Yalnızca Türkiye’mizin değil, dünyanın tanıdığı-bildiği Prof. Dr. NEVZAT YALÇINTAŞ Hocamızın BİLİNMEYEN YÖNLERİ VE İLK DEFA AÇIKLADIĞI, SES GETİRECEK İFŞAATI...  

Oğuz Çetinoğlu: Ülkemizde bir nevi ‘siyaset mektebi’ görevi ifa eden Devlet Planlama Teşkilatı’nda önemli bir göreviniz vardı. Siyasetin içindeydiniz ve milletimiz sizi Meclis’te görmek istiyordu. Buna rağmen siyasetle organik bağınız geç oluştu. Sevenleriniz, sebeplerini merak ediyorlardır. Merakların giderilmesine yardımcı olur musunuz?
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş: 1960 Askerî Darbesi’nden sonra yapılan bütün demokratik, hür seçimlerde siyasî partilerimizden TBMM seçimleri için teklifler aldım. Fakat mesleğimi, üniversitelerdeki akademik çalışmalarımı tercih ettiğimden bu teveccühlere olumlu cevap veremedim.
28 Şubat postmodern darbesi ve onu takip eden olaylar bu tercihimi değiştirdi. Üniversitemden emekliliğim dolmadan, zamanından önce ayrıldım. Aktif siyasete girdim.
Çetinoğlu: TRT Genel Müdürü olarak da görev yaptınız. Bu görevinizle ilgili olarak; unutamadığınız ve kamuoyunun bilmediği bir hâtırânızı anlatır mısınız?
Yalçıntaş: TRT Genel Müdürlüğü görevini resmen devralmadan önce Başbakanımız Sayın Süleyman Demirel’i evinde ziyâret ederek teşekkürlerimi bildirdim ve müteakıben bana görevimi fiilen başlatacak olan Başbakanlık Müsteşarı aziz meslektaşım Ekrem Ceyhun Beyefendi ile TRT Genel Müdürlüğü’nün binasına doğru hareket ettik. Genel Müdürlük binasına yakınlaştığımızda bir kalabalık gördük. Toplum Polisi de görev başındaydı. Fakat şaşılacak şey; Genel Müdürlük binasının pencerelerinden dışarıya doğru sarkan pek çok TRT memurlarının bana doğru bakarak ‘Biz faşist genel müdür, gerici genel müdür istemiyoruz!’ diyerek bağırmalarıydı. Ben de gayriihtiyarî onlara bakarak ağzımdan ‘Canınıza okuyacağım!’ sözleri çıktı. Yanımda olan Ekrem Bey bana dönerek ‘Nevzat, geçekten mi yapacaksın?’ diye sordu. Ben de ‘Ağabey böyle devlet memuru olur mu? Sen de, ben de devlet memuruyuz. Kanunen, resmen atanmış bir âmire karşı, böyle bir hareket aklımızdan geçmiş midir?’ Dedim.
Tabiatıyla bu sözüm o anın öfkesiyle sarfedilmiş bir beyandı. TRT’de ve sonraları bütün görevlerimde azami adalet duygusu ve teenniyle hareket etmeye özen gösterdim.
Çetinoğlu: Aydınlar Ocağı, Türkiye Millî Kültür Vakfı gibi ülkemizin seçkin sivil toplum kuruluşlarında; kuruculuk, başkanlık yaptınız ve aktif üye oldunuz. Sivil Toplum Kuruluşlarının daha verimli olabilmesi için tavsiyelerinizi alabilir miyim?
Yalçıntaş: Vakıflar ve dernekler gibi gönüllü kültür ve hayır kuruluşlarında üye olanlar bu müesseselerin gayelerini tam olarak idrak edip benimsemeli ve katkılarını gerçek anlamda vermelidirler. Her çalışmayı birkaç yöneticinin sırtına yüklememelidirler, paylaşmalıdırlar.
Çetinoğlu: Arkadaşlarınız sizi cumhurbaşkanlığına aday gösterdiler. Bu süreçte yaşadığınız olaylardan söz eder misiniz?
Yalçıntaş: Cumhurbaşkanlığı adaylığım sırasında çok yoğun olaylar yaşadım. Bunların önemli bir kısmı, sansürlü olarak, 2012 yılında İşaret Yayınları tarafından neşredilen Hatıralar, Türkiye’yi Yükselten Yıllar’ isimli kitabımda yer almıştır.
Fakat orada yazmadığım bir gerçeği, ilk defa bu röportajda söylemek isterim: ‘Ülkemizin yönetiminde vukuu bulacak kritik, hayatî gelişmelerde Atlantik Müttefiklerimiz dolaylı veya doğrudan müdahâle eğilimindedirler.’
Bu konudaki ayrıntıların açıklanması zamanı henüz gelmemiştir.  
Çetinoğlu: 1980 öncesinde Birinci ve İkinci Milliyetçi Cephe Hükümetlerinin kuruluşuna da önemli katkılarınız oldu. O süreçle de ilgili olarak söyleyecekleriniz vardır mutlaka…
Yalçıntaş: Bir ülkenin hükûmet krizine sürüklenmesi, bir türlü sağlam, istikrarlı hükûmet kurulamaması, millî ölçekte tahribata yol açar. O dönemde ‘Milliyetçi’ demokratik hükûmetlerin
kurulması fevkâlâde isâbetli olmuştur ve önemli başarılara imza atmışlardır. Bu neticeye ulaşmada bizlerin çabaları, görevimizi yapmaktan ibâretti.
Çetinoğlu: Rahmetli Turgut Özal ile de yakın ilişkileriniz vardı. Fakat siz, kurduğu partide yoktunuz. Neden?
Yalçıntaş: Rahmetli Turgut Özal ağabeyle, ilişkilerimiz kalbî ve çok içtendi. Büyük bir idealizm ve hizmet aşkı ile partiyi kurdu. Fakat kurucular arasında ileride mutlaka ciddi problemler oluşturacak kişileri, iyi niyetiyle, alıyordu. Bu yanlışı rahmetliye, isimler vererek, anlattım; konuştuk. Maalesef sözlerim sonradan doğru çıktı. Anavatan Partisine yazık oldu. Oy oranı  % 40’lar dan % 4’lere düştü.
Çetinoğlu: 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan seçime; Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi, Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Çalışma Partisi, Aykut Edibali’nin Islahatçı Demokrasi Partisi, seçim ittifakı yaparak girdiler. Siz yine devrede idiniz. Seçim sonrasında da çok önemli gelişmelerin içinde oldunuz. Neler oldu? Anlatır mısınız?
Yalçıntaş: 20 Ekim 1991’de yapılan TBMM milletvekili genel seçimlerine Refah Partisi, Mlliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi’nin bir ‘Seçim İttifakı’ oluşturarak girmiş olmaları, ülkemizin siyasî istikrarı, milletimizin irâdesini gerçek anlamda ortaya koyması ve demokratik rejimin sağlam temellere dayanmış olması bakımından isâbetli ve faydalı olmuştur. Her 3 parti de başarılı olmuşlardır.
Biz arkadaşlarımızla böyle bir seçim ittifakının oluşmasında aktif ve kapsamlı görev yaptık. Aksi hâlde, Anavatan Partisi’nde oluşan iç zaaf Türkiye’yi yeni bir kaos ortamına sürükleyecek; siyasî, iktisadî ve sosyal krizler kaçınılmaz hâle gelecekti.
Çetinoğlu: 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimlerde, Fazilet Partisi’nden milletvekili seçildiniz. O iş nasıl oldu? Fazilet Partisi’ni tercih edişinizin sebeplerini açıklamanız mümkün mü?
Yalçıntaş: 18 Nisan 1999 seçimlerinde siyasî hayata girmeye karar vermemin asıl sebebei 28 Şubat postmodern Askerî Darbesi’nin ülkemizde yaptığı maddî ve mânevî tahribatın çok açık bir şekilde ortaya çıkması ve devam ettirilmesidir. Askerî bir cunta, sivil iş birlikçileri ile birlikte demokratik bir rejimi yok etmiş, her anlamda yıkıcı bir dikta idâresi tesis etmeye başlamıştır. Ayrıca önceki darbe ve müdâhalelerde görülmeyen şekilde mânevî değerlerimize ve dinî hayata karışılıyor, dindar vatandaşlar baskı altına alınıyor ve insanlarımız “fişleniyordu”.
Bütün bu yıkıcı icraata, idâreye karşı seyirci kalmak vicdanî sorumlulukla bağdaşamazdı.
Siyasete girmem için teklif Fazilet Partisi’nden ve doğrudan merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve arkadaşlarından geldi. Genel Başkan Recai Kutan ve diğer kurucular yakînen tanıdığım dostlarımdı. Faziletli, dürüst, vatansever kişilerdi.
Çetinoğlu: Fazilet Partisi kapatılınca, Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçtiniz. Gerekçelerini ve o dönemdeki duygularınızı okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Yalçıntaş: AK Parti kurulduğunda ben esasen TBMM’de İstanbul milletvekili olarak bulunuyordum. Sayın R. Tayyip Erdoğan hem yakın tanıdığım ve bir bakıma da, MTTB (Millî Türk Talebeler Birliği) Sosyal İlimler Enstitüsü dolayısıyla öğrencim sayılırdı. Kurucuların önemli kısmı dostlarımdı, bizzat kendi oğlum Dr. Murat Yalçıntaş da, diğer talebelerimle birlikte kurucular arasındaydı.
Başlangıçta, kapatılan Fazilet Partisi’nden sonra 2 parti kurulmaması, bir tek partide toplanılması için gayret sarf ettim, temaslarda bulundum. Fakat netice alamayınca AK Parti’ye intisap ettim.
Çetinoğlu: 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlerde de seçilip iki dönem milletvekilliği yaptıktan sonra 22 Temmuz 2007 seçimlerinde aday olmadınız. Sebebini açıklamanızda mahzur var mı?
Yalçıntaş: Hayır, mahzur yok. Özellikle aşağıdaki sebepler dolayısıyla 22 Temmuz 2007 genel milletvekili seçimleri için adaylık müracaatı yapmadım. Tekrar milletvekili olmak istemedim:
A. Hükûmetimizin ülke iktisadî varlıklarını dış ülkelerin şirketlerine satması, özelleştirmenin ‘yabancılaştırma’ şeklini alması politikasını tasvip etmiyordum
Türkiye’nin incisi, taç mücevheri, dünya markası İstanbul’umuzun, en kıymetli şehir sâhilinin, Dolmabahçe Sarayı ve Camii ile Karaköy arasındaki tarihî eserlerimizle dolu ‘Galata Port’ olarak adlandırılan bölgenin özelleştirme projeleriyle, ne yaptığını bilinen, bir yabancının işletmesine devri girişimi akıl alacak bir teşebbüs değildi. Çok şükür kamuoyumuzun genel reaksisiyonu ile İstanbul’umuzun içindeki o bölgenin gazinolar, kumarhâneler, kırmızı renkli mekânlar vs ile bir Singapur, Hong Kong, Bankong batakhâneleri görünümüne girmesi tehlikesi önlenmiş oldu.
Ayrıca Halk Bankası’nın, o yapılabilseydi, arkasından Ziraat Bankası’nın, özelleştirme nâmı altında, o zamanki İtalyan, İspanyol veya Yunan bankalarına satılması, benim de aktif çalışmalarım, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığım müdellel konuşmamın da katkısıyla, sonuçta önlendi. Bu yanlış teşebbüsten hemen sonraki senelerde bu ülkelerin kendilerinin nasıl bir şiddetli ekonomik krize sürüklendiği düşünülürse, hâlihazır krizin içine, bizim bankalarımızı alsalardı, bizi de dâhil edecekleri tabîi bir sonuç olacaktı.
En vahim yabancılaştırma teşebbüsü, Mevduat Sigorta Fonu’na intikâl etmiş, Uzanlar’ın yurt dışına kaçmaları sebebiyle, televizyon istasyonlarının yabancı şirketlere satılma çabalarıdır. Bu sonuç RTÜK konusunda bir madde değiştirilerek sağlanmak isteniyordu. Yabancı kişi ve şirketler Türk televizyon istasyonlarının %100 hisselerine sahip olabilecekler; Türk medyasını, yayınlarını tam olarak kontrol edebileceklerdi. Ülkenin, kamuoyuna, topluma en etkili yayın aracı olan televizyon yayınlarını ellerinde tutacaklardı. Kanun teklifi sonuçlanıp kabul edilse idi en hazırlıklı alıcı hazırdı. Esasen dünyada büyük bir medya devi hâline gelmiş Avustralya vatandaşı, Musevî iş adamı Robert Murdoch. Bu kişinin İngiltere’deki yayın organlarının nasıl çirkin bir yayın skandalına sebebiyet verip Londra’da mahkemelere düştüğü kısa bir süre sonra ortaya çıktı. TBMM’de konuyu her yönü ile açıklayan konuşmam, kanun maddesi teklifinin reddiyle sonuçlanmasında etkili olmuştur.
Alkol derecesi yüksek içkilerin imal ve satış tekelini devletin tasarrufundan çıkarıp, özel kişilere devrederek üretim ve dağıtımını bütün reklam imkânlarıyla serbest bırakan hükûmet icraatını önleme teşebbüsüm, bir şekilde önlenmiş, konuşmama imkân verilmemiştir.
AK Parti hükûmeti halkımızın muhafazakâr ve dindar büyük kesimini temsil etmektedir. Yukarıda örneklerini verdiğim girişimler nasıl ve niçin yapılmıştır? Tatmin olabilecek bir izahı tam bulabilmiş değilim.
 B.   ‘Açılımların’ ilk şekliyle etnik ve mezhep bazında isimlendirilerek beyan edilmesi hatalı idi.
Başbakanımız Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın ülke ve millet bütünlüğüne son derece önem verdiği açıktır. ‘Tek vatan, tek millet ve tek bayrak’ sloganı onundur. Fakat etnisite konusuna ön planda yer vermesi, ilk açıklamaları bu şekilde yapması, terörden bıkmış olan vatandaşlarımızı endişeye sevk etmiştir. Bunu fark eden Başbakan sonraki açıklamalarında değişiklik yaparak ‘Kardeşlik, Birlik ve Demokrasi’ sloganını kullanmaya başlamıştır.
Bir millet varlığının bütünlüğü, önce onu etnisitelere ayırıp tanımlamakla sağlanamaz. Etnisiteler, demokrasilerde elbette kendi kültür ve âdetlerini yaşayacaklardır. Mesul devlet adamlarının davranışı, devlet bütünlüğünün tamamını kucaklayıp temsil etmek olmalıdır.
İki dönem milletvekili olmayı yeterli buldum. Fazilet Partisi ve AK Parti’de olmak üzere toplam iki dönem TBMM’de milletvekili olmayı kâfi gördüm. Seneler çabuk geçiyor. Neşrini düşündüğüm kitaplar vardı. 2007’den sonra milletvekili olmayı düşünmedim. TBMM’de tekrar kalsaydım, yukarıda işaret ettiğim ve benzeri konularda zıt durumlarda olacaktım. Bunun devamı ise olumsuz sonuçlar doğururdu.
Kitaplarımı, Türk Birliği alanına öncelik vererek ve “Türkiye’yi Yükselten Yıllar-Hâtıralar”ımı yayınlamaktan çok memnunum. Bu kitap 2012 senesinde “Yılın Kitabı” seçildi, ödül verildi.  
Çetinoğlu: Ülkemizde ‘parti içi demokrasi’ kavramı hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?
Yalçıntaş: Türkiye’de, hemen hiçbir siyasî partide gerçek bir ‘Parti içi demokrasi’nin varlığından bahsetmek mübalağalı olur. Türkiye’de partilerimiz lider partileridir.
Çetinoğlu: Başkanlık sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yalçıntaş: Türkiye’de ‘Parlamenter Demokrasi’ tecrübesi, geleneği vardır. Gerek görüldüğü alanlarda cumhurbaşkanının yetkileri arttırılarak ‘Yarı Başkanlık’ sistemine geçilebilir.
Çetinoğlu: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda bulundunuz. Dünya Türkiye’yi nasıl görüyor? Türkiye hakkında ne düşünüyor?
Yalçıntaş: Türkiye, ‘İlk 20 Dünya Devleti’ arasındadır. Bütün önemli uluslararası kuruluşların kurucuları içinde veya üyesidir. Demokrasimiz geliştikçe, kalkınmamız devam ettikçe, ordumuz güçlü oldukça, barışçı bir süreçte Türkiye’nin saygınlığı, itibarı, dünyada devamlı olarak yükselecektir.
Çetinoğlu: Türkiye Cumhuriyeti olarak Türk dünyası ve İslam âlemi ile ilişkilerimizi değerlendirir misiniz?
Yalçıntaş: Türkiye’miz, diğer kardeş ülkelerle birlikte, 2009 yılında Nahcivan’da imzalanan antlaşma istikâmetinde ‘Türk Birliği’ni inşa ederek gerçekleştirmelidir. Aramızdaki engeller kaldırılmalıdır. Özbekistan ve K.K.T.C. Birliğe katılmalıdır. İslâm dünyasıyla daima barışçı, çok sıkı ilişkileri devam ettirip sağlamlaştırmalıyız. Hiçbir İslâm ülkesiyle çatışma hâlinde olmamalıyız. Ecdadımızın İslâm dünyasında ‘Osmanlı Sulhu’nu asırlardır sağladığını unutmamalıyız.  
Çetinoğlu: Üniversite hocalığı, Devlet Planlama Teşkilatında Daire başkanlığı, TRT Genel Müdürlüğü, İslam Kalkınma Bankası’nda görev, Sivil Toplum Kuruluşlarında kuruculuk ve başkanlık, Odalar Birliğinde Genel Başkan Başdanışmanlığı, basın sektöründe üst düzey görev ve başyazarlık,  parlamenterlik, AGİT’te milletlerarası kuruluş üyeliği… Yeniden dünyaya gelseniz, aynı çizgiyi tâkip eder miydiniz? Tercihiniz hangisi olurdu?
Yalçıntaş: Tercihim meslek olarak yine ‘Üniversite Hocalığı’ olurdu. Milletime ve İslâm’a hizmette her göreve de hazır olurdum.
Çetinoğlu: Şimdi emekliliğin tadını mı çıkarıyorsunuz, yeni projeler mi hazırlıyorsunuz? Açıklar mısınız, sürpriz mi yaparsınız?
Yalçıntaş: Kendimi emekli hissetmiyorum. Dolayısıyla emekliliğin tadı nasıl olur bilmiyorum. Ömrüm ve sağlığım elverdiği sürece ‘Türk Birliği’ ve ‘İslâm Kardeşliği’ ideallerime hizmet etmeyi hedefliyorum.
Çetinoğlu: Dolu-dolu yaşanmış bir hayatınız var. Vatana-millete, eğitime-kültüre her türlü takdirin üstündeki hizmetleriniz, şüphesiz geniş olan ufkunuzu sonsuzlaştırmıştır. Gerçekçi bir insan olmanız sebebiyle kuzuların kurtları yiyebileceğini düşünmüyor olabilirsiniz. Yine de hayalhâneniz geniş olmalı. Oraya neler sığdırabiliyorsunuz?
Yalçıntaş: Sorunuzdaki güzel sözler için kalpten teşekkür ederim. Hayallerime gelince; uzak olmayan bir gelecekte, birleşmiş, kalkınmış, müreffeh, aslî değerlerine sahip, barış içinde yaşayan bir Türk Dünyası ve çatışmalardan uzak, istiklâline tam sahip, sömürülmeyen kardeş İslâm ülkeleri ile Avrupa’da yerleşik, güçlü ve gelişmiş bir İslâm varlığı tahayyül ediyorum.
Çetinoğlu: ‘Aşk olmadan hiçbir şey olmaz’ denilir. Böyle bir aşk, nasıl târif edilir?
Yalçıntaş: Herhâlde, bütün benliği ve enerjimizi hasrederek, hayatını hep onunla yaşamak duygusudur.
Çetinoğlu: ‘Mahşerin atlısı’ kavramı, ‘karşılaşılabilecek en kötü durum’ olarak açıklanıyor. ‘Cenab-ı Allah’ın, cümlemizi kötülüklerden koruması niyazı’ ile kavramı ters yüz ederek; Yalçıntaş ailesi için, Türkiye için ve dünya için iyilikler-güzellikler müjdecisi olabilecek üç atlısını sorsam?
Yalçıntaş: Saadetin 3 atlısı şunlar olabilir:
1- Kalbin bütün temizliği ile iman
2- Kendimiz ve tüm sevdiklerimiz için sağlık
3- Azdırmayacak kadar bolluk
Çetinoğlu:  Bu röportajın son sorusunu siz hazırlayıp cevabını lütfeder misiniz?
Yalçıntaş: Bundan sonra Cenâb-ı Hakk’tan ne dilersiniz? Nasıl bir cennet arzulamaktasınız?
Ömrümün sonuna kadar sağlıklı, verimli, bolluk içinde bir hayat ve ızdırapsız, güzel, rahat bir ölüm.
Cennet arzum ise şöyledir:
Çocukluğum ve ilk gençliğim Ankara’da yeşillikli, türlü meyve ağaçları ile kaplı, annemin yetiştirdiği zambak ve güllerle süslü büyük bir bahçede geçti, evcil hayvanlarımızda vardı. Evimize yakın bir mesafede buğday tarlaları uzanıyordu. Yaşlılığımda da İstanbul’un Çatalca İlçesi’nde ilkbahar ve yazı benzer bir mekânda geçiriyorum. Cennette de, yeşillikler içinde başta annem ve babam olmak üzere bütün aile fertleri ile eşimin ailesi, çocuklar, torunlarım ve sevdiklerimle, dostlarımla hep birlikte olmak isterim. Aile fertleri ve muhakkak ki dostlar olmadan bir cennet düşünemiyorum.
Cenâb-ı Hakk hepimize sağlıklı, mesut uzun ömürler ve dostlarla buluşacağımız cennet bahçeleri nasip etsin.
En kalbî sevgi, saygı ve selamlarımla.
Çetinoğlu: Hocam! Çok teşekkür ederim. Saygılarımı sunar, vatana millete hizmet yolunda değerlendirilecek sağlıklı ve huzurlu, uzun ömürler dilerim.

Prof. Dr. NEVZAT YALÇINTAŞ

1933 yılında Ankara'da doğdu, ilk ve orta öğrenimini Ankara'da yapan Nevzat Yalçıntaş, Ankara Ticaret Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu'nu 1954 de bitirdikten sonra Fransa Caen Üniversitesi Hukuk ve İktisadî İlimler Fakültesi'ndeki Doktorasını 1957 yılında pekiyi derece ile tamamladı.

Akademik hayatına Ankara'da başlayan ve kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesi'nde görev alan Nevzat Yalçıntaş 1958-1960 yılları arasında Genel Kurmay Başkanlığı Araştırma ve Geliştirme Kurulu'nda Araştırmacı olarak vatanî hizmetini yaptı. Yedek Subaylık görevi sonrasında 1962-1963 yılları arasında Doçentlik Çalışmaları için İngiltere'de Londra Üniversitesi London School of Ekonomics and Social Sciens'de bulundu.

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, 1958 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nde İktisat Uzmanı olarak ilk defa devlet görevine başlamış, arkasından sırasıyla; 1960-1998 yıllarında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyeliği, 1968-1970 yıllarında Devlet Planlama Teşkilâtı Sosyal Planlama Daire Başkanı, 1969-1970 yıllarında Vekâleten İktisadî Planlama Daire Başkanı, 1973-1975’te Avrupa Göçmen İşçiler Kurulu Üyeliği, 1975 yılında TRT Genel Müdürlüğü, 1982-1986’da İslam Kalkınma Bankası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü Kurucu Başkanlığı, 1986-1990 yıllarında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanlık Baş Müşaviri ve Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığı görevlerini yerine getirmiştir.

Türkiye'yi dünyanın birçok ülkesinde çeşitli milletlerarası kuruluş ve toplantılarda temsil eden Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, ülkemiz içinde ve dışında özel sektör kuruluşlarında üst düzey yöneticilik ve danışmanlık görevlerinde bulunmuştur. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, 1996-1998 yılları arasında da Türkiye Gazetesi'nde başyazarlık yapmıştır.

Prof. Yalçıntaş, 1995 yılının yaz aylarında Türkiye ve Suudi Arabistan arasında Türk kamyon şoförlerinin Captagon isimli uyuşturucu haplarla yakalanması sonucunda meydana gelen ‘İdam Krizi’nde dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ‘Olağanüstü Arabulucu’ olarak Suudi Arabistan'a gönderilmiş ve Suudi Arabistan yetkilileri tarafından üst seviye protokolü ile karşılanmıştır. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Suudi Arabistan Veliahd Prensi Abdullah ile Türkiye adına görüşme yaptıktan sonra Prens Abdullah: ‘Sayın Yalçıntaş, Cumhurbaşkanınıza ve Başbakanınıza, sizin gibi bir dostumuzu gönderdikleri için teşekkürlerimizi iletin’ diyerek uğurlamıştır. Prof. Yalçıntaş'ın ‘Olağanüstü Arabulucu’luğuyla çözümlenen ‘İdam Krizi’ O'nun milletlerarası arenada da ne kadar etkili ve saygın bir yere sâhip olduğunun açık bir delilidir. Neticede 50'ye yakın idama mahkûm edilmiş ve cezaları kesinleşmiş Türk şoförlerinin hiç biri infaz edilmemiştir.

1998 yılında Fazilet Partisi'nin yaptırmış olduğu bir kamuoyu aştırmasında; ‘Halkın siyasette en çok görmek istediği akademisyen’ olarak öne çıkan Prof. Yalçıntaş, kendisine birçok parti tarafından yapılan teklifler arasında Fazilet Partisi'ni tercih ederek TBMM'ye İstanbul Milletvekili olarak girmiştir. Aynı yıl içinde Cumhurbaşkanlığına aday olan Nevzat Yalçıntaş, 2002 genel seçimlerinde AK Parti’den İstanbul milletvekili olarak TBMM'de yer almıştır. 2007 genel seçimlerinde ise kendi isteği ile milletvekili adayı olmamıştır.

AGlT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı) parlamentosunda Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüş olan Yalçıntaş, halen merkezi Almanya'nın Bonn şehrinde bulunan Avrupa Müslümanlar Birliği (EMU) ve Hollanda'daki Roterdam Üniversitesi’nin Şeref Başkanıdır.