Günümüzün saklı entelektüeli Prof. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ bizleri, ideoloji binitiyle Türkiye’den dünyaya uzanan ufuk turuna çıkarıyor.
Oğuz Çetinoğlu: Küresel kültür; millî devlet - millî kültür kavramlarını aşındırıyor. Yıllarca kanlı savaşların tetikçiliğini yapan ideolojilerin pabucu dama atılacak, mutlak ve sonsuz barış gelecek mi?
Prof. Dr. İskender Öksüz: İdeoloji kelimesiyle ilgili renkli bir hâtıram var. Önce onu anlatayım:
1970’lerde bir gün, İstanbul’da Yeşilay Derneği binasındaki, Türk Edebiyatı Vakfı’nın ince uzun salonunda Necip Fazıl Kısakürek’i dinliyorduk. Soru-cevap faslında ideolojiler hakkında ne düşündüğü soruldu. Necip Fazıl koltuğunda hafifçe diklendi, yüze yakın dinleyiciden her birine, sadece kendisine göz kırpılıyormuş intibaını veren tikinin birkaç kez tekrarlamasına izin verecek kadar bekledi. Sonra, her zamanki, söylediklerinin mutlak doğruluğundan şüphe etmeyen tavrıyla haykırdı: ‘İdeolojisiz insan hayvandır!’ Bu söz ortada tokat gibi patladı. Gültekin Samancı’nın ki rahmetli son derece sâkin bir insandı, yerinden fırladığını, kapıyı öfkeyle çarpıp çıktığını hatırlıyorum.
Çetinoğlu: Cemil Meriç farklı düşünüyor…
Öksüz: Evet! Rahmetli Meriç, ‘İdeolojiler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir!’ Diyordu.
Çetinoğlu: Kim haklı?
Öksüz: Muhtemelen ikisi de haklı.
Çetinoğlu: Nasreddin Hoca öyle söylerdi…
Öksüz: Biraz farklı. Görünürdeki çelişki, ‘ideoloji’ kelimesine verdikleri anlamda yatıyor.
Dünyanın en büyük ansiklopedisi Vikipedia’nın ideoloji maddesinde şu ekonomik ideolojiler sayılıyor: Yeşil iktisat, merkantilizm, karma ekonomi, sosyal Darvinizm, komünizm, laisses-faire ekonomisi ve serbest ticaret.
Cemil Meriç’te bu tarz ‘ideoloji’lere muhalefet hissediliyor. Hele komünizm, sosyal Darvinizm ve Vikipedia’nın muhtemelen ekonomik değil diye saymadığı diğer ırkçı ideolojiler düşünüldüğünde rahmetli Meriç’e katılmamak mümkün değil. O anlamda ideoloji, hem idrakimize hem bilime ve bilim zihniyetine giydirilmek istenen deli gömleğidir.
Çetinoğlu: İdeolojisiz insan olur mu?
Öksüz: Necip Fazıl’a göre olmaz. Çünkü O; ideolojisiz düşünceyi ‘değerlere dayanmayan düşünce’ diye algılamaktadır.
Çetinoğlu: ‘Değer’den kastı nedir?
Öksüz: Necip Fazıl için ‘değerler’ denince başta vahiy gelir. Hatta o andaki havasına göre ‘değerler’ değil, ‘değer’ denmesi gerektiğini bile söyleyebilir üstat! İşte O’nun hayvan dediği, değerleri olmayan dinsiz-imansız ve -yine havasına göre- milliyetsiz-vatansız mahlûktur. Buna da katılmamak mümkün mü?
Çetinoğlu: Peki, İslam ideoloji olarak kabul edilebilir mi?
Öksüz: İdeoloji kelimesi, ‘doktrin’ gibi dar anlamda alınırsa, İslam ideoloji olamaz. Fakat geniş anlamda, dünya görüşü gibi, değerler gibi anlaşılırsa, evet ideolojisizlik düşünülemez. Necip Fazıl, ideoloji dendiğinde ikincisini anlamaktadır.
Çetinoğlu: Pozitivistler her iki anlamdaki ideolojiyi de reddediyorlar…
Öksüz: Modernizmin çocukluk çağında, bilimi yeni keşfetmenin ve bin yıllık kilise tutsaklığını kırmanın sarhoşluğu ile Avrupalı insanlar, mantık ve bilim dışında bir değere ihtiyaç bulunmadığını iddiaya kalktılar. İnsan düşüncesinin son aşaması bilimdi. Değerler de bilim tarafından tâyin edilecekti. En gelişmiş insan böyle bir pozitivist veya ‘ideolojisiz insan’ idi. Duygular, inançlar, dinler gereksiz ve hatta zararlıydı. Bugün bile taraftarları var ama pozitivizm denilen bu ‘ideoloji’ bugün mağlup fikirlerden sayılıyor.
Çetinoğlu: Yeni bir görüş mü ileri sürülüyor?
Öksüz: Farklı bir bakış açısı… Toplumların sadece zihinleri ile değil, hem gönülleri hem de zihinleri ile hareket ettiğini biliyoruz. Yalnız toplumda değil, tek tek insanlarda bile his olmadan mantıklı düşünceye ulaşılamayacağı anlaşıldı. Güney Kaliforniya Üniversitesi hocası Nörolojik bilimin liderlerinden Antonio Damasio, ‘Dekart Hatası’ (veya Türkçeye çevrilen haliyle ‘Dekart’ın Yanılgısı’) isimli kitabında, beynindeki bir hasardan ötürü duyguları yok olmuş bir hastanın, rasyonel düşünce ve karar verme yeteneğini de kaybettiğini gösterdi. Bir bakıma, sübjektivite yoksa objektivite de mümkün olmuyordu. Öyle bir hâle gelindi ki, bırakın sosyolojiyi, psikoloji ve nörolojiyi; işletme mühendisliği ve yönetim bilimi gibi alanlarda bile, ‘önce değerler’ denmeye başlandı. Daha yirmi-otuz yıl önce bu sahalarda ‘hareket analizi’ ve ‘ilmî yönetim’ modaydı. Küreğin sapı kaç santim olursa işçi azami verimi sağlar... Kaç mumluk aydınlatma en ekonomik çalışma şartlarını temin eder gibi problemlerle uğraşıyorlardı. Henry Ford’un, işçileri kast ederek, ‘Bana kollar ve bacaklar lâzım ama maalesef bunlar midelere ve kafalara monte edilmiş halde geliyor’ dediği meşhurdur. 1950 bu zihniyetin zirve noktasıdır. Yirminci asrın ikinci yarısından itibaren pozitivizm bozgun üstüne bozguna uğradı. 1970’lere gelindiğinde ‘şirket kültürü’, ‘firmanın temel değerleri’ gibi kavramlar öne çıktı. O kadar öne çıktı ki, aydınlatmadan ve kürek sapından bahsedilmez oldu. Bugün de ister genel müdür, ister başkan veya başbakan olsun, işe temel değerler, vizyon, misyon diye başlanmaktadır.
Çetinoğlu: Necip Fazıl doğruyu 40 yıl önce bulmuş ve söylemiş mi oluyor?
Öksüz: Demek ki Necip Fazıl’ın söyleyişi ile yalnız insan değil, ideolojisiz toplum, hatta ideolojisiz şirket bile... Olsa olsa sürüdür.
Çetinoğlu: İdeolojisiz anayasa olur mu? Diye sorsam…
Öksüz: Soru şöyle de sorulabilir. İdeolojisiz anayasa nedir? Haydi, sükûnetle ele almaya çalışalım. Bir devletin kuruluşunda bir takım değerler varsa bu değerlerin belirtileceği yer her halde anayasadır. Borçlar hukuku veya ceza kanunu değil... Devlet bir takım değerlere dayanmıyorsa, soğukkanlılıkla geri çekilip yeniden düşünün. Değerleri olmayan bir devlete gerçekten ihtiyacınız var mı? Daha önce de yaptığım rahatsızlık verici bir turu tekrarladım. Hani bir zamanlar anayasada ‘Türk’ geçmesin, anayasada millet adının geçmesi ayıptır deniyordu... Hatta her zaman yapıldığı gibi, dünyanın böyle milletsiz ve milliyetsiz devletlere doğru kaçınılmaz bir gidişi vardı ya. Sonra baktık ki Fransız, Alman, Ermeni, Yunan anayasaları bangır bangır Fransız, Alman, Ermeni ve Elen’den bahsediyor. Hatta mesela Yunan anayasası, ‘Elenler kanun önünde eşittir’ gibi gayet acayip ifadeler içeriyor... Benzer bir turu tekrarladım. Dünyadaki anayasalarda ideoloji var mı? Fransız Anayasası 1789 Fransız devrimine atıf yaptıktan sonra hürriyet, müsavat ve uhuvvete dayandıklarını açıklıyor. (O tarihte öyle derdik; yani hürriyet, eşitlik ve kardeşlik.) İtalyan Anayasası’nın ideolojisi farklı: ‘İtalya, emeğe dayanan bir demokratik cumhuriyettir.’ Macar Anayasası, yakın tarihinin etkisiyle olmalı, ilk cümlede ‘sosyal pazar ekonomisi’ni hedeflediğini belirtiyor. Çin anayasasının ideolojisi, tahmin edebileceğiniz gibi bambaşka… Çin Halk Cumhuriyeti çalışan sınıfın önderliğinde ve halkın diktatörlüğü altında bir sosyalist devlettir ve işçilerle köylülerin işbirliğine dayanır. Sosyalist sistem Çin Halk Cumhuriyeti’nin temel sistemidir. Şahıs veya teşkilâtların sosyalist sistemi sabote etmeleri yasaktır. Müsaadenizle, ben de Necip Fazıl gibi, dini de ideoloji sınıfına dâhil addedebilirim. İlişki bire bir olmasa da, şüphesiz birçok ideoloji dinden tesir almıştır veya dine dayanan bileşenlere sahiptir.
Çetinoğlu: Bâzı ülkelerin anayasaları da bizdeki laiklik anlayışına aykırı…
Öksüz: Danimarka Anayasası’nın dördüncü maddesi şöyle: ‘Danimarka Evanjelik Lutheran Kilisesi, Danimarka’nın Kurumsal Kilisesi’dir ve bu sıfatıyla Devlet tarafından desteklenecektir.’ Altıncı madde, ‘Kral, Evanjelik Lutheran Kilisesi’ne mensup olacaktır’ buyuruyor. İsviçre Anayasası, ‘Her şeye kadir Allah’ın adıyla’ diye başlıyor. Yunan Anayasası’nda (Madde 3/1) şöyle deniyor: ‘Yunanistan’da geçerli din İsa’nın Doğu Ortodoks Kilisesidir. Yunanistan’ın Ortodoks Kilisesi, başı olarak Rabbimiz İsa’yı kabul eder, Konstantinopolis’teki Büyük İsa Kilisesi’yle doktrinde ayrılamaz bütünlük içindedir...’ Ve anayasaların anayasası, Avrupa Birliği Anayasası ne diyor: ‘Avrupa’nın kültürel, dini ve insanî mirasından... ilham alarak... Manevî ve ahlakî mirasın bilincinde olarak... Avrupa halklarının kültürlerindeki ve geleneklerindeki çeşitliliğe ve üye devletlerin kimliklerine saygılı olarak... kiliseyle sürekli irtibatta bulunarak...’
Mukaddesi olmayan toplum Türkiye’de bir grup, uluslararası kuruluşların da desteğiyle şu iddialarda bulunmaktadırlar: 1- Anayasada milletten, milliyetten söz edilmez. 2- Anayasalarda ‘ideoloji’ olmaz. 3- Anayasalarda dinî referanslar olmaz. İddialara dayanak gösterilme ihtiyacı bile hissedilmemektedir. Tavır şudur: ‘Bu böyledir! Dünya bu yöne gitmektedir! Siz de bu yöne gitmek mecburiyetindesiniz!’
Çetinoğlu: Bu emredici tavrın, siyasî ve ideolojik yönlerini tahlil eder misiniz?
Öksüz: Bizden neler isteniyor? Birçok çevre, birçok şahıs, tıpa tıp aynı sözleri tekrarlıyor. Orjinalite pek yok. Tipik bir örnek olarak vaktiyle TESEV’in Anayasa Raporu’na bakalım:
‘Anayasa’nın Başlangıç bölümü dâhil olmak üzere bütününde, Türk etnik kimliğine vurgu hâkimdir. Bu vurgu, metin boyunca sıkça tekrarlanan ‘Türk vatanı ve milleti’, ‘yüce Türk devleti’, ‘Türk milleti’, ‘Türk toplumu’, ‘her Türk’, ‘Türk vatandaşı’, ‘Türk dili’, ‘Türk kültürü’, ‘Türk tarihi’ gibi ifadelerle kendisini göstermektedir. Bu dil, farklı etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, hazırlanacak yeni Anayasa’da herhangi bir etnik kimliğe bu ve benzeri göndermeler yapılmamalıdır. Gerek Anayasa’nın birçok maddesinde, gerekse çeşitli yasalarda yer alan ‘Türk milleti’ ifadesi ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları’ ifadesiyle değiştirilmelidir. Bazı hukukçulara göre ise, kolaylığı nedeniyle sadece ‘millet’ sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır.
‘Bu düzenlemeler ışığında, 6, 7 ve 9. maddeler başta olmak üzere, Anayasa’da yer alan ‘Türk milleti’ ifadeleri, ‘Türkiye vatandaşları’ ibaresiyle değiştirilmelidir. Benzer bir düzenleme, yasalar, yönetmelikler, genelgeler ve tüzüklerde, yani mevzuatın genelinde de yapılmalıdır.’
Çetinoğlu: ‘İsteyenin bir yüzü kara…’ Deyip geçebilir miyiz?
Öksüz: Bir kere burada, apaçık ideolojik ve siyasî talepleri, dayatmaları, ‘bunlar bilimdir’ diye sunmanın yalancılığı var. Mesela TESEV, ‘Toplumun karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm’ bulmaya çalıştığını ve bunu ‘en yüksek bilimsel standartlara göre’ yaptığını söylüyor. Şimdi bu bir yalan takdim (misrepresentation) olmuyor mu? Kendilerine, ‘Daha önceden kararlaştırılmış bir programın icrası ve propagandası için çalışmaktayız’ diye bir misyon yazsalardı daha dürüst olmaz mıydı?
Yalan bilimden gerçeğe dönersek: Dünya anayasalarının büyük çoğunluğunda millet ve milliyet vardır ve ön plandadır.
Çetinoğlu: Anlaşıldı Efendim.
Dünya anayasaları ile ilgili tespitlerinizi öğrenebilir miyim?
Öksüz: Maddeler hâlinde sıralayayım:
1- Dünya anayasalarının büyük çoğunluğunda millet ve milliyet vardır ve ön plandadır.
2- Dünya anayasalarının çoğunda devletin ideolojisi, değerleri belirtilmektedir ve ön plandadır.
3- Dünya anayasalarının çoğunda kutsala atıf vardır. Bir kısmında da mezhep ve kilise seviyesine kadar ayrıntıya girilmektedir. O halde iddia sahipleri Türkiye’ye, dünyada sık rastlanılmayan bir anayasa istemektedirler. ‘Dünya anayasaları böyle. Dünya yanılmaz. O halde bizimki de böyle olmalıdır.’ diyemezler.
Çetinoğlu: ‘Bu yöne gidiş var’ denilirse…?
Öksüz: ‘Şu anda dünya anayasaları böyle değil ama dünya bu yöne gidiyor’ gibi bir iddiaya da dünyanın karnı tok sanıyorum. Gerçekten de dünya anayasaları veya başka yasaları kehanete dayanmamaktadır. Belki Çin Halk Cumhuriyeti anayasası hâriç. Onda hâlâ bilimsel sosyalist kehanetin izlerine rastlanıyor. Kediye kedi diyelim! O zaman, makul bir tartışma yapabilmek için, Sarkozy’nin ölümsüz entelektüel ifadesiyle, ‘kediye kedi demek’ gerekmektedir: 1- Dünyanın anayasalarında öyle olmasa da Türkiye anayasasında millete ve milliyete atıf yapılmamalıdır, çünkü... 2- Dünyanın anayasaları öyle olmasa da Türkiye anayasasında ideolojiye, değerlere yer verilmemelidir, çünkü...3- Dünyanın anayasaları öyle olmasa da Türkiye anayasasında kutsala atıf yapılmamalıdır, çünkü...
Tabiî, tahmin etmişsinizdir: bunları söyleyen, cümleleri de tamamlamak mecburiyetindedir.
Çetinoğlu: Nasıl tamamlayabilirler?
Öksüz: Şöyle tamamlanabilirler:
Birinci cümle: Dünyanın anayasalarında öyle olmasa da Türkiye anayasasında millete ve milliyete atıf yapılmamalıdır, çünkü Türkiye’de Türk Milleti’nin egemenliğini istemiyoruz. Hatta ‘egemenlik’ sözünü bile duymak istemiyoruz.
İkinci cümle: Dünyanın anayasaları öyle olmasa da Türkiye anayasasında ideolojiye, değerlere yer verilmemelidir, çünkü mevcut anayasadaki 1924 ideolojisini sevmiyoruz. Onun yerine daha iyi bir ideoloji koyana kadar, hiç olmazsa ideolojisiz kalsın.
Üçüncü cümle: Dünyanın anayasaları öyle olmasa da Türkiye anayasasında kutsala atıf yapılmamalıdır, çünkü sizin kutsalınız AB ve ABD’nin kutsalı değildir. Papadan, Ortodoks Kilisesinden veya Protestanlıktan bahsetmediğiniz sürece dinden imandan hiç söz açmamanız en iyisidir.
Merkel’in, ‘Türkiye, AB’ye giremez. Ama AB’ye sağlam bir şekilde demir attırmalıyız’ sözünün manasını günler geçtikçe anlamaya başladım galiba. Eskiden bu lafı, Amerikanları İngiltere’ye karşı isyana sevk eden, ‘Temsil edilmeyeceksiniz ama vergi vereceksiniz’ dayatmasına benzetiyordum. Şimdi bundan daha güçlü bir ‘demirleme’ hissetmekteyim: Değerleri, kutsalları, kültür ve tarih kökleri belli bir millet devleti yerine, böyle, kimliği, kutsalı, kültür ve tarih kökü ve hele hele milliyeti bulunmayan bir toprak parçasını AB’ye veya ABD’ye sağlam bir şekilde demirlemek çok daha kolay olmalı.
Çetinoğlu: Sigara dumanı gibi… Üflenilip istenilen tarafa gönderilecek şekilde…
Öksüz: Yumuşak, sinirleri alınmış, kimliksiz bir coğrafya istiyorlar. Ben buna, ‘Dubai Havaalanı Transit Salonu gibi’ diyorum.
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Hocam.
Prof. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ:
Doğum Yeri: İzmir, Doğum Tarihi: 14 Eylül 1945
Yabancı Dil: İngilizce, Almanca
Eğitim Durumu: 1969 Yale University (Ph. D.)
1968 Yale University (Master of Science)
1966 Ege Üniversitesi (Kimya- Fizik Lisansı)
Çalışma Durumu:
2002- : Prof. Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü
1987-2002: Sağlık ve bilişim sektörlerinde çeşitli firmalarda profesyonel üst yöneticilik: Yönetim Kurulu üyeliği, Genel Müdürlük, Holding Genel Koordinatörlüğü.
1981-1987: Prof. University of Petroleum and Minerals (UPM), Suudi Arabistan Akademik ve İdarî Görevler, bilgisayar destekli öğretim koordinatörü, yeni öğretim üyesi seçimi ve terfi komitesi.
1968-1981: Bölüm Başkanlığı, Rektör Yardımcılığı, Rektör Vekilliği (ODTÜ), Kürsü Başkanlığı, Senato Üyeliği (ADMMA), Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu 7. Dönem üyeliği, Atom Enerjisi Konusunda Bakan Danışmanlığı.
30’un üstünde ilmî makale.
Kültür Bilim ve Teknik Merkezi Derneği kurucu üyeliği, başkanlığı.
Türk Ocağı Hars Heyeti üyeliği.
İLESAM Yönetim Kurulu üyeliği.
Ötüken, Millî Yol, Töre, Devlet, Bozkurt, Türk Yurdu dergilerinde makaleler.
Son Havadis, Yeni Ufuk, Ayyıldız gazetelerinde köşe yazarlığı.
Kitap: Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, Ayhan Tuğcugil müstearıyla. Töre-Devlet Yayınevi, Ankara 1978.
Niçin?: Bilge Kültür Sanat Yayınları (2013)
Türküm, Özür Dilerim: Bilgi Kültür Sanat Yayınları (2013)