Bilgisayarımın başına oturduğumdaki niyetim, geçtiğimiz hafta olduğu gibi A Milli Takımımızın Fransa’daki halini, beni ve tüm Türkiye’yi kendilerine güvenenleri nasıl yanılttıklarını satırlara dökmekti.
Lakin, NBA’deki Golden State Warriors’la Cleveland Cavaliers arasındaki final serisinin son maçı da aynı anda oynanmaktaydı. Diğer karşılaşmaları olduğu gibi yedinci maçı, yani seride kazananın kupaya uzanacağı mücadeleyi de büyük bir keyifle izledim.
Başından sonuna kadar ilginç bir maç serisiydi iki takımın arasındaki mücadeleler. Seride 3-1 öne geçen, Stephen Curry’li Golden State Warriors’un, “Tamam bu iş bitti” dediği yerde, Lebron James ve arkadaşlarından oluşan Cleveland Cavaliers, “Dur bakalım, biz bitti demeden bitmez” diyerek seriyi 3-3’e kadar getirdiler. Tıpkı, A Milli takımımız için kullanılan slogandaki gibi…
Ve gerçekten Lebron liderliğindeki Cavaliers, 3-1’den 3-3’e getirdiği seride son maçı da kazanıp kupaya uzanarak, tam 52 yıl sonra Cavaliers’e tarihi bir mutluluk yaşattı.
Umuyorum, Cleveland taraftarının yaşadığı mutluluğu, Çek Cumhuriyeti karşısında Ay Yıldızlılar da bize yaşatır. Yani, “Biz bitti demeden bitmez” diyerek maçı en az iki farklı skorla kazanırlar ve en iyi üçüncüler arasında da olsa, son 16 turuna kalırlar.
Geçmişe bakıldığında 3-1’e gelen hiçbir seride, geride olan takım bu işi başarıp, geri dönüş sağlayamamış. Bu işi ilk beceren Cavaliers olmuş. Dileyelim ki, Çek Cumhuriyeti önünde biz de bu işi yapıp, tarihi bir geri dönüşe imza atalım.
Ben yedi karşılaşmayı da izlediğim için fikir yürütebiliyorum. Cleveland’ın çaylak koçu Tyronn Lue, takımın her şeyi Lebron James, takımın pimi çekilmiş bombası Kyrie Irving ve inanmış oyuncular grubu, neredeyse imkansız gözüyle bakılan bu işin üstesinden geldi ve gözyaşlarının sel olduğu bir maç bitimiyle neredeyse bir mucizenin mimarları oldular.
Bakalım çaylaklık şöyle dursun, değil Türkiye’nin, dünyanın bile en önemli teknik adamları arasında olduğuna inandığım sevgili Fatih Terim yönetiminde ve göz bebeğimiz, gururumuz Arda Turan kaptanlığındaki takımımız da bir mucizeye imza atabilecek mi hep birlikte göreceğiz.
Doğruyu söylemek gerekirse, mevcut koşullar ve psikolojik duruma bakılırsa, bu pek mümkün gibi de durmuyor. Ancak, ‘çıkmayan canda her zaman için bir umut vardır’ gerçeğini de göz ardı etmemek gerek.
Evet, sonuçta birçok anlamda benzerlik taşıyan bu iki olayın da muhasebesini yapmak gerekiyor aslında. Eğer bu muhasebeyi sağlıklı yaparsak ve mantık yürütürsek, A Milli Takımımızın da bunu yapabileceğine inanmak geliyor içimden. Umalım, dediğimiz gibi olsun. Açık konuşuyorum, şayet olmazsa, işte o zaman, “Takke düştü, kel göründü” misali, biz de bildiklerimizi, eteğimizdeki taşları dökmek durumunda kalırız. Yani bir başka deyişle, buz dağının görünmeyen kısmına dair bildiklerimizi de söyleriz…
Hoşçakalın.