KUR’ÂN-I KERİM’İN HANGİ BAKIMLARDAN EBEDÎ BİR MUC’İZE OLDUĞU!.. (2)

3- Geleceğe ait, henüz vuku bulmamış bir takım hâdiseleri daha meydana gelmeden senelerce, asırlarca evvel kat’î bir sûrette bilip haber vermek bir hârika eseridir. Kur’ân-ı Mübîn ise böyle pek çok hâdiselere dâir, kat’î malûmat vermiş ve bunlar bilâre tahakkuk etmiştir.

Romalı’ların Fürs’lere, (Ateşperest fârisî’ler-sâsânî’ler) galip gelecekleri, Müslümanların Mekke-i Mükerreme’ye muzafferen girecekleri, İslâmiyet’in yeryüzüne yayılması hakkındaki haber bu cümledendir. Binaenaleyh bu bakımdan da Kur’ân-ı Mübîn büyük bir mucizedir.

4- Bütün Semâvî Kitaplar, tahriflere, bozulmalara, değiştirmelere uğramışlardır. Fakat Kur’an-I Kerim, böylesine bir tahriften salim bulunmuştur. Zâten Kur’ân-ı Azîm’in bu mümtaziyyetini (seçkinliğini) bir âyet-i Celîle’de önceden haber vermiştir. Aradan asırlar geçti, bu haberlerin birer hakikat oldukları gün gibi âşikâr ve sâbit oldu. İşte Kur’ân-ı Mübîn böyle Allahu Teâlâ’nın muhafazası ile bütün tahriflerden mahfuz kalması bakımından da muazzam bir mucizedir.

5- En kudretli edipler, şâir’ler maksadlarını tasvî husûsunda muhtelif beyan uslûblarının (tarz’larının) nihâyet bir-ikisinde muvaffakıyet gösterebilirler. Her uslûbda aynı kudreti gösteremezler; kendi yazıları bunun şâhididir. Hele ilmî, ahlâkî, hukukî, tekvînî mevzuularda aynı fesâhat ve belâğati göstermek her kalem sâhibine nasip olacak bir şey değildir. Kur’ân-ı Kerim ise ihtivâ ettiği bütün beyân uslûblarında, telkîn buyurduğu bütün mevzûlarda, aynı kudreti, aynı fesâhat ve belâğati muhafaza etmiş, hârikulâde bir mükemmeliyyet göstermiştir. İşte bu bakımdan da Kur’an-ı Mübîn, pek parlak bir mucizedir.

6- En câzib mevzûlara dâir en güzel bir tarzda yazılmış eserler, bir-kaç kere okundukça halâvetini  (tatlılığını), Ruh üzerindeki tesirini kaybeder. Kur’ân-ı Kerim ise böyle değildir. İnsan çok kere bir âyet-i Kerime’yi yüzlerce defa okumuş, dinlemiş olduğu halde yeniden okuyunca, ilk defa olarak okuyormuş, dinliyormuş gibi ulvî bir heyecâna kapılır yeni yeni zevkler duyar, evvelce düşünememiş, anlayamamış olduğu bir nice nice mazmunlara, işâretlere muttalî olur. Bu Semâvî hitabe’lerin pek lâtîf tesirlerini derin bir hayretle hisseder durur. İşte Kur’an-ı Kerim bu mümtâziyeti (seçkinliği) itibariyle de manevî bir mucizedir.

7- Kur’ân-ı Kerim’in nüzûlü zamanında Arabistan ahâlîsi, Arab Lisanı’nın bütün inceliklerine vâkıf, kendilerine hâs fıtrî bir meziyet olmak üzere pek fesîh ve belîğ bir halde bulunuyorlardı. Bil-bedâhe (açık, açık) söyledikleri nutuklar, manzûme’ler (şiir’ler) lisân bakımından pek parlak şeyleri yukarıda da yazıldığı veçhile bunlar bir takım edebî bedîalar vücuda getiriyor, bu bedîalar birer fesâhat ve belâğat âbidesi sayılıyordu.

İşte Kur’ân-ı Mübîn böyle bir cemiyet arasında nüzûle başladı; Bütün fesîh ve belîğlere meydan okudu: “Eğer Kur’ân’ın İlâhi bir kitap olduğunda şüphe ediyor iseniz O’nun bir mislini siz de vücuda getiriniz! Hayır... O’nun tamamına değil on sûresine olsun bir nazîre yazınız! O’nun mevzûundaki hakikatten ulviyetten kat’ı nazar yalnız üslûbundaki mükemmeliyeti, nazmındaki fesâhat ve belâğati, asılsız sözler ile olsun taklide çalışınız. Hadi on sûre de dursun, yalnız bir sûrenin mislini meydana getiriniz! Bakınız muvaffak olabilecek misiniz ? Ne gezer, siz buna ebediyyen muvaffak olamayacaksınız.” meâlinde hitab etti.

Filhakıyka hiç birisi buna muvaffak olamadı. Kılıçlarıyla çarpışmayı göze aldılar da kalemleriyle Kur’ân’ın en kısa bir sûresine olsun nazîre (eş benzer) yazmak sûretiyle mücadeleyi nazara alamadılar. Çünkü bu husûstaki acziyetlerini pek güzel anlamış bulunuyorlardı.

Arabça’nın bütün inceliklerine derinliklerine, uslûblarına bihakkın vâkıf olan Arab fesîhleri, edîbleri Kur’ân-ı Kerim’e nazîre yazmaktan aciz kalınca sâir ırklara mensûp fasîhler ve edîblerin de bundan aciz olacakları açıkça ortaya çıkmıştı. Nitekim, aradan on dört asır geçmiş olduğu halde hiç bir kimse tarafından böyle bir nazîre vücuda getirilememiştir. İşte bu bakımdan da Kur’ân-ı Kerîm pek muazzam bir kelâm mucizesidir.

8- Kur’ân-ı Mübîn yukarıda yazıldığı veçhile ya i’câz mertebesine bâliğdir, veya değildir. Eğer i’câz mertebesine bâliğ olur, mâhiyyeti itibâriyle gayr-i kabil ise bir mucize olduğu tebârüz etmiş olur. Bilakis i’câz haddine bâliğ olmadığı halde vuku bulan tehaddîlere (meydan okumalara) rağmen Din-i İslâm’ı söndürmek isteyen bir nice inatkâr fasîh ve belîğlerin, bu kadîm Kitab’a bir nazîre yazmaya cüret edememeleri bu husûsta kudretlerinin üzerlerinden kaldırılmış bulunması, hârikulâde bir keyfiyet olacağından Kur’ân-ı Kerim bu bakımdan da bir mucize bulunmuş olduğu sâbit olmuştur.

Velhasıl: Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân, ebedi bir mucizedir. Bunuin i’câz’ı hakkında Ebû Bekr-i Bakıllânî, İmam-ı Fahrüd’Din-i Râzî, Hattabî, Rumânî’î, Milkânî gibi yüksek âlimler müstekıl kitâblar telif etmişlerdir. Bu husûsa dâir, Şifâ-i Şerif’de, Menâr Tefsirinde İbn-i Kemâl’ in risâle’leri arasında ve EL-Zikrâ el-Muhammediyye de pek güzel makâleler, yazılar çıkmıştır.

Kur’ân-ı Kerim ilimlerin hikmetlerin pek feyizli bir kaynağıdır. Sûre’lerin âyet’lerin her biri, fikir sahibi insanlara başka bir yükseklik, başka bir uyanıklık, ilham eder. Her isteyen Kur’ân-ı Kerim’den kendi istidatı nisbetinde faydalanır, her bilgili kimse Kur’ân’ın mübârek âyetlerini okudukça pek çok ilimlerin, fenlerin olduğu gibi kıyamı olan esaslara, umdelere düstûrlara muttali olabilir. Bu cihetledir ki, İslâm âlimleri Kur’ân-ı Mübîn’den pek çok ilimlerin esaslarını istinbat etmişlerdir. (Çıkarmışlardır.) Bunlara Kur’ân-ı Kerim’den tefsir edilmiş bulunur.

Bir nice âyet’ler vardır ki, bunlar bir takım ilimlerin, fen’lerin mevzû’larını teşkil eden maddeleri, meseleleri i’câzkârâne bir sûrette hülâsaten veya işâreten muhtevî bulunmaktadır. Biz, burada bunların bir kısmına dâir, kısmî malûmât arz’edeceğiz...