Mevlâna'nın 733. Vuslat Yıldönümü Anma Törenleri Konya'da görkemli törenlerle kutlanıyor. Mevlâna'nın, yaktığı sevgi ve hoşgörü ışığıyla yüzyıllardır bütün dünyayı aydınlatmayı sürdürüyor. Engin bir şefkat, derin bir hoşgörü ve insana sadece insan olduğu için değer veren Mevlâna'nın düşüncelerine, dünya milletlerinin her geçen gün biraz daha ihtiyaç duyduğu aşikâr. Mevlâna'nın "Sevgiyle acı, tatlı olur. Sevgiyle dertler, şifa bulur. Sevgiyle ölüler dirilir" diyor. Mevlâna, yüzyıllar öncesinden bugüne ışık yakan engin bir dehadır. Doğudan batıya, dünyanın dört bir yanında eserleriyle insanlığa yol gösteren bir rehberdir. Birlik ve beraberliği, sorunlarımızın çözümünü öyle uzaklarda aramayalım. Aradığımız cevher tam da üzerinde yaşadığımız topraklardadır. Bu cevherin adı ise Mevlâna'dır. Mevlâna'nın insana verdiği değere insanlığın henüz ulaşamadığı görüyoruz. 'İnsan insanın kurdudur' anlayışının yerine, 'İnsan insanın aynasıdır' diyen Mevlâna, bugünün modern dünyasına da adeta bir ders vermektedir. İnsanın ruh, akıl ve aşk temalarından oluştuğunu ifade eden Mevlâna'nın, bu unsurları hem teoride hem de pratikte birleştirerek ideal insanı ortaya koymuştur. Mevlana'dan önceki dönemlerde de yapılmasına rağmen Sema, Mevlana'ya atfedilen dini bir danstır. Ölümünden çok sonra oğlu ve torunu tarafından kurallara bağlanmış olan günümüz Sema Töreni, bütünüyle Mevlana'nın felsefesini yansıtan sembollerden oluşur. Mevlana ve Sema, bildiğimiz alıştığımız dünyanın ötesindeki bir gerçekliğe işaret eden kapıdır. Buna göre her insanın yüreğinde "Sır" adı verilen bir şey saklıdır. Bu sır, her insana verilmez. Bu sırrı ancak uzun çabalar ve lütuf sayesinde ulaşılabilir. Ruhunu ve sevgisini yitirmiş toplulukların Mevlana'dan alacakları çok ders vardır. Acaba küreselleşme ile birlikte pek çok alanda büyük adımlar atan ancak yine de çaresizlik içinde kıvranan dünya, Mevlana'nın tüm insanlığı kucaklayan sevgisinden biraz olsun nasibini alsa güzel olmaz mıydı? Aşk, insanların hırs, kibir, kıskançlık ve kin gibi olumsuz huylarının yegâne hekimidir. Toplumda İlâhî sevgi ile gönüllerini arındıran insanlar çoğunlukta olduğu zaman, aksaklıklar düzelir, kötülükler sona erer, huzur hâkim olur. Mevlânâ; aşkı dinin özü olarak tanımlar. "Aşktan nasibi olmayanlar imanın tadına ulaşamayan, yaratılışın sırrını idrak edemeyen, fani benliğini ebediyete yükseltemeyen zavallılardır"der Mevlana. Mevlânâ böyle zavallı insanları ikaz eder: "Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa; o, uçmayan, kanatsız bir kuş gibidir. Mâdemki âşık olmuyorsun, git yün ör, iplik eğir. Yüz işin var, yüz renge boyanmışsın, yüz rengin var, yüz alacan. Mâdemki kafatasında aşk şarabı yok; var, geliri bol kişilerin mutfağında kâse yala." Mevlana, şüphesiz İslam medeniyeti ve Türk kültürünün doğup-büyümüş, eserlerini o yapı için vermiştir. Mevlana, daha hayatta iken insanlığa mal olmuştur. Vefat ettiği zaman, cenazesine sadece Müslümanlar değil, Hıristiyan ve Yahudilerin de katıldığı bilinmektedir. Mevlana, insanlara günahkâr da olsa, kâfir de olsa, engin bir görüşle; rahmet ve şefkat dolu nazarla bakmıştır. Mevlana'nın nazarında, kim olursa olsun, her şeyden evvel 'insan' vardır. Mevlana bir aşkın, bir sabrın ve bir hoşgörünün sembolüdür. O, bir hak ve aşk güneşi, bir nur tufanı gibi karanlık dünyamızı aydınlığa kavuşturmaya çalışan bir rehberdir. Türk tasavvuf kültürünün müstesna şahsiyetlerinden biri olan Mevlânâ; yalnızca bir gönül eğitimcisi ve şair değil, aynı zamanda insanoğlunun çağlar boyunca üzerinde tartıştığı konulara çözümler sunan bilim adamı düşünürdür. Onun tefekkür dünyası incelendiği zaman odak noktasının insan olduğu görülür. "Fikir odur ki insanı bir yola ulaştırır. Yol o yoldur ki, yolcusu padişah olur." (Mesnevî, II:3237) sözleriyle de; Hz. Peygamber'in: "Allah'ım; sana sığınırım faydasız bilgiden, alçalmayan gönülden, doymayan nefisten, kabul edilmeyen duadan." hadisi gereğince bilginin faydalı olanına inanır. Bu konu Mesnevî'de bir hikâye ile anlatılır: Bir bedevî devesine iki çuval yüklemiş çölde yolculuk ederken bir filozofla karşılaşır. Filozof ona yükünün ne olduğunu sorunca, bedevî; "Bir çuval buğdayla dolu, diğeri de onu dengelemek için kumla dolu." der. Filozof; "Eğer buğdayı iki çuvala da bölseydin kum taşımana gerek kalmazdı." deyince bedevî onun aklına, bilgisine hayran olur ve sorar; "Bu bilgiyle sen sultan mısın, vezir misin; malın, mülkün, öküzün, deven kaç tanedir?" Filozof cevabında padişah, vezir olmadığını, malı, mülkü, öküzü, devesi de olmadığını, hatta kalacak evi, bir gecelik yiyeceği bile bulunmadığını söyleyince; bedevî hiddetle; "Yanımdan uzaklaş ki uğursuzluğun bana geçmesin. Bunca aklın, bilginin sana faydası olmamış. Ben yine çuvalın birine buğday, diğerine kum yükleyeyim. Bu aptallık benim için daha iyidir." der. Bilginin sözde ve nazariyatta kalmaması, hayata uygulanması, yaşanması, insana hizmet etmesidir. Yalnızca ilim sahibi olmak yeterli değildir; ilim, amelle birlikte olunca sahibine faydalı olur. (Fîhi Mâfih, 93) İlmi olup ameli olmayanlar sadece ilim muhafızıdır, âlim değildir. (Mesnevî, III:3060) Ancak bu niteliklere sahip olmak kolay değildir. Nefsinin isteklerine esir, rahatına düşkün, çabuk bıkan, kendisine güveni olmayan, zahmetlere sabretmeyen, dünyalık peşinde koşan insanlar ilim sahibi olamazlar. (Mesnevî, III: Dîbâce) Mevlânâ da güzel ahlâk sahibi ve örnek insan olmanın tarifini verip, gönülleri eğitirken ahlâk ve ahlâkî hususlara özellikle dikkat çeker. Zira Mevlânâ; toplumun huzur ve barışı için öncelikle her bireyin kendi iç dünyasında huzur bulmasına, bunun ilk adımlarından birinin de sevgi ve güzel ahlâk sahibi olmakla gerçekleşeceğine inanır. İdeal insan modelini tanıtırken yalnızca güzel ahlâkın faziletini anlatmamış, aynı zamanda kötü ahlâkın olumsuzluklarını da dile getirerek, mukayeselerle ikaz yolunu benimsemiştir. Mevlâna, Yunus, Hacı Bektaş-ı Veli, Türk halkının en çok değer verdiği şeyi, yani; insanlık sevgisini temsil ederler. İnsanları bir araya getiren, birleştiren ve kaynaştıran sevgidir. Hepimiz susadık değil mi? Ne duruyorsunuz? Açın Mesnevi sayfalarını da dayayın ağzınızı Mesnevi çeşmesine. Haydi, afiyet şeker olsun. Lafı uzatmadan sözün sultanına sözü verelim: * Kim seviyorsa belki seviliyordur. *Kimde dert varsa o koku almış dermana ermiştir. Kim daha çok uyanıksa derdi daha fazladır. *Parçaların yüzü bütüne dönüktür. Bülbülün aşkı da güle. *Kalemin su, kâğıdın rüzgâr ise ne yazarsan yaz kıymeti yoktur. *Ok gibi doğru olursan hiçbir yay seni tutamaz. Hakça ol ki nefis yayından hakikate fırla. *İnsan gözden ibarettir. Göz ise dostu gören gözdür. *Nice kişiler surette kaldı, özü göremedi. Göz aslında bir yağdır; gönülle birleşirse nur olur.Sen gözü gönülle destekle de nuru gör,sureti aş. Gözün nuru gönül nurudur. *Kamil insan toprak tutsa altın olur, eksik insan altın tutsa toprak olur. *Helal lokma nuru ve olgunluğu arttırır. İlim, hikmet, aşk, incelik helal lokmadan doğar. Lokma tohumdur. Mahsulü fikir. Lokma denizdir. İncisi fikir *Susuzlar suyu arar, su da susuzları. *Dost altın gibidir, bela da ateşe benzer. Halis altın ateş içinde saf hale gelir. *Aklın özelliği sonu görmektir. Sonu görmeyen akıl ise nefsindir. *Adamın biri ağaç altında uyurken ağzına yılan girdi. Bunu uzaktan gören yiğit bir atlı koştu ve hemen uyuyan adamı uyandırıp kırbaçlamaya başladı ve ona yerden çürük elmaları yemesini emretti. Adam korkudan yedi. Sonra yiğit adamı kırbaçlayarak koşturuyordu. Zavallı adam çöllerde saatlerce koştu. Kan ter içinde kalmıştı. Nihayet yere diz çöktü ve başladı kusmaya. Yılan çıkıverdi. Adam yiğide minnetle baktı ve "A yiğidim bunu neden baştan demedin, sana düşman kesilmiştim şimdi minnettarım canım kurtuldu" dedi. Yiğit "baştan desem ödün patlar yaşayamazdın. Kurtulman için kırbaç çürük elma ve koşma gerekiyordu" dedi. İyi anla. Yılan giren adam sensin.Yiğit Hak Nebi..Kırbaçlar dünyevi eza ve belalar.Çürük elma fakirliktir.İçinden çıkan yılan ise nefsin.Onu defetmeden kurtulamazsın. Ders alana ne mutlu!...