Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun hazırladığı, basın taraması ve öldürülen kadınların ailelerinin Platform'a ulaşması yoluyla derlenen rapora göre 2015 yılında 303 kadın kendi hayatı üstünde söz sahibi olabilmek ve yalnızca kadın oldukları için öldürüldü. Sunulan raporda öldürülen kadınların büyük kısmının evli ve çocuk sahibi kadınlar olduğuna dikkat çekildi (Gazetler-09.01.2016)

Oysa yüzelli yıl öncesine baktığımızda, geri dönem dediğimiz yıllarda bile kadının; “anne, abla, kardeş, hala, teyze, evlat ve toplumun en değerli varlığı olarak kabul edilip bu kadar acı yaşanmadığını görürüz.  İşte o kadınların yetiştirdiği “saygılı nesiller” yabancılar tarafından takdir edilmiş ve de o kadar övülmüştür ki; bu gün bile onları rahmetle anıyoruz.

Mesela; III. Selim döneminde, İstanbul’un İsveç Elçiliği’nde çok uzun zaman çalışan M.de M. DOhsson, “XVIII. Yüzyıl Türkiye’sindeki Örf ve Âdetler,” adıyla yayınladığımız bu kitapta,  Türk devletini son derece iyi incelemiştir. Zamanımızda Osmanlı yaşamının eksik ve kusurlu olduğunu savunanların yanlış düşündüğüne adeta bir belge bırakmış gibidir Dohsson’a göre: 

“Kadınlar, kocalarını çağırırken veya ondan bahsederken “ağa, efendi” veya “çelebi” sözlerinden birini kullanmaya mecburdur. Çocuklar da babalarını veya annelerini “ağababa” veya “nene-kadın” diye çağırırlar. Rumlar da, aynı şekilde davranır ve daima “efendi veya efendaki, kera, keraka” derlerdi. Ama büyükler, çocuklarının yaşı, mevkii ne olursa olsun, onları sadece adıyla çağırır: İsmail, Osman, Fatma, Ayşe vs. gibi.

Ama hangi halde ve hangi seviyede olursa olsun, çocuklar hiçbir zaman ana-babaya karşı hürmette kusur etmezler. Tabiatın emrettiği, aklın gerektirdiği bu davranış, üstelik Kur'an tarafından da şu ayetlerle takviye edilmiştir: “Allah, ana babanıza hürmet etmenizi, onları sevmenizi, onlara faydalı olmanızı emreder; onları hor görmekten sakının; onlara kötü söylemekten sakının; ana-babanızla konuşurken daima hürmet kâr olun; onlara karşı müşfik olun ve onların sözünden dışarı çıkmayın.”

 Bütün bunların sonucu olarak, bir çocuk babasının karşısına çıktığı zaman, ellerini göğsünün üstüne kavuşturmuş ve gözlerini yere indirmiş durumda bulunur. Hiçbir zaman, izin verilmedikçe, babasının karşısında oturamaz. En seçkin aileler de, dâhil olmak üzere, birçok ailelerde, baba sokağa çıkacağı zaman, çocuklar, yaşları ve mevkileri ne olursa olsun, mutlaka, biri sağında biri solunda kollarıyla ona destek olarak avlunun kapısına kadar gider, orada ata binmesine yardım ederler. Aynı şekilde eve dönüşte de” yine onu karşılamaya koşar ve aynı vazifeleri tekrarlarlar.

Bütün büyük bayramlarda ve hayatın başka önemli olaylarında çocuklar daima babalarının, annelerinin, büyük baba ve annelerinin, amcalarının vs. elini öperek hayır dualarını alırlar. Böyle bir hayır duayı almak, onlar için en büyük saadettir. Bu çok değerli anlayış, aksine olacak hareketlerde de, önemle kendisini gösterir. Çocuklar, kötü davrandıkları takdirde anne ve babalarının bedduasını almaktan korkarlar; en ahlâksız, en dinsiz adam bile, kendisini dünyaya getiren insanların bedduasını alma tehlikesi karşısında dehşetle titrer. Şayan-ı hürmet bir “Kadı’nın(Hâkim- Yargıç)” yahut çok yaşlı bir ihtiyarın dilekleri de Müslümanlar üzerinde aynı etkiyi yapar.

Mevkice küçük durumda olan erkek, büyüğünü karşılamak için ayağa kalkmalıdır. Ancak aynı mevkide olanlar veya daha aşağı mevkide birini kabul eden yüksek mevki sahibi ayağa kalkmaz. Bu ilim ve fenne verilen önemi gösterir. Böylece ilim adamları ve edebiyat erbabını, cahillerin üstüne çıkarmaktadır. İsterse, berikiler, beli bükülmüş ihtiyar olsun.

Bunun örneğini bizzat peygamber vermiş ve şunları söylemiştir: “Hiç okuyup yazma bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Allah'a, Peygamberine ve Ulu'l- Emr'e tâbi olunuz.” Bu kelime ile hükümdarlar, ulema, İslâm hukukçuları kastedilir ki, Resulullah, onları daima Peygamberlerin vârisi olarak çağıragelmiştir. Öte yandan, ihtiyarlığa da hürmet etmek gerekir. Nasıl ki, aşağı mevkide olanlar, yukarı mevkidekilerin elini öpüyorsa, gençler de, ihtiyarların elini öpmelidir.

Bu hürmet ve bağlılık davranışı, hükümdarlara, bilgin ve faziletli insanlara, baba ve annelere ve nihayet dinin uygun gördüğü kimselere karşı yapılır. Bu töre, Peygamber'in yakınlarının davranışları üzerine kurulmuştur. Çünkü onlar her fırsatta Hz. Muhammed'in elini veya eteğini öperdi. Kur’ân, Türkleri, dünyanın bütün milletlerinin en hayırlısı ve en insanseveri haline getirmiştir.  Türkler arasında, başka milletlerde olduğu gibi senet ve yazılı vesikaya lüzum yoktur. Verdikleri sözün, yaptıkları vaadin arkasındadırlar. Din farkı gözetmeksizin bütün insanlara karşı aynı şekilde hareket ederler. Başkasının hakkını yemekten çok korkarlar. Bütün endişeleri helal ile haramı ayırmaktır.” İşte haram ile helali, iyi ile kötüyü, ayrıt edebilen ve de adaleti, şefkati, merhameti, fazileti, dostluğu, sevgiyi ve saygıyı çocuklarımıza öğretirsek bu şiddet ve kargaşa bir nebze önlenmiş olur.

Kısacası; her şeyden önce “saygılı nesiller yetiştirmek” çok önemlidir. M.de M. DOhsson, birkaç tespitini bile okuduğumuzda, bugünün evlatları annelerine, babalarına ve topluma karşı duyarsızlıklarını, acımasızlıklarını düşünmek bile istemiyorum. Artık bu güzel hasletleri, geçmiş kültürümüzden örnek alarak, “test ve tost arasına sıkıştırdığımız gençlere” öğretmek boynumuzun borcu olmalıdır diyorum!   

Sonuç olarak; milletimizin, merhametli, şefkatli, adaletli, faziletli, iffetli ve azametli olması için,  “güzel nesiller yetiştiren kadınlarımızı” candan kutluyorum.