Dünya pandemi ile mücadele ederken her meslekten işini, ekmeğini kaybeden insanların sayısı hızla artıyor. Sanatını icra edemediği için ailesinin geçimini sağlayamayan sanatçıların durumu içler acısı. Sadece mesleğini icra edememek mi? Adeta bir dram yaşanıyor sanatın birçok dalında. Kimi müzisyenler ayakta kalabilmek için enstrümanlarını satıyorlar. Hayatına son verenler bile var. Maddi bir birikimi olmayan sanatçılar tutunamıyorlar ne yazık ki. Sanat insanı, sanatını yapamaz ve aç kalırsa toplum karanlığa mahkûm olur. Çünkü sanat, insanın yaratıcılığını geliştirmesi ve kişiye değer yaratabilme olanağı kazandırması bakımından insanın insanlaşma sürecine katkıda bulunur. Eski uygarlıkların bazılarında sanatın bireyin yeteneklerini ve kişilik eğitimini geliştirmek amacına hizmet ettiği biliniyordu. Çocukların eğitiminde edebiyat ve jimnastik derslerinin yanında müzik ve dans derslerine de yer verilirdi. O devrin düşünen insanları sanat eğitiminin kişinin  doğru, güçlü ve özgür bir karakter sahibi olma sürecine yaptığı katkıyı biliyorlardı. Günümüzde yapılan araştırmalar da bu görüşü destekler nitelikte. Bu çalışmalar, sanatın yani  estetik süreçlerin kişide  zihinsel uyanıklık yaratarak “algılamanın kanallarını” açtığını söylüyor. Bir başka anlatımla, bilimsel çalışmalar sanatın insanın zihinsel yetilerinin sınırlarını genişlettiğini ve kişinin yaratıcı zekâsının gelişmesini desteklediğini iddia ediyor. Şu gerçeğin altını bir kez daha çizelim. Sanatın bütün dalları duygunun ve güzelliğin  dışavurumunun bir tür ifadesidir. Bir tabloya ya da bir heykele şöyle durup bir bakın. İster bir opera, ya da bir tiyatro izleyin. Aşık Veysel, Dede Efendi, Beethoven ya da Mozart dinleyin. Sanatın evrensel bir anlamı olduğunu, insanları birleştirme gibi bir misyonu üstlendiğini, bu yanıyla da daha güzel, barışçıl bir dünyanın özlemini dile getirdiğini hissedersiniz.  Sanat o kadar güçlüdür ki, bu özlemini en zor koşullarda bile her yerde, kimi zaman kendi doğasında dolaylı yoldan söyler bazen de hiç eğilip bükülmeden herkesin anlayacağı biçimde ifade eder kendini. 

Biraz geriye gidelim. Yıl 1913, Osmanlı Balkan Savaşları’ndan yenik çıkmış ve topraklarının bir bölümünü kaybetmişti. Dönemin karar verici aktörleri, ordu içerisinde ciddi bir etkisi olan kurmay binbaşı Mustafa Kemal’i etkisizleştirmek amacıyla onu Sofya’ya askeri ataşe olarak göndermişlerdi. Sanatı, müziği seven genç ataşe Bulgar meclisindeki Türk milletvekili arkadaşı Şakir Zümre’nin sağladığı iki davetiye ile Georges Bizet’in Carmen operasını dinlemiş ve çok etkilenmişti. Çar Ferdinand, bu şık ve parlak Osmanlı subayını merak ediyordu. Birinci perdeden sonra Mustafa Kemal’i locasına davet eder ve sohbet arasında operayı nasıl bulduğunu sorar. Mustafa Kemal “olağanüstü güzel” diyerek hayranlığını ifade eder.

Kurmay ataşe ve arkadaşları dinleti sonrasında yemek yerler ve kaldıkları otele dönerler. Mustafa Kemal, operadan ve opera seyircisinden öyle etkilenmiştir ki geri kalmışlığın nedenlerinden birinin de Osmanlı’da operanın olmayışı olduğu kasına varır. Çünkü opera gelişmişlik demektir. Sahne, dekor, bina, müzisyen ve iyi yetişmiş sanatçılar ister. Öyle ya, bütün bunlar çağdaşlaşma isteğiyle mümkündür. Heyecanlıdır, gece uyku tutmaz. Operayı birlikte dinlediği dostu Şakir Zümre’nin odasının kapısını çalar ve “Balkan Savaşı’nda neden yenildiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum” gibi bir serzenişle içinde yaşadığı koşulların, anlayışın öz eleştirisini yapar. İçi acımıştır, uygarlaşmanın, ilerlemenin ve dahası her alanda kazanmanın sanatla birlikte mümkün olabileceğini söylemek istemiştir aslında.

Baş Öğretmen Atatürk, Sofya’dayken sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından birinin yok olduğunu görmüştü. Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra sanat alanında önemli adımlar atarak yetenekli gençleri cesaretlendirdi. Çok sesli çağdaş Türk müziği ve opera alanında önemli çalışmalara destek verdi. Ayrıca dönemin köy enstitülerinde Anadolu’nun fakir fukara ailelerin çocukları ilk defa sanatla tanışma imkânı buldular. Yeri gelmişken konuyla ilgili küçük bir öyküye yer verelim. 1942 yılında yerli ve yabancı profesörlerden oluşan eğitimciler, Arifiye Köy Enstitüsü ziyaretlerinde köy çocuklarının verdiği klasik müzik konserini hayranlıklar dinlerler. Alman ve İsviçreli misafirler gençlerin performanslarından öyle etkilenmiş olmalılar ki, genç müzisyenlerin gerçekten köy çocukları olup olmadığından emin olmak isterler. Konser veren öğrencilerin köy enstitüsünün yetiştirdiği köy çocukları olduğunu öğrendiklerinde şaşırırlar ve “Beethoven Berlin’de ancak bu kadar iyi çalınabilir” diyerek çocukların yeteneklerini takdir ederler. 

Sanat güzelleştirir, özgür ortamları arar. Sanatın özü yaratıcılıktır, hayal gücünün bir tür ifadesi olması bakımından düşündürür. Bilim ve felsefe gibi hayatı anlamanın, anlamlandırmanın bir aracı olarak insanlığı aydınlatır. Yani, estetik süreçler insanın özgür ve özerk özneler olmasını sağlar. Gerçek sanatçı; sanatıyla, yaşam biçimiyle, duruşuyla ve bilge kişiliğiyle topluma ışık tutar. Büyük aydınlanmacı Atatürk sanata, sanatçıya çok değer veriyordu. Çünkü ilerleme, çağdaşlaşma ve aydınlanma sanatsız yol alamazdı. “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız.” sözüyle sanatçıları yüce bir makama koyuyordu. Öyleyse, tutunamayan sanatçılara bu zor günlerde bir el verelim, onları kendi kaderlerine terk etmeyelim. Umutlar tükenmesin.