikinci gruptaki müçtehidlerinin içtihadıyla amel etmişler, sakallarını dört parmak kadar uzatmışlardır. Sakalın haddinden fazla uzun olması da sünnete muhalefettir, hatta, ba’zı ulema, halk arasında kürek sakal veya süpürge sakal, denilen çok uzun sakalın kişinin hamakatına delalet ettiğini söylemişlerdir. Sabikîn ulemadan birisi, kitap mutalaa ederken, “Uzun sakal kişinin hamakatına delalet eder,” ibaresini görünce, -kendi sakalı da çok uzundu- kendisine ışık veren mumla, sakalının uzun kısmını yakarak tıraş etmek istedi. Fakat, vücudun ifraz ettiği yağ sebebiyle, bütün sakalı, bıyığı, kaşları ve başındaki saçları yandı. Acı içinde kıvranırken, eşine ve çocuklarına, “Tiz bana hokkamı, divdimi getiriniz demiş, getirmişler, derkenar olarak, “Elhak! Doğrudur, bizzat tecrübe edilmiştir,” diye yazmıştır...

“MAKSADINI AŞAN SÖYLEM’LERİ VE AYKIRI FETVA’LARI”

“Cübbeli cennetliktir,” diye hakkında görülen bir rü’ya’yı Cemaatine aktarması, Mahmud Ustosmanoğlu’nun kendisine, “Ahmed! Senin du’a’n müstecaptır,” dediğini iddia etmesi gibi hadise’lerin Camii Kürsü’sünden dillendirilmesi cemaati nezdinde bir otorite oluşturma gayretinin olduğu izlemini doğurmaktadır.”

Resul-i Ekrem, salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Rabbinden aldığı vahiy ve gaybî bilgiyle dünyada iken, hulefâ-i Raşidîn Efendilerimizin de dahil olduğu, ashab’dan, on kişiyi cennetle tebşir etmiştir. Siyer ve hadis külliyatında bunlara, “Aşere-i Mübeşşere,” denilir, cennetle müjdelenen on kişi demektir. Bunların haricinde hiç bir kimse, hiç bir kimse için, “şu cennetliktir,” “Şu cehennemliktir,” diyemez.

“Yüce Allah hakkında, “Ete kemiğe büründüm Mahmud diye göründüm,” - Hâşâ! Hâşâ! Sümme sümme Hâşâ! Fe sümme sümme Hâşâ!- diye tevhide aykırı ifadeler kullanması; “Yarın ahirette kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürken yaka paça o adam, “Ben Nakşibendî tarikatının Halidî kolundanım, derse, bırakırlar.” diyerek Cemaatini kutsayan ifadelere yer vermesi gibi, maksadını aşan ifadelere Ünlü’nün sohbetlerinde sıkça rastlanmaktadır.”

Hulul, (İçiçe girmek), tahrif edilmiş İncil, değiştirilmiş Hristiyanlığı dizayn etmiş, Teslisi ilk ortaya atan aslen bir Yahudî olan, (Saint Paul) Sen Pavlus’tur. İddiasına göre, Tarsus sokaklarında dolaşırken, Hazreti İsa sema’dan inmiş, Pavlus’a hulul etmiş, sonra, Haz.İsa “Rab,” olarak göğe, yükselmiş, Pavlus, İsa olarak yeryüzünde kalmıştır. Teslisi esas alan yüze yakın İncil onun ta’limatı ve öğretileri doğrultusunda yazılmış daha sonra, 325’de, toplanan İznik Konsilinide bu İnciller dörde indirilmiş, günümüz, Hıristiyan aleminin ellerinde bulunan İnciller Pavlus’un İncilleridir.

Gulât-ı Şîa’da da hulul vardır; Allah-Muhammed-Ali, hâşâ! Allah, Muhammed’e, Muhammed Ali’ye hulul etmiştir, bu suretle Ali de Allah’tır. Hacıbektaş’ta, Hacı Bektaş-i Velî Türbesinde bunu temsil eden bir resim asılıdır.

“Ete kemiğe büründüm Mahmud diye göründüm,” sözü hâşâ! hulul’dür, şirk’tir, küfürdür, asla başka türlü te’vil edilemez.

“DİNİ TİCARETE ALET ETMESİ:”

“Ünlü’nün dinî argümanları bir rant aracı olarak kullanması en çok tepki çeken ve eleştirileri haklı kılan uygulamaların başında gelmektedir. İnsanları irşad ettiğini iddia eden bir kişinin ticarî amaçlı olarak kutsallık izafe ettiği ba’zı ürünleri veya kitaplarını eline alarak kürsüden bunların pazarlamasını yapıp telkinlerde bulunması, bunu yaparken de insanların duygularını ve dinî değerleri istismar etmesi kesinlikle tasvip edilemez. Kabir’de azabı engelleyen bir kefen’in (!) Çarşamba’daki dükkana geldiğini söyleyerek reklamını yapan Ünlü, “Na’l-i Şerif, Korunmuş sır,” gibi pek çok şeyin de kürsülerden tanıtımını yapmak ve “Okuyanların göklerin ve yerin anahtarlarına sahip olacağı üç kıymetli zikir ve Resulullah ile uyanıkken dahi görüşmeye vesiyle olacak çok faziletli Salât-ü Selâm’lar.” şeklinde kitabının kapağına yazmak suretiyle dini ticarete alet etmektedir.”

Bu Tespitlere, ayrıca tahlil yapmaya yeni bir değerlendirmeye hacet var mıdır?

Ayrıca, “Mahmud Ustaosmanoğlu’nun yaşlı ve hasta olması nedeniyle yapı içerisinde ba’zı isimler etrafında birbirleriyle çatışan/çekişen müstakil gruplaşmaların olduğu görülmektedir.”

Rapor’daki en önemli tespit budur; Mahmud Ustaosmanoğlu, yaşlanmıştır, diyabetten ağır hastadır, gözleri görmüyor, kulakları duymuyor. Cübbeli’nin şirke varan atraksiyonlarının sebebi, Mahmud Ustaosmanoğlu’nun yerine Cemaatin başına geçmek içindir. Hâşâ! Mahmud Efendiyi neredeyse uluhiyet mertebesine yükselterek Cemaat içinde ön alma gayretine girmiştir.

2015 yılında kaleme aldığımız, “Tarikatta-Tasavvuf’ta Kalpazanlar,” makalesi üzerine kıyametler koparıp bize söven ve bize ta’an edenler bu tespitler karşısında ne diyeceklerdir?

Mahmud Ustaosmanoğlu, 60 yıldır, suyu 18.asrın ikinci yarısından i’tibaren kesilmiş, yıkık bir değirmende beklemiş, arkasından gelen kitle’lere de bekletmiştir. Cübbeli, Mahmud Efendi’yi yüceltmek için, Ahıskalı Ali Haydar Efendi’ye izafeten, “Bende ne varsa, Mahmud’uma verdim,” sık sık tekrarlar. Ali Haydar Efendi’de ne vardı ki, onu Mahmud’una vermiş olsun. Mahmud Efendi’de ne var ki, Cübbeliye ve rakib’lerine bir şey vermiş olsun.

Turuk-u Aliye’de, teselsül ve nisbeti Sahîha esastır. Nakşibendiyye-i Aliyye’nin Silsile-i Zehebi, (Altın zinciri) arasında Halid-i Bağdadî yoktur Mahmud Efendi ve diğer, Halid-i Bağdadî’den teselsül ettirenlerin, Nurun merkezinden gelen iletim hatları tamamen kopmuştur. Elektrik Santralından gelen iletim hatları kopuk, trafo’larda ve o trafo’lara bağlı armatörlerde nasıl elektrik-cereyan yoksa, teselsülü kopmuş, nisbeti sahih olmayan şeyh’lerde (müteşeyyihlerde) onlara intisap edenlerde de eseri nur yoktur, Takva sahibi, tarikat-tasavvuf mensubu birisi yukarıdaki tespitleri nasıl söyleyebilir?

Kanal kanal dolaşıp, ekranlarda bütün dini mes’elelerde stand up yapan ekran bülbülü, her nedense, bu rapor açıklanalı neredeyse bir sene geçti, dut yemiş bülbül gibi susmayı tercih etmiştir...