Merhume eşim Emine’nin vefatının birinci senesiyle ilgili bir yazı düşünmüştüm. Ancak sevgili kızım Sevdenur’un, ‘Sessiz Mektup’ başlığında bir yazısını görünce yeni yazı yazmaktan vazgeçtim. Çünkü kızım Sevdenur çok güzel bir mektup yazmış. 24 Nisan 2006 tarihinde aramızdan ayrılan eşim Emine’ye Allah’tan bir kez daha rahmet diliyorum. Kızım Sevdenur’un yazdığı ‘Sessiz Mektup’ isimli makaleyle sizleri baş başa bırakıyorum: Hayatımda gördüğüm en güzel gözlere, en sıcak simaya, dokunduğumda kaybolup gideceğinden korktuğum hayaline selam ederim. Hani bazen gelirdim ya yanına. Yazı yazmam gerek derdim. Ama toparlayamıyorum. Aklımda çok şey var ama nereden başlayacağımı bilemiyorum. Yardımcı olur musun? Fikir verebilir misin? Derdim. Sense bir an düşünür, elinde ne iş olursa olsun bırakır, konuşurdun. Ama sanki konuştuğunu yaşardın. Yaşayan bir halin vardı. Gören göz işiten kulak bunu anlayamaz. Sen konuştuğunu gönülden yaşardın… Anlattıktan sonra bir an gözlerime bakar kavrayıp kavrayamadığımı kontrol eder sonra sorduğum sorulara bıkmadan usanmadan en sade ama en ikna edici bir şekilde cevap verirdin. Hiçbir zaman düşüncelerime, eylemlerime müdahale etmedin ama yön verdin. Senin fikirlerinle olaylara yaklaşımınla kendi düşüncelerimi birleştirdiğim zaman bazen gerçekten güzel yazdım. Şimdi yazamıyorum anne. Kalemi elime her aldığımda senin o kalbe huzur veren halin yok çünkü. Yazamadım anne kalemimle gönlümün arasına duvar girdi. Yazamadım anne kalemim kırıldı. Yazamadım her satır seni hatırlattı. Yazamadım. Yazamadım… Hatırlar mısın sana yalan söylemiştim bir gün. Ama küçüktüm, çocuktum. Sanırım sekiz yaşlarındaydım. Yalan söylediğim için iki gün konuşmamıştın benimle. Sana belli etmemeye çalışmıştım ama çok üzülmüştüm. Sen o iki günde öğrettin bana, yalan kötüydü. Neden konuşmadığına belki o gün o kadar anlam veremedim ama bu gün sekiz yıl geçti. Şimdi anlıyorum anne. Sen bana hayatın en güzelini öğrettin. Sen bize temiz düşünmeyi, temiz sevmeyi, temiz yaşamayı öğrettin. Sade yalın ama temiz, ama doğru, ama yalansız. Şimdi gördüğüm şey bunlardan farklı anne. Bazen bu gidiş kalbime dokunuyor. Bazen ağır geliyor. Bazen çekip gidebiliyorum ama bazen gidemiyorum. Bazen sineye çekiyoruz. Bazen yalan bizi kendine çekiyor. Bir bayram sabahı senin elini öptükten sonra karnındaki kardeşimin bayramını kutlamaya gelmişti sıra. Üç yaşlarındaydım. O kadar dua etmiştim ki kardeşim olsun diye. Olayları kare kare hatırlıyorum. Sonra doğduğunda onu hiç sevmedim. Hemen büyüsün benimle oyun oynasın istemiştim. Daha birkaç seneye kadar hep kavga ettik. Bir keresinde bizi kapıya koymuştun. Hem de gece 12’de. Çok yaramazdık. Hep ortak iş yapardık ama o işine gelmeyince beni sana şikâyet ederdi. Ben de onu bir güzel döverdim. Sonra sen de beni döverdin. Az oklava, terlik yemedim. En nefret ettiğim şey öğlen uykusuna yatırtmandı. Öğlen uyku mu olurmuş? Sen beni uyutacağına ben seni uyutur köydeki evin camından atladığım gibi topuklardım. Sonra ara ki kızın ortaya çıksın. Akşam, üstüm başım batmış eve gelince evde bir kovalamaca olurdu. Ama nedense ben yine aynı camdan aynı şekilde hep kaçmayı başarırdım. Çocukluğumu çok güzel, dolu dolu yaşadım. Kardeşimle çok güzel kavgalar ettim. Bazen bize artık size karışmıyorum sizin anlaşma şekliniz böyle derdin. Anne artık Ayşenur’la kavga etmiyoruz. Gelsen ve bizim bu halimizi görsen birinin bize bunu yapmamız için para verdiğini düşünürsün. Belki bunalıma girdiğimizi düşünür bizi doktora götürürsün. Anne kardeşlerim senin bana emanetin. Emanetin, emanetimdir. Onlar benim canım değil canımdan öte, kardeşim değil kardeşimden öte. Babamı çok üzüyorum. Bazen gerçekten üzülüyor. Farkındayım. O da bazen beni üzüyor. Ama anne senin bu deli kızın değişmez ki. Söyleyemez ki ‘özür dilerim’ diye. Söyleyemez ‘Seni seviyorum’ diye. ‘Üzülüyorum’ diyemez. Ağlayamaz. Derdim var diyemez. Sen bilirdin anne. Bir sen bilirdin bir de sen bilirdin. Bilirdin ki üzgünsem sinire vururum, derdim varsa durgunum. Seversem gözlerimin içi güler. Mutluysam huzurluysam dengeliyim… Bir bakışımdan anlardın ne demek istediğimi. Ama şimdi yoksun. O yokluğun içinde gizli bir hüzün var. Beni hiç bırakmayan hep yanımda koşan. Bir de çelişki var. İyiyle kötü arasında hep bir çelişki. Ne zaman kötüye gitsem arkamdan bir el tuttu çekti anne. O senin elin. Desteğin hâlâ omuzlarımızda, biliyorum. Rüyalarımdasın, dualarımdasın, attığım adımdasın. Hani bir gün üzgündüm. Yanıma geldin. Elimden tuttun. Diğer elini saçlarıma götürdün. O mükemmel ela gözlerinle gözlerimin en derinine baktın, ruhuma baktın. ‘Sen çok güçlü bir çocuksun, seni çok seviyorum’ dedin. Üzüntümden eser kalmamıştı. Çok mutlu olmuştum. Vefatından bir hafta önce ağır bir sarsıntı sırasında beni yanına çağırdın, yine ellerimden o şekilde tuttun. Hiç bırakmayacak gibi. Gözlerin hâlâ aynıydı. Aynı güzellik, aynı ışık. ‘Hakkını helal et kızım, sana haksızlık ettiğim oldu. Hakkını helal et.’ Sanki hayatım Türk filmi olmuş, başrolünde ben oynuyorum. Nasıl olur da bir anne çocuğundan helallik ister? Benim ondan ne hakkım olabilir ki? Hiçbir şey diyemedim. Son nefesini verirken gözlerin hâlâ o kadar güzeldi ki. O gözler, onlardan bir parça ışık bana geçmişse eğer, eğer geçmişse bunu en güzel şekilde taşımak isterim. Ama layık değilim. Kızından bile helallik isteyen bir anneye layık değilim. Anne gözlerin hâlâ gözlerimde, ellerin hâlâ ellerimde o gün kalbe geldi ama söyleyemedim; bu sessiz mektupta söylüyorum, ‘seni gerçekten çok seviyorum’… Kızın Sevdenur [email protected]