‘Yeni’ anayasa hazırlanırken, coğrafyayı vatan yapan milletimizin yüksek iradesi, kültür ve medeniyeti, devletlerimizin temelleri ve kimliği gibi kavramlardan vazgeçilemez.
Devlet bakanlarından fikir adamı-yazar SADİ SOMUNCUOĞLU ile ‘Yeni’ Anayasa’yı konuştuk.
GİRİŞ
‘Yeni’ anayasaya gerçekten ihtiyaç var mıdır? Varsa önceliği nedir? ‘Yeni’ anayasadan murat, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ise, devletin temellerini sarsmadan, yeni huzursuzluklara, ayrışma ve çatışmalara meydan vermeden, mevcut anayasayı ıslah etmek daha akıllıca olmaz mı? Neden ‘Yeni’ anayasanın bütünü için ‘insan odaklı, insanı mutlu edecek, demokratik ve özgürlükçü’ gibi yuvarlak, içi boş, anlamsız sloganlarla yetinilirken, sıra devletin meşruiyet temellerine ve kimliğine gelince, Türk Devletini tasfiye edici, ayrıntılı ifadeler kullanılmaktadır. ‘Yeni’ anayasa denince neden bütün söylemler, Milletimizin birliği, egemenliği ve devletimizin üniter-millî yapısı üzerinde odaklanmaktadır? Bu tartışmalarda niçin bölücü terör örgütü muhatap alınmaktadır; gizli-açık görüşmeler ve pazarlıklarda sanki birlikte ‘yeni’ anayasanın ruhu belirlenmeye çalışılmaktadır? Bu durumda ‘yeni’ anayasa, TBMM’nin hür iradesiyle mi, yoksa bölücü terör örgütüyle varılacak mutabakatla mı hazırlanmış olacaktır?
Oğuz Çetinoğlu: Sayın bakanım, sohbetimize Anayasanın tarifi ile başlayabilir miyiz? Anayasa ne demektir?
Sadi Somuncuoğlu: Anayasa devletin meşruiyet kaynağını, kimliğini, kuruluş esaslarını, temel amaç ve görevleri ile yönetim biçimini belirleyen; bireylerin hak, özgürlük ve yükümlülüklerini gösteren, kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen temel siyasî yasadır. Anayasa üstün hukuk normudur. Demokratik hukuk devletinde ana yapı, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşmaktadır.
Kuruluş esasları ve hukukî yapıları milletlerarası hukuka ve genel duruma uyan devletler bu özelliktedirler. Kendine has şartlarda ve konjonktüre göre kurulmuş istisnaî konumdaki devletlerin anayasaları ise, birbirlerine benzemediği gibi, hiçbir ülkeye de örnek teşkil etmez. Anayasa konusuna bu çerçevede bakılması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Geçmiş dönemlerdeki anayasalarımız üzerinde genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Sonuncuoğlu: Bugüne kadar, 108 yılda 5 yazılı anayasamız olmuştur. Bunlar; 1876 Kanun-i Esasî, 1921 geçici Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 anayasasıdır. Bu anayasalardan ilk üçünün gerçek ihtiyaçtan; son ikisinin ise darbeler sonucu kurulan yeni rejime göre ‘sıfırdan’ yapıldığı bilinmektedir.
Ancak konumuz açısından çok önemli olan husus, devletin kimliğinin Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın 1876 Kanun-i Esasî’sinden 1982 Anayasasına kadar aynı kalması, adeta kopya eder gibi korunmasıdır. Anayasaların hepsinde de, kurucu irade, kuruluş esasları ve meşruiyet kaynağı denilen, milletin ruhu esas alınmıştır. Böyle olması da çok tabiidir. Çünkü kurucu iradenin sahibi değişmemiş, hep Türk Milleti olmuştur.
Kimlik meselesi günümüz tartışmalarının da eksenini teşkil ettiğinden, ilk anayasamızdan somut deliller vererek, devletin yapısındaki sürekliliğe ve bütünlüğe dikkatleri çekmek isteriz.
Önce 1876 Kanun-i Esasî’ye bakalım. (1908 değişiklikleri dâhil)
Madde 1- Osmanlı devleti ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez.
Madde 2- Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur
Madde 8- Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara ‘Osmanlı’ denir,
Madde 17- Kanun önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır.
Madde 18- Devlet memuru olabilmek için ‘devletin resmî dili Türkçe’yi bilmek şarttır.
Madde 57- Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir.
Madde 68- Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz.
Madde 71- Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir.
Çetinoğlu: Bu kimlik, 1876 Kanun-i Esasî ile mi kazanıldı?
Somuncuoğlu: Muhtevasını verdiğim bu kimlik; Devletin kuruluşundan itibaren; sarayda, orduda, devlet işlerinde, mahkemelerde, şiirde, edebiyatta, kültürde, musikide, mimaride, sanatta, günlük hayatta, her yerde ve her işte vardı. Türk dili ve kültürü daima devletin vazgeçilmez unsuru olmuştur.
Selçuklu Devleti de, Osmanlı gibi Türk milletinin devletiydi.
Çetinoğlu: 1876 Kanun-i Esasî’sinin 8. maddesinde ‘Osmanlı’ kavramı geçiyor…
Somuncuoğlu: 8. Maddede bahsi geçen ‘Osmanlı’ sözü hiç şüphe yoktur ki, ‘Türk’ anlamındadır.
Aynen Cumhuriyet dönemi anayasalarında çok kullanılan ‘Türkiye’ sözünün, Türk anlamında kullanılması gibi. Nitekim bu anayasalarda, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir.’ denilmek suretiyle, hiçbir tereddüde yer bırakılmamıştır. O bakımdan, bu günün tartışmalarında ‘Türkiye’ sözünü, ‘Türk’ten ayrıymış gibi göstermeye kalkışmanın gerçekle ilgisi yoktur. Buna rağmen, günümüzün her türlü istismarına fırsat vermemek için, Türkiye yerine, hep ‘Türk vatanı’ ve millet yerine de ‘Türk Milleti’ kavramlarını kullanmakta yarar vardır.
Osmanlı Devletinin ömrünü tamamlaması üzerine yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti geçmiştir. Bu dönemde bütün dünyada imparatorlukların dağıldığını, egemenliğin artık hanedan eliyle değil, doğrudan doğruya millet eliyle temsil edildiğini, demokratik hukuk devleti dönemine girildiğini hatırlamalıyız.
Çetinoğlu: Cumhuriyet döneminin anayasasında bu hususa atıfta bulunuluyor mu?
Somuncuoğlu: Evet! TBMM, 1922’de aldığı 308 numaralı kararla bu hususa açıklık getirmiştir. Karar şöyledir: ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti,... düşmanlarına karşı kıyam etmiş... bu günkü kurtuluş gününe vâsıl olmuştur.’
Daha önce de 1921 Anayasasında 1. Madde, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’, 2. Madde ‘İcra kuvveti ve yasama yetkisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.’ Denildiği görülüyor.
Çetinoğlu: 1924 Anayasası’nda durum nedir?
Somuncuoğlu: Benzer hükümler 1924 Teşkilat-ı Esasî’nin 2. Maddesinde; ‘Devletin resmî dili Türkçedir.’, 3. Maddede; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’, 4. Maddede; ‘Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder.’ İfadeleriyle yer almıştır.
1945’de dönemin öz Türkçecilik akımına uyularak, mana ve kavramlara dokunulmadan Teşkilat-ı Esasî metni Türkçeleştirilmiştir. Demokrat Parti döneminde ise, (1952) bu metin yürürlükten kaldırılmış, 1945 yılına kadar yapılan beş değişiklik korunarak, 1924 metni tekrar yürürlüğe konmuştur.
Çetinoğlu: 1961 ve 1982 Anayasaları…?
Somuncuoğlu: 1961 Anayasası 2. Madde; ‘millî devlet’, 3. Madde; ‘resmî dili Türkçedir.’4. Madde; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir’, 1982 Anayasası 3. Madde ‘Devletin dili Türkçedir.’, 6. Madde; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.’ İfâdelerini içeriyor.
Bu örneklerde görüldüğü gibi devletin sahibi ve kimliği hiç değişmemiş, ‘Türk’ ve ‘Türk Milleti’ olarak kalmıştır. Esasen egemenlik millete ait bir kavram olduğundan, devletin sahibi, bünyesindeki etnik grupları da temsil eden millettir. Zaten başka türlüsü mümkün de değildir.
Çetinoğlu: ‘Anayasa eskidi’ Deniliyor…
Somuncuoğlu: Anayasalar ve kanunlar kullanıldıkça değer kazanırlar. Yürürlükteki anayasa ve yasalar; mahkeme içtihatlarıyla zenginleşir, gelişir, değişir, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir muhteva kavuşması için çalışılır. Mevzuat da, böylece aynen toplum gibi canlı, gelişen dinamik bir hüviyet kazanır.
Çetinoğlu: Yeni anayasa yapmanın mahzurları var mı?
Somuncuoğlu: Var! Yeniden anayasa yapılması çok problemli, risklidir. Konjonktüre ve bir kesimin ideolojisine bağlı olma tehdidi altındadır. Yerleşmiş, köklü devlet kültür ve geleneğine sahip ülkelerde, yeni anayasa değil, ıslah edilen anayasadan bahsedilebilir. Bu da, ciddî saha araştırmalarını, samîmi ve azamî bir uzlaşmayı gerektirir.
Afrika kıtasındakiler gibi yeni ve istikrar kazanmamış, kökleşmemiş devletlerde, işler yürümedikçe anayasa ve yasaların, yeni baştan yapılması sıradanlaşır. Buna karşılık, gelişmiş ülkelerde anayasalar, kurucu irade ve devletin kuruluş esasları titizlikle muhafaza edilerek, geliştirilmektedir.
Çetinoğlu: Örnekleyebilir misiniz?
Somuncuoğlu: ABD, 250 yıldır yapıyor. Alman, Fransız, Japon gibi köklü devletler de aynı.
1961’de ihtilalciler, ‘sıfırdan’ yeni anayasa yapmaya kalktıklarında, rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil mealen şu tavsiyede bulunmuştu:
‘1924 anayasasını çöpe atmayın. Bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uyduğu görülen maddelerini muhafaza edip, yetersiz veya eksik olan yönlerini geliştirin, değiştirin. Yeni bir anayasa yapılırsa, ideal planda çok iyi olabilir, ama toplumun ihtiyaçlarına ve yapısına ne kadar uyacağı, nelerle karşılaşılacağı bu günden bilinemez. Endişe ederim ki, uygulamada çok büyük sıkıntılara sebep olabilir.’
Bu bilge kişinin tavsiyesine uyulmadı, 1924 Anayasası çöpe atıldı. Konjonktüre ve teorik doğrulara göre 1961 anayasası maalesef yeniden hazırlandı. Türk siyaseti 1982’ye kadar, bünyemize uymayan bu anayasayla kavga etmek mecburiyetinde kaldı.
Çetinoğlu: Aynı hatâya, 1982’de de düşüldü…
Somuncuoğlu: Evet. 1982’de yine konjonktüre göre bir tepki anayasası hazırlandı. Bu defa da o Anayasa kavga konusu oldu. TBMM 1987’den başlayarak bu anayasanın kuruluş esasları hariç, maddelerin tamamına yakınını değiştirdi.
Bu da yetmedi. Sıra, darbecilerin bile düşünmedikleri, 1876 Osmanlı anayasasından beri korunan devletin üniter-millî yapısı, daha açık ifadesiyle ‘devletin Türk milletine ait olduğu’nu gösteren maddelerine geldi.
Tarihimizde, egemenliğimizi hedef alan böyle bir durumla ilk defa karşılaşılmaktadır.
Çetinoğlu: Buna neden ihtiyaç hissediliyor? Diye sorsam…
Somuncuoğlu: ‘Türkiye’yi dönüştürmek’ adı verilen bu inkârcı, ülkeyi sosyal gruplara göre ayrıştırıcı ve egemenliği paylaştırıcı sürecin, bölücü terör örgütü ve emperyalistlerden beslendiği açık bir gerçektir. Bu yoldan dönülmediği takdirde, varlığımızın bütünüyle daha da vahim bir keşmekeşe sürükleneceği görülmektedir.
Çetinoğlu: Küreselleşme, ‘millî devlet’ kavramını törpüledi, aşındırdı ve hatta bitirdi mi?
Somuncuoğlu: Bitirdi değil de, bitirmek istiyor diyebiliriz. Sömürü düzeni önünde en büyük engel görüyor diyebiliriz. Dünyamızdaki genel duruma ve milletlerarası hukuka göre devletlerin tamamına yakını, bir millete dayandığı için ‘millî’dir. Tabîi ve esas olan da bu yapıdır. Bu eksende kurulan devletlerin rejimleri farklı olabilmektedir. Padişahlık, krallık, diktatörlük, mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi gibi.
Öte yandan rejimlerin bir de yönetim, (Otorite/yetkinin kullanılma) biçimleri vardır ki; bunlara üniter (merkezî), federasyon veya konfederasyon adı verilmektedir.
Bir de, zamanımızda pek rastlanmayan gayri millî adı verilen çok ortaklı etnik devlet yapıları vardır. Dağılan Yugoslavya, SSCB ve bugünkü Irak gibi.
Burada dikkatten kaçmaması gereken bir husus vardır; o da ülkemizde rejimler değişmiştir, ama devletin temel yapısı hep aynı, ‘millî’ olarak kalmıştır. Yönetim biçimi de böyledir; değişmemiş, hep üniter (bir merkezden yönetim) olarak devam etmiştir. Özetle, Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de millî ve üniter/tekil yapıda bir devlettir.
Çetinoğlu: ABD ve Almanya…?
Somuncuoğlu: ABD ve Almanya da bir milletin devleti (millî)’dir. Ama yönetim biçimi üniter değil, federaldir. ABD’nin 50 eyalet devleti de ‘Amerikan’ milletine; Almanya’nın 16 eyalet devleti var ‘Alman’ milletine, yani bir millete aittir. Ama yönetimi çok merkezden yapılmaktadır.
Çetinoğlu: ABD işgalinden sonraki Irak…?
Somuncuoğlu: İşgalden sonra oluşturulan Irak Federal Cumhuriyeti, bu genel duruma istisna teşkil etmektedir. Yani Devletin temel yapısı gayrı millîdir. Çünkü 2 kurucu unsurlu (Arap ve Kürt), 2 dilli (Arapça ve Kürtçe) ve 2 yönetim merkezli (Bağdat ve Erbil)’dir. 2003’e kadar üniter-millî olan Irak’ta, bir olan ne varsa böylece ikiye bölünmüştür. Bu devlet yapısına ne millî, ne üniter ne de bilinen anlamda federal denilebilir. Gayri millî, çok ortaklı, etnik yapıda; konjonktüre ve emperyalistlerin çıkarlarına göre kurulmuş bir devlettir. Bu haliyle geleceği karanlıktır; Bu yapı iç çatışma, savaş ve kaos demektir.
Çetinoğlu: Herhalde yakın bir gelecekte tam anlamıyla ikiye bölünmesi için böyle yapılmıştır.
Türkiye’mize dönersek…
Somuncuoğlu: Şimdi ‘yeni’ anayasa ile aynı gayri millî, çok ortaklı etnik devlet, Türkiye’de de kurulmak istenmektedir. BOP çerçevesinde, ‘demokratikleşme’ ve ‘özgürleşme’ uyuşturucusuyla, PKK terörü, AB ve ABD baskılarıyla, adım adım sonuca yaklaşılmaktadır.
Çetinoğlu: Devlet yapısında bir ‘dönüştürme’yi mi işâret ediyorsunuz?
Somuncuoğlu: Evet. ‘Yeni’ anayasa tartışmaları sırasında, bazı kişi ve çevrelerin ‘Dünyamızda millî-üniter devletlerin devri bitiyor, federasyonlar dönemi başlıyor. Türkiye büyümek için, çağa uymalı ve federasyona geçmelidir.’ şeklinde propaganda yaptığı görülmektedir.
Çetinoğlu: Gerçekten böyle mi?
Somuncuoğlu: Önce burada bahsi geçen ‘federasyon’un bir millete ait olan değil, ‘çok ortaklı, etnik’ yapıda gayri millî devlet biçimi olduğu hatırlanmalıdır. Buna göre bakalım: Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmış, bağımsızlığını kazanan 15 devlet millî-üniter yapıda kurulmuştur.
Varşova Paktı’ndan bağımsızlığını kazanan Merkezî ve Doğu Avrupa’nın 6 ülkesi, millî ve üniter devlet olarak yola devam etmiş. Çek ve Slovaklar ayrılarak millî ve üniter devletlerini kurmuşlardır. Federal yapıda olan Belçika Krallığı, Flaman ve Valon bölgesi olarak fiilen ikiye bölünmüş, millî-üniter devletlerini kurma mücadelesini vermektedirler.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 20 yıla varan kanlı etnik çatışmalardan sonra dağılmış, yerine 5’i millî-üniter, 2’si karmaşık-suni yapıda bağımsız 7 devlet kurulmuştur.
Görüldüğü gibi dünyamızda çok ortaklı-etnik federasyondan, ideal olan millî devlete dönüş devam etmektedir. Buna karşılık millî-üniter devletlerden federasyona dönüşen tek bir örnek yoktur. Bugünkü Irak hariç.
(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU. İKİNCİ BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR)